Bir gün her şey “Karbon Vergisi” ile başlamıştı diyecekler

BAKİ M. TOP
Abone Ol

İklim değişimlerini anlamak için hâlâ yapılması gereken çok iş olduğunu söyleyen Lindzen ve Curry gibi yüzlerce ilim adamının karşısında özellikle sermayenin ve politikanın etkisine girmiş bir taraf, bilimsel teori özelliği dahi olmayan bir yalanda ısrarcılığını sürdürüyor. İklimler konusunda hâlihazırdaki bilginin çok yetersiz olduğuna aldırış etmeden, şimdiden hepimizi karbon vergisi gibi garabet bir vergiyi ödemeye mecbur bırakıyorlar. Bu öyle basit bir vergi değil. Çok ciddi bir sonu başlatacak. Öyle ki bir sonraki neslin her seferinde “her şey karbon vergisiyle başladı” diye dertlenmeye başlayacağından emin olabilirsiniz.

Sonunda sera gazı emisyonları için vatandaşa vergi bizde de konuşulur oldu. İşletmelerin ve şahısların daha fazla vergi ödememek için emisyonlarını azaltmak ve karbon ayak izi miktarını düşürmek için yapmayacağı şaklabanlığın kalmayacağı bir başka yalancı zaman başlıyor. Görünen o ki sera gazlarına ilişkin vergiler hayatımıza iki biçimde girecek. Ya işletmelerin ürettiği miktara dayalı emisyon vergisi olarak ya da benzin gibi genellikle sera gazı yoğunluklu olarak tanımlanan mal ve hizmetlere uygulanacak karbon vergisi şeklinde.

Dünya çapında “felaket” düzeyinde bir iklim değişikliği olduğu yönünde sürdürülen kara propaganda epey bir ülkede karbon vergisini başlatmıştı zaten. Birçok ülke, bölge ve yerel yönetim karbon vergisi veya karbon muhtevasıyla ilgili hâlihazırda enerji vergisi uyguluyor. 2024 yılı itibarıyla dünya genelinde 37 karbon vergisi programı hayata geçirildi. Britanya Kolumbiyası, 2008'den beri karbon vergisi alıyor. Güney Afrika, 2019'da ilk uygulayan Afrika ülkesi oldu. 2006'da Colorado'nun Boulder şehri, doğrudan seçmen onaylı karbon vergisine sahip ilk ABD şehri oldu.

Karbon vergisi için sıra Türkiye'de mi?

Karbon vergisi ile birlikte salınan her ton CO2 için tahsis edilen emisyon miktarlarının kullanacak kuruluşlara dağıtılmasını, ek tahsisat satın alınmasını veya kullanılmayanların geri satılmasını düzenleyen Emisyon Ticaret Planı’nın (ETS) uygulandığı ülkelerin sayısı da hızla artıyor. Portekiz, İspanya, İrlanda, İngiltere, Danimarka, Polonya, Norveç, İsveç, Estonya, Kanada, Meksika ve ABD’nin bazı eyaletleri hem ETS hem de karbon vergisini hayata geçirmiş durumda. Japonya, Ukrayna, Şili, Kolombiya gibi ülkelerde ise şimdilik sadece karbon vergisi uygulanıyor.

Türkiye epeydir özellikle banka reklamları ve iklim değişikliği ile ilgili mesnetsiz haberlerle karbon vergisine alıştırılıyordu zaten. Bakan Şimşek’in son zamanlarda sıklıkla karbon vergisini konuşur olması bu hazırlığın bir parçası.

Sözde sera gazı emisyonlarını düşürmek için getirilmesi düşünülen karbon vergisi firmalardan, kurumlardan çok, asıl biz sıradan insanları ilgilendiriyor. İşi gücü bırakıp sırtımıza yüklenecek karbon vergisinin kapsamına ve enerji tedarik zincirinin hangi noktasında alınması gerektiğine kafa yorulmasının sebebi de ondan. Bütünüyle uydurulmuş bir vergiyi mesela kömür tedarikçileri, doğal gaz işleme tesisleri ve petrol rafinerileri için "yukarı yönde" uygulamak yerine hane halkını ve kullandıkları araçları kapsayacak şekilde “alt yönde” uygulamanın revaçta olması da.

8 milyar insanı bezdirmek için

Karbon vergisinin mantığı, sözde salınan her bir ton karbondioksitin zaman içinde neden olacağı tahmini çevre zararları bugünkü değerine dayandırılıyor. Verginin iklim değişikliği denen bir yalandan esinlenmesi, iklim değişikliğinden bekledikleri hasar artışları nedeniyle vergi oranının da zaman içinde artacağına işaret ediyor. Bu noktada “Dağıtım Etkileri” açısından dar gelirlilerin henüz farkına varmadığı ciddi bir husus var.

