‘Bir damla petrol bir damla kandan daha değerli’

MEHMET YÜCE KATIRCIOĞLU
Abone Ol

Günümüzde enerjide bağımsız olmak, dünyadaki bütün ülkeler için özellikle de gelişmekte olan ülkeler için hayâtî ehemmiyete sahip. Enerji bağımsızlığı Türkiye’mizin de en mühim meselelerinden biridir. Yakın geçmişte Türkiye’nin petrol ve doğal gaz aramalarının sürekli olarak nasıl engellendiği iyi biliniyor. Ödemeler dengesindeki câri açığın azaltılmasının enerjide dışa bağımlılığın azaltılmasıyla mümkün olacağı da...

Başlıktaki cümle İngiltere’nin 20’nci asırdaki meşhur Başbakanı Sir Winston Churchill’in ifadesidir.

19. Yüzyılda petrolün bulunmasıyla başlayan ve petrol kaynaklarına sahip olmayı amaçlayan mücadele hem askeri hem de ekonomik olarak uygulanan küresel bir savaşa dönüşmüştü. Bu mücadeleye dünyadaki ilk küresel savaş diyebiliriz.

Petrol kaynakları ve bu kaynaklara ulaşım yolları çevresinde süren bu mücadele zaman zaman İngiltere ile Rusya’yı, Almanya’yı ve Amerika’yı karşı karşıya getirdi. Ama bu mücadelede İngiltere’nin sürekli rakibi hep Amerika Birleşik Devletleri idi.

Royal Dutch-Shell ve Yahudi

20. Yüzyılın ilk yarısındaki ünlü İngiliz İmparatorluğu bazı siyasi tarihçiler tarafından bir petrol imparatorluğu olarak adlandırılırdı. İngiltere bu petrol imparatorluğu sıfatını, Sir Henry Wilhelm Augustus Deterding adlı Yahudi’ye borçluydu.

Yahudi Deterding o zamanki adı Hollanda Hindistanı olan Endonezya’da görev yaparken keskin zekası ve tesadüflerin de yardımı ile Royal Dutch adlı petrol arama şirketinin yöneticisi olmuştu. Royal Dutch şirketi daha sonra Royal Dutch-Shell adını almıştı.

Henry Wilhelm Augustus Deterding, Hollanda’nın başkenti Amsterdam’ın alt düzey bir muhitinde Yahudi bir anne ile Yahudi bir babanın çocuğu olarak doğmuştu. Ailesinin maddi imkanlarının yetersiz olması Deterding’in iyi bir eğitim görmesini engellemiş, eğitimi Hollanda’da fakir aileler için açılmış olan millet mekteplerinde öğrenebildikleriyle kalmıştı.

1874 yılında henüz çocuk denilecek yaşta çalışmak zorunda kalan Deterding, Amsterdam’daki Twensche Bank Wereening’in açtığı imtihana girdi ve kolayca(!) kazandı. Ayda 20 florin maaşla işe başladığı bankada çalışkanlığı ve keskin zekası ile kısa sürede temayüz eden Yahudi Deterding, 1888 yılında Hollanda’nın en büyük ve en önemli bankası olan Matschappy Bank’ın açtığı sınavı birincilikle(!) kazandı ve hemen işe başladı.

Kısa sürede banka yönetiminin gözüne girmeyi başaran Yahudi Deterding çok genç yaşında iken bankanın en önemli şubelerinden olan Sumatra’daki şubeye şef olarak tayin edildi. Kısa süre sonra da Sumatra’da petrol arayan Royal Dutch şirketinin yönetim kurulu başkanı olan Jean Baptiste August Kessler, Deterding’e görev teklif etti. Bakırcı manasındaki ‘Kessler’ soyadı Aşkenaz Yahudilerine ait bir soyisim. Wikipedia’ya göre Jean Kessler’de bir Yahudi.

Taş yağı neft ve ekonomiler

Petrol Latincede petra (taş) ve oleum (yağ) kelimelerinden oluşuyor. Taş yağı mânâsına geliyor. Biz ise buna neft yağı diyoruz.

Geçtiğimiz ay İsrail, İran hedefine saldırdı ve petrol fiyatları yükseldi. Ardından İran, İsrail hedeflerine saldırırmış gibi yaptı, petrol fiyatları tekrar yükseldi. Petrol fiyatlarının bütün ülkelerin ekonomilerinin üzerindeki etkisi, yani küresel ekonominin üzerindeki etkisi mâlum. Petrol fiyatlarının böyle birdenbire artışının toplumların huzurunu olumsuz etkilediği de...

Petrol fiyatlarının artışı, kullandığı petrolü ithal etmek zorunda olan ülkelerde enflasyon baskısını yükseltirken, büyük petrol kaynaklarına sahip olan ve büyük petrol ihracatçısı olan ülkelerin de hem ekonomik hem de siyasi olarak elini kuvvetlendiriyor.

Enerji talepleri artacak mı?

Enerji geçişi, petrol ve kömür gibi fosil bazlı enerji üzerine kurulu üretim ve tüketim sistemlerinden rüzgâr ve güneş gibi yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı olan ve sınırlı karbon emisyonu üreten üretim sistemlerine geçiştir.

