Bizi Osmanlı ruhu ayağa kaldırabilir yeniden...

YUSUF KAPLAN
Abone Ol

Almanların ‘Alman Ruhu'nu icat ve inşa etme yolculukları kışkırtıcı. Ama bütün çapına ve derinliğine rağmen evrensellikten uzak ve aşırılıklarının kurbanı: Ulus icadıyla cihanşümul bir ruh inşa edilemez. Nitekim onca yolculuk ve çaba, sonunda faşizmle heba oldu gitti. Hegel'in inşa ettiği putlar, zihnî putlar, Almanya’yı tarihe çıkarıyor gibi yaptı kışa bir süreliğine, ama sonunda iki dünya savaşının eşiğine sürükleyerek ‘Alman Ruhu'nu ekonomik akla kurban etti. Almanların hikâyesi çok heyecanlı gerçekten de. Heyecanlı ama ziyadesiyle trajikomik!

Dünyada yakın tarihine bizim kadar uzak ikinci bir toplum yok.

Dünyada bizim kadar tarih şuuru linç edilmiş ikinci bir toplum da yok.

Dünyada fiilen sömürgeleştiril-e-meyen ama zihnen sömürgeleştirilen, celladına âşık edilen tek toplum da bizim toplumumuz.

Soru şu: İyi de niçin?

Bin yıldır dünya tarihini yapan en önemli aktör biz olduğumuz için...

Batı'da, akademide, İslâm dünyasında uygulanmak üzere geliştirilen üç büyük “proje” olduğunu söylemiştim. Bu üç projeden

  • ● İlkinin, Gazâlî'nin İslâm düşüncesini bitirdiği masalı,
  • ● İkincisinin Osmanlı'nın unutturulması meselesi,
  • ● Üçüncüsününse Hz. Peygamber'in (sav) konumunun sarsılması, dolayısıyla Peygambersiz İslâm projesi olduğunu ifade etmiştim.

Öncelik ve hassasiyetine binaen Hz. Peygamber’in konumunun sarsılması sorununu mercek altına almıştım. Geçen haftaki yazımda Gazâlî meselesini ele almıştım enine boyuna. Bu mini yazı dizisinin üçüncü ve sonuncusunu oluşturan bu yazıda, Osmanlı'ya neden saldırıldığını, Osmanlı'nın insanlığın tarih yolculuğunda neden kemâl noktası olduğunu ve bugün bize ne söyleyebileceğini göstermeye çalışacağım.

Bu “üç proje”de dikkat çeken en temel ortak yön, Hz. Peygamber (sav)'in de, Gazâlî'nin de, Osmanlı'nın da “kurucu” olmalarıdır. Nerden vuracaklarını çok iyi biliyorlar Batılı oryantalistler! Ama biz bunu görebiliyor muyuz peki? Ya da bizim gördüğümüz şey ne acaba?

Öncelikle şunu görmemiz gerekiyor sanırım. Batılılar, İslâm dünyasının yeniden toparlanmasını, kendine gelmesini ve insanlığı yeniden adâlete, hakkaniyete, sulhe ve selâmete dayalı hakikat medeniyeti fikrini sunmasını mümkün kılacak akîdevî, fikrî ve siyasî üç kurucu sütunu vurmayı yüzyıllık en temel stratejileri olarak belirlemiş durumdalar.

Batılı emperyalistlerin bütün medeniyetlerin kökünü kazıdıkları, bütün belli başlı dinleri fosilleştirdikleri ama İslâm dünyasını sömürgeleştirmelerine ve paramparça ermelerine rağmen Müslüman kitlelerin sömürgeci emperyalistlere direnme güçlerini yok edemedikleri, en önemlisi de Müslümanların direnç noktalarının en güçlü kaynağını oluşturan İslâm'ı ve temel kaynaklarını fosilleştiremedikleri bir gerçek.

  • O yüzden Müslümanların direnç noktalarını kırabilmek için, öncelikli olarak
  • ● İslâm'ın temel kaynaklarıyla ilişkilerini bozmaları,
  • ● Bu kaynakları tarihin akışını şekillendirecek şekilde hayata ve harekete geçiren Hz. Peygamber’in (sav) konumunu sarsmaları,
  • ● Peygambersiz bir İslâm icat etmeleri gerektiğini;
  • ● İkinci olarak, İslâm medeniyetinin yaşadığı birinci krizin aşılmasında kilit rol oynayan Gazâlî'nin aşağılanması ve
  • ● Müslüman akademisyenlerin, aydınların, fikir adamlarının hayatından uzaklaştırılması gerektiğini; üçüncü olarak da, birinci büyük medeniyet krizinin aşılmasında, İslâm dünyasının tarihteki en güçlü noktaya ulaşmasında tarihî rol oynayan Osmanlı'nın unutturulması gerektiğini çok iyi biliyorlar.

Geçen haftaki yazımda, iki asırdır yaşadığımız ikinci büyük medeniyet krizinin anlaşılması ve aşılması sürecinde Gazâlî'nin asıl zihnimizi açacak kurucu, kışkırtıcı bir rol oynayabileceğini göstermeye çalışmıştım.

Bu yazıda, Gazâlî'nin Ehl-i Sünnet Omurga'yı oluşturan akîdevî, fikrî ve siyasî düzlemlerde yaptığı ön açıcı devrimin Selçuklu, Eyyûbîler ve özellikle de Osmanlı tarafından nasıl İslâm dünyasının ve dünya tarihinin yapılmasında imajinatif şekillerde kullanıldığını, yaşadığımız ikinci büyük medeniyet krizinin aşılmasında, Gazâlî'nin muhkem bir şekilde diktiği akîdevî, fikrî ve siyasî üç sütunu (Ehl-i Sünnet Omurga'yı) harekete geçirebilmemiz sürecinde, Osmanlı'nın nasıl imajinatif roller oynayabileceğini ve Türkiye'nin Osmanlı ile irtibatını koparması için niçin art arda kuşatma ve saldırı operasyonlarıyla karşı karşıya bırakıldığını göstermeye çalışacağım.

Alman ruhu ve Hegel ve Weimar rönesansı

Türkiye zor bir dönemeçten geçiyor. Zorlu, uzun ve yorucu bir yolculuk bizi bekliyor...

Ama şunu asla unutmamak gerekiyor. Bütün zor zamanlarda, zorlu zamanlarda, toplumlar, o zorlukları aşacak bir ruh arayışına soyunurlar.

Almanlar böyle yaptılar. Ruslar, böyle yaptılar...

Hegel, yüzlerce prensliğin cirit attığı darmadağın Almanya'yı birleştirecek ruhun izini sürdü.

Hegel, yüzlerce prensliğin cirit attığı darmadağın Almanya'yı birleştirecek ruhun izini sürdü. O yüzden devleti kutsadı, putlaştırdı hatta!

Aynı şeyi, Leibnitz de, Kant da yapmıştı. Avrupa'yı toparlayacak ortak bir “dil” ve ruh arayışının izini sürmüştü bu iki düşünür de.

Kant'ın izinden giden Hegel, Almanların “volkgeist” dedikleri, “halkın ruhu”nu, bu ruhun kültürel ve tarihî köklerini araştırdı.

Sonuçta Alman ruhunun, köklü bir Alman lisanı, kültürü, düşüncesi ve sanatıyla inşa edilebileceğine karar verdiler Hegel, Herder, Fichte, Goethe, Schiller, Kant gibi Alman düşünürler ve sanatçılar.

İşte Weimar Rönesansı buradan doğdu: Almanlar, kendilerini ayağa kaldıracak ruhun yapıtaşlarını geçmişten geleceğe doğru hem Avrupa düşünce tarihinde, hem de dünya kültür tarihinde yolculuk yaparak döşemeyi başardılar.

Alman ruhunun, dil ve kültür kodları bakımından birleşmiş bir Almanya ve bu birliği sağlayacak, teminat altına alacak ve Almanya'nın en azından Avrupa tarihini yapacak güçlü bir lider etrafında hayat bulacağını gördüler. Bismarck'ı çıkardılar, Fransızların Napolyon'undan yaklaşık bir asır sonra.

Weimar Rönesansı'nın hikâyesi çok heyecanlı ve zihin açıcı. Ama bu kadarla yetineyim burada.

Biz bize gelelim, kendimize! Biz ne yapacağız peki?

Bizim medeniyetimizin ruh kökleri nesebe değil edebe dayanır

Almanların ‘Alman Ruhu'nu icat ve inşa etme yolculukları kışkırtıcı. Ama bütün çapına ve derinliğine rağmen evrensellikten uzak ve aşırılıklarının kurbanı: Ulus icadıyla cihanşümul bir ruh inşa edilemez. Nitekim onca yolculuk ve çaba, sonunda faşizmle heba oldu gitti. Hegel'in inşa ettiği putlar, zihnî putlar, Almanya’yı tarihe çıkarıyor gibi yaptı kışa bir süreliğine, ama sonunda iki dünya savaşının eşiğine sürükleyerek ‘Alman Ruhu'nu ekonomik akla kurban etti.

Almanların hikâyesi çok heyecanlı gerçekten de. Heyecanlı ama ziyadesiyle trajikomik

Evet, biz ne yapacağız?

Weimar Rönesansı'nın hikâyesi çok heyecanlı ve zihin açıcı

Önce şunu göreceğiz: Bu ülkenin ruh kökleri, ulus köklerinden ibaret değil. Bu ülkenin, çilekeş toprakların, Anadolu kıtasının ruhu, millî sınırları fazlasıyla aşan, üç kıtaya ulaşan, yerle gök arasını buluşturan, Hakikatten beslenen, süt emen ulus ötesi, o yüzden de gerçek mânâda cihanşümul bir ruh.

Osmanlı ruhu nedir ve bize ne söyler?

Ezberlerimizi çöpe atalım: Batı uygarlığının geliştirebildiği ama adına da “cihanşümul” deme kompleksi sergilediği en makro bakış, ulus-eksenlidir: Alman ırkı, Fransız ırkı vesaire içindir her şey.

Yani Batı'da her şey, temelde nesebe dayanır, bizde ise edebe. O yüzden Batılılar şöyle der: “Benim derdim seninle!” İşte bu nedenle, sömürgecilik, emperyalizm Batılıların eseridir.

Ama biz şöyle deriz: “Benim derdim benimle.” Bu nedenle tarihte nerdeyse tarihin yapılmasında kilit rol oynayan bütün medeniyetlerin üzerine oturdu Osmanlı. Ama Batılılar gibi bu medeniyetlerin hiç birini yok etmedi, hepsinden beslendi, hepsini de besledi.

Osmanlı bunu nasıl başardı peki?

Tarihte hem Dâru'l-İslâm'ı, hem Dâru's-Selâmı (Barış Yurdu'nu) hem de Dâru'l-İnsanı (İnsanlık Yurdu'nu) inşa eden en gelişmiş, henüz aşılamamış ve anlaşılamamış, anlaşılamadığı için aşılamadığı da anlaşılamamış medeniyet tecrübesini insanlığa armağan ederek başardı.

O yüzden çağımızın en büyük tarih felsefecilerinden Arnold Toynbee, “Osmanlı insanlığın geleceğidir” demişti.

Bazı sığ kişiler, bendeniz, Osmanlı'dan söz edince “geçmişten söz etme bize” diye, karşı çıkıyorlar söylediklerime.

Biraz tarih felsefesi bilenler şunu bilirler: Geçmiş de, şimdi de, gelecek de izâfîdir: Geçmiş geçmiştir ama geleceği inşa edecek bir ruh ve bir tecrübe armağan etmiştir.

İşte Toynbee'nin Osmanlı'yı insanlığın geleceği olarak görmesini sağlayan şey, bu ruhu ve tarihî derinliği farketmiş olmasıydı.

Türkiye prangalarından kurtulma mücadelesi veriyor...

İlle de söylemem gerekmiyor ama Türkiye'de ürpertici bir Batı kompleksi olduğu için söylemek zorundayım: Hegel, ‘Alman Ruhu'nun izini sürerken, kurucu ruh köklerini Greklerde bulmuştu.

Örnekleri çoğaltmaya gerek yok.

Şunu bilelim kâfi: Tarih geçmişle ilgilidir, ama gelecekle ilgilenir. Tarih tekrarlanamaz! Ama tarihi yapmamızı mümkün kılan ve vahiyden beslenerek tarihte uygulanan ruh her zaman keşfedilmeyi, yeni şartlara hayat vermeyi bekler.

Bir asırdır, “zihnimize geçirilen deli gömlekleri”nden, prangalardan kurtulma savaşı veriyoruz...

Türkiye prangalarından kurtulacak!

72 dini, ırkı, milleti bir arada yaşatan, Medine'den süt emen, üç kıtada dünya tarihini yapmamıza imkân veren Osmanlı ruhu, küllerinden doğacak, ışık olacak insanlığa yeniden inşallah...

Altını çizerek söylüyorum: Geçmiş geçmiştir, olmuş bitmiştir. Aslolan ruhtur.

Âlim, ârif, hakîm şahsiyetleri peygamberlerin vârisleridir. Bunlar bize Hakikatin hayat olan, hayat bulan ve herkese hayat sunan ruhunu taşırlar. Ruh, yaşıyorsanız, her zaman diridir ve diriltir sizi.

Selçuklu’nun tohumlarını ektiği, Osmanlı'yla muazzam bir şekilde meyvelerini verdiği bu tarih-yapıcı ruh dipdiri. Osmanlı tarihten çekildi ama ruhu capcanlı.

O yüzden şunu söylüyorum altını kalın harflerle çizerek: Osmanlı kapitalizme direndiği için bilfiil / bedenen çöktü. Osmanlı kapitalizme direndiği için bilkuvve / ruhen yaşıyor.

İşte bu ruhu çok iyi kavrayabilir, güncelleyerek yeniden tahkim edebilirsek, hem orta vadede İslâm dünyasının toparlanmasında, hem de uzun vadede yeniden dünya tarihinin yapılmasında kilit rol oynamaya başlayabiliriz.

Batılılar, bu yakıcı gerçeği çok iyi bildikleri için Türkiye'yi hedef tahtasına yatırdılar ve yüzyıllık projelerini Osmanlı ruhunun yeniden dirilmesini, dolayısıyla Türkiye'nin bir medeniyet atılımı yapmaya kalkışmasını önleme endişesi üzerinden geliştiriyorlar.

Şimdi Osmanlı'nın neden bizzat kendi çocuklarına unutturulduğunu, neden bu toprakların çocuklarının tarih bilincinin linç edildiğini daha iyi idrak ediyor olmalıyız diye düşünüyorum.