Düşük gelirli hanelerin, yüksek gelirlilere kıyasla gelirlerinin daha büyük bir kısmını enerjiye harcıyor olduğu fikrinden hareketle enerji maliyetlerini artıran bir karbon fiyatının, düşük gelirlilerin üzerinde daha büyük bir ekonomik baskı yaratacağı ortada. Böylece bizleri epeydir karbon vergisine hazırlayan “Sıfır Karbon” söyleminin asıl maksadının gereksiz görülen 8 milyar insanı türlü şekilde hayattan bezdirme stratejisine dayandığı da netleşiyor. Geçen ay kaleme aldığımız Sosyal Kredi Sistemi ile birleştirilecek karbon vergisinin özellikle fakir yani dar gelirli insanların hayatını ne derece çekilmez yapacağını tahmin etmek artık zor değil.

“Felaket” düzeyinde bir iklim değişikliği söyleminin daha başında bizi getirdiği nokta bu. İnsan, karbon vergisi sonrasının nasıl olacağını düşünmek dahi istemiyor. Hâlbuki her şeyin ölçüsü yapılan iklim değişikliği meselesi, hâlâ çok fazla bilimsel belirsizlikler taşıyan bir konu. Lakin hayatımıza şekil verebileceklerini düşünen pervasızlar için belirsizliklerin pek ehemmiyeti yok.

İklim değişikliği hususunda en temel belirsizlikler, yetersiz gözlem delili ile verilerin nasıl yorumlanacağının netleşmemesinden ve model parametrelerinin belirlenme şekline ilişkin anlaşmazlıklardan kaynaklanıyor. Mesela insan faaliyetlerinin böylesi bir felakete yol açtığı veya yol açacağı iddiası hâlâ havada. Dünya iklimini son 50 yılda insanın söylenilen düzeyde etkilediği iddiası o kadar yetersiz ki, bu durum küresel ısınma veya iklim değişikliği söylemini gerçek ilim adamlarının gözünde dakikasında çürütülebilir bir teze dönüştürüyor. Bu yönüyle hiçbir şekilde bilimsel bir teori niteliği kazanmadığı gibi bilim çevresinin üzerinde “uzlaştığı” bir konu da değil. İnsanın iklim üzerindeki etkisi bir bilmece olmaya devam ediyor. Fakat bulutların, atmosferik değişimlerin, hava dolaşımının, iklimin kendi içinde ve birbirleriyle nasıl etkileşime girdiğine dair yetersiz bilgiye aldırış etmeden birileri hepimizi tarihin en alengirli iddiasının kurbanı yapma niyetinde.

Belirsizlikler, belirsizlikler...

Paris'teki Dinamik Meteoroloji Laboratuvarı'nda iklim araştırmacısı olan Sandrine Bony, fizîkî iklim bilimindeki büyük zorlukların çözüldüğü için dürüstçe “Bu kesinlikle doğru değil ve iklim değişikliğinin temel fizîkî yönleri henüz tam olarak anlaşılamamıştır” derken, Hamburg'daki Max Planck Meteoroloji Enstitüsü Müdürü Bjorn Stevens'a göre ise “Karbondioksit konsantrasyonundaki belirli bir artışın neden olduğu ortalama küresel sıcaklık artışı olan ‘İklim Hassasiyeti’ konusunda büyük belirsizlikler var" diyor.

Bony ve diğerlerinin ortaya koyduğu belirsizliklerin varlığını kabul eden binlerce hakemli makale ve çalışma olsa da çoğu kâle alınmıyor ve gündeme gelmemeleri için özel çaba harcanıyor. Bütün bu makale ve çalışmalardaki bulguları burada özetlememiz elbette mümkün değil. Bunun yerine, gelin iklim değişikliği tartışmalarına bilimsel katkıları geniş çapta kabul gören iki saygın iklim ilim erbabının “belirsizlikler” üzerine görüşlerine kulak verelim.

Önceki yazılarımızda da yer verdiğimiz Richard S. Lindzen, dünyanın en seçkin atmosfer fizikçilerinden biri. Buzulların stabilitesi, CO2 artışlarına karşı hassasiyet, buzullaşmadaki 100 bin yıllık döngünün kökeni ve bölgesel iklim koşullarının korunması gibi konularla özel olarak ilgilenerek dünya iklimi için modeller geliştiren biri. İklim ve atmosferik olaylar üzerine bir derya olan Lindzen'e göre iklim biliminde üç temel belirsizlik alanı bulunuyor.

- Öncelikle temel sera gazı etkisinin süreci sanıldığı kadar basit değil. Çünkü dünyayı sıcak tutan sadece ısı radyasyonunu (sera gazları) emen bazlar değil. Öyle olsaydı doğal sera gerçekte olduğundan dört kat daha etkili olurdu.

- İkincisi, atmosferdeki en önemli sera gazının aslında su buharı olması. Kabaca söylemek gerekirse, bağıl nemdeki yüzde 1,3 ila 4 oranındaki değişiklikler, karbonun iki katına çıkması etkisine eşdeğer.

- Üçüncüsü, karbondioksitin iki katına çıkmasının dünya sıcaklığı üzerindeki doğrudan etkisinin 0,3 oC gibi oldukça düşük bir derecede kalması. Daha büyük tahminler ise genellikle hataları bir türlü kabul edilmeyen modellerden kaynaklanıyor.

Bu noktalarla ilgili çok az tartışma olmasına rağmen artan karbondioksite karşı gösterilen tepkinin anlamlı bir temelden mahrum olduğu ortada. Çünkü karbondioksitin iki katına çıkmasından kaynaklı ısı değişikliklerini olduğundan çok daha büyük gösteren model tahminlerinin merkezinde yer alan fizikî süreçlerde yığınla hatalar ve belirsizlikler var.

  • Politikacılar bilime müdahale ediyor
  • Tanınmış ikinci otoritemiz ise emekli profesör Judith Curry. Georgia Teknoloji Enstitüsü Yer ve Atmosfer Bilimleri Okulu başkanı da olan Prof. Curry’in doktorası Chicago Üniversitesi Jeofizik Bilimleri alanında. Curry, 15 Haziran 2015'te İngiliz Lordlar Kamarası'nda “ABD'de iklim tartışmasının durumu” başlıklı bir konuşma yapmış ve üç temel ilke üzerinde "yaygın bir fikir birliğinin bulunduğunu" söylemişti.
  • Bu üç temel ilke "Yüzey sıcaklıkları 1880'den bu yana artmaktadır. İnsanlar atmosfere karbondioksit eklemektedirler. Karbondioksit ve diğer sera gazları gezegen üzerinde ısınma etkisi yaratmaktadır. Buna karşın bu temel bilgilerin etkileri hususunda “ciddi anlaşmazlıklar var" diyor Prof. Curry.
  • 1950'den bu yana yaşanan ısınmaya insan nedenlerinin hâkim olup olmadığı, 21. yüzyılda gezegenin ne kadar ısınacağı ve ısınmanın 'tehlikeli' olup olmadığı, CO2 emisyonlarını radikal bir şekilde azaltmaya gücümüzün yetip yetmeyeceği, azaltmanın iklimi iyileştirip iyileştirmeyeceği ve modeller ve gözlemler arasında artan farklılıkların etkileri hususlarında fazlasıyla belirsizlikler var.
  • Bunların ışığında Prof. Curry, mesela iklim modelleri sera etkisine karşı çok mu hassas? Doğal iklim değişkenliğinin modellenmiş tedavisi yetersiz mi? Ve 21. yüzyılın ısınmasına ilişkin iklim modeli tahminleri çok mu yüksek gibi son derece basit sorularına dahi cevap bulamıyor. Prof. Curry, anketlerin çoğu bilim insanının IPCC'nin iddialarını kabul ettiğini gösterdiğini gözlemledikten sonra şunları söylüyor:
  • "Bununla birlikte, büyük miktarda belirsizlik devam ediyor ve anlaşmazlıkların sürdüğü epey alan var.” Peki, bilim adamları neden bu alanlarda aynı fikirde buluşmak için çabalamıyorlar da anlaşmamakta ısrar ediyorlar? Bunun için beş olası neden sayıyor Prof. Curry.
  • - Yetersiz gözlem delili,
  • - Farklı delillerin değeri konusunda anlaşmazlık,
  • - Delillerin kabulü ve değerlendirilmesi için uygun mantıkî çerçeve konusunda anlaşmazlık,
  • - Belirsizlik ve bilgisizlik alanlarının değerlendirilmesinden kaçınma,
  • - Bilimin siyasallaşması yani politikacıların bilimi istedikleri yönde hareket ettiriyor olmaları.
  • Bütün bunlar bilimsel belirsizliklerin çözülmemesi için özel çaba harcandığına işaret ediyor.
  • İklim değişimlerini anlamak için hâlâ yapılması gereken çok iş olduğunu söyleyen Lindzen ve Curry gib yüzlerce ilim adamının karşısında özellikle sermayenin ve politikanın etkisine girmiş bir taraf, bilimsel teori özelliği dahi olmayan bir yalanda ısrarcılığını sürdürüyor. İklimler konusunda hâlihazırdaki bilginin çok yetersiz olduğuna aldırış etmeden, şimdiden hepimizi karbon vergisi gibi garabet bir vergiyi ödemeye mecbur bırakıyorlar. Bu öyle basit bir vergi değil. Çok ciddi bir sonu başlatacak. Öyle ki bir sonraki neslin her seferinde “her şey karbon vergisiyle başladı” diye dertlenmeye başlayacağından emin olabilirsiniz.