Bizi çürüten put üreten nefs
İnsan nefsi azgındır. İslam ile dizginleştirilmesi gerekir. Tasavvuf nefis terbiyesi sisteminin adıdır. Lakin dünyevileşmenin arzı istila ettiği bu zamanda onları da terbiye edecek yeni bir mekanizmaya ihtiyaç var. Dizginlenmeyen nefsin mezhebi, meşrebi, partisi, cemaati, kavmi, mevkisi, makamı, mensubiyeti yoktur.
Yanlış yapmak insânîdir. ‘Yanlış’ bir şeylerin yapıldığına, ‘çürüme’ ise hayatiyete ve tabiiliğe işaret eder. Hastalıklar ister tıbbî, isterse de mânevî olsun doğru teşhis her şeyden önce gelir. Yanlışsız hayat, teşhissiz tedavi olamaz. Nasıl ki ‘ağrı’ hastalığı haber veren bir nimettir; serzeniş, şikâyet ve ahlakî zemindeki tepkiler de ağrı gibidir.
Şahsî işlerini beceremeyen, ailesini yönetemeyen toplumlarda dert büyüktür. Aile, dertleri azaltan, sıkıntıları gideren bir müessesedir. Cemaatler de, siyasi oluşumlar da, devletler de büyük bir aileden ibarettir.
Öte yandan İslam garip olduğu için Müslüman da gariptir. Ehli küfrün iki hedefi vardır İslam ve Müslümanlar. Müslümanlara zarar vermeye güç yetiren kimsenin gücü İslam’a yetmez. Ne yapsalar boştur.
Yüz yıllık bir ara olsa da Müslümanların bin yıldır hâmisi Türkiye’dir. Dolayısıyla ehli küfrün bir diğer hedefi de Türkiye’dir. İşte bu yüzden iktisadî, askerî, kültürel, dinî ve siyasî her türlü savaş aracını kullanarak saldırıyorlar bu memlekete.
Devlet denilen mekanizmanın insandan oluştuğunu bildikleri için insanımızı çürütmenin peşinde koşuyolar. İnsanî zaaflarımızı kullanıyorlar. Açık kapılarımızdan girdikleri gibi kapılarımızı kırıyor, mahremlerimize saldırıyorlar. Zayıflarımızı devşiriyor ve adamları aracılığıyla toplumumuzu çürütüyorlar.
İnsan nefsi azgındır. İslam ile dizginleştirilmesi gerekir. Tasavvuf nefis terbiyesi sisteminin adıdır. Lakin dünyevileşmenin arzı istila ettiği bu zamanda onları da terbiye edecek yeni bir mekanizmaya ihtiyaç var. Dizginlenmeyen nefsin mezhebi, meşrebi, partisi, cemaati, kavmi, mevkisi, makamı, mensubiyeti yoktur.
Hz Mevlana nefs, makam ve eşya ilişkisini şöyle izah eder:
“Nefs, üç köşeli dikendir. Ne çeşit koysan sana batar.
Beylik için beylere kul olur nefs.
Padişahlıktan ferâgat edeni padişah bil...”
Geçmişte cebren köleleştirilen insan son iki asırdır yeni tip köleliği gönüllü olarak kabul etmiştir. Etmekle kalmayıp, köleleştirilmek için tüm imkânlarını seferber etmektedir. Bu köleleştirmedeki yegâne istisna nefsin kudurtulmasıdır.
Oysa insan iki şey olabilir: Kul yahut köle. Kulluk Allah’a, kölelik ise nefis ve kullara yöneliktir. İşte bizden istedikleri nefse ve kullara kölelik. Başka türlü bizden razı değiller ve olmayacaklar da!
Bu sayımızda bizim insanımıza, toplumda yükselen homurdanma ve çürümeyi sorduk. Dert büyük ama sayfalarımız sınırlıydı. Amacımız bizi bize getirmek. Nefse ve kula, kullardan ilahi kulluğa çağrı. Zira çürümenin sonu ne millet, ne devlet, ne de şahıslar için hayırlı bir netice doğurmaz, tarihte de doğurmamıştır. Toplum çürümeseydi Osmanlı yıkılmazdı.
Mamafih zamanında alınmayan tedbir de çâre olmaz. Bu durumda kimse başkasını işaret etmeden -başta biz olmak üzere- en sade vatandaştan devletin tepesine dek herkesin muhasebe yapması gerekiyor. Aramızdaki çürükleri öncelikli olmak üzere çürümeye meyallileri ayıklamak insanî ve İslâmî mükellefiyetimiz. Küçük bir pas kocaman demiri ne hâle getirdiği ve çürük bir meyvenin çevreyi neye maruz bıraktığını bilen, zamanında tedbir alır yahut da başa geleceklerden kimseyi sorumlu tutmaz.
Şimdi oturup tepeden tırnağa düşünme vakti!
İtirazı olan var mı?
Vesselam!