Bu enerji geçişi dünyanın büyük bölümünün onayladığı, özellikle de petrol ithal etmek zorunda olan ülkelerin, deyim yerindeyse heyecanla beklediği çok önemli bir dönüşümdür/devrimdir. Ama bu dönüşümün/devrimin, zenginliği ve refahı petrol ihracatına dayalı olan ülkelerde doğal olarak karşılığı yok. Petrol ihracatından olağanüstü paralar kazanan Suudi Arabistan şirketi Saudi Aramco’nun CEO’sunun kısa süre önce yaptığı konuşmada petrol ithal etmek zorunda olan ülkelerle dalga geçercesine söylediği sözler bilinmeli ve unutulmamalıdır:

“Enerji geçişi çöküyor. Dünya artık petrolü devre dışı bırakma fantezisini terk etmeli.”

Dünyada kullanılan enerjinin yüzde 80’i hidrokarbonlardan sağlanıyor. Başta uluslararası enerji ajansı enerji konusunda çalışan kuruluşların çoğunluğu dünyada petrole olan talebin 2030 yılında zirve yapacağını/en yüksek düzeye çıkacağını daha sonra azalmaya başlayacağını öngörüyorlar. Saudi Aramco şirketinin CEO’su Nasır ise petrol ve kömür gibi fosil yakıtlara olan talebin azalmayacağını, 2030’dan sonra da artmaya devam edeceğini söylüyor.

Nasır’a göre hidrokarbonlara alternatif olarak değerlendirilen enerji kaynaklarının üretim seviyesi hâlen çok yetersiz. Bu alanda son 20 yılda yaklaşık 10 trilyon dolarlık yatırım yapıldı. Ama hâlen güneş ve rüzgârdan sağlanan enerjinin toplam enerji üretimindeki payı yüzde 4’e bile ulaşamadı. Halen dünyada kullanılmakta olan araçların ise yüzde 3’ünden daha azı elektrikli.

Nasır’a göre dünya nüfusunun yüzde 85’ini oluşturan “gelişmekte olan ülkelerin” ekonomik düzeyleri yükseldikçe daha fazla petrol talep edecekler. Bu da petrolün hem ehemmiyetini, hem de fiyatını yükseltmeye devam edecek. Bazı uzmanlar da dünyanın petrol konusunda yaşamakta olduğu süreci güçlü bir madde bağımlılığına benzetiyorlar.

Dünyanın madde bağımlılığı

Dünyanın hem bu madde bağımlılığından hem de büyük petrol üreticisi ülkelerin ekonomik ve siyasi esaretinden kurtulabilmesinin tek yolu, Aramco CEO’su Nasır’ın fantezi diyerek dalga geçtiği ‘’enerji geçişinin’’ sağlanmasıdır. Bunun sağlanabilmesi için ise hem alternatif enerji kaynaklarının iyileştirilmesi hem de daha az enerji kullanımı için enerji verimliliğinin çok hızlı olarak arttırılması şart.

Günümüzde enerjide bağımsız olmak, dünyadaki bütün ülkeler için özellikle de gelişmekte olan ülkeler için hayâtî ehemmiyete sahip. Enerji bağımsızlığı Türkiye’mizin de en mühim meselelerinden biridir. Yakın geçmişte Türkiye’nin petrol ve doğal gaz aramalarının sürekli olarak nasıl engellendiği iyi biliniyor. Ödemeler dengesindeki câri açığın azaltılmasının enerjide dışa bağımlılığın azaltılmasıyla mümkün olacağı da...

18 Nisan 2024 tarihli Yeni Şafak gazetesindeki “Enerjide bağımsız olmak” başlıklı önemli yazısında Erdal Tanas Karagöl’ün tespiti iyi anlaşılmalıdır: ‘’Enerjide bağımsız ülke olmak ekonomide de bağımsız ülke olmak anlamına gelecektir.”

Kavga eden balıklar

Türkiye’nin enerjide bağımsız ülke olma imkânı vardır. Bağımsız ülke oluncaya kadar da enerji ithalatımızı azaltabilmemiz özellikle doğal gaz ve petrolde yapacağımız yeni keşiflerle mümkün olacaktır. Bu gerçeği çok iyi fark eden Cumhurbaşkanımız Erdoğan, doğal gaz ve petrol aramalarımızı genişleterek sürdürüyor.

Karadeniz’deki doğal gazımızın evlerimizde kullanılmaya başlanması bu alandaki başarımızın çok önemli bir delili. Enerji üretiminin bir diğer boyutu olan yenilenebilir enerji alanında gerçekleştirdiğimiz araştırmalar ve yatırımlarla güneş ve rüzgâr enerjisi üretimimizi arttırarak, elektrik üretiminde doğal gazın payını yüzde 50’den yüzde 20’ye indirmemiz de enerji bağımsızlığına giden yolumuzda çok önemli bir başarıdır.

Enerjide bağımsız olma yolunda ilerleyebildikçe ekonomide de yüksek büyüme ve düşük câri açık hedefimize yaklaşacağız. Bunu başarabildiğimiz ölçüde geçmişte defalarca yaşadığımız düşük büyüme, yüksek câri açık, yüksek enflasyon, yüksek döviz kurları artışı gibi toplumu çok zorlayan sorunlardan uzaklaşacağız.

Diplomasi dünyasında iyi bilinen esprili bir tespiti de burada hatırlayalım: Bir su birikintisinin yanından geçerken suyun içinde birbiriyle kavga eden iki balık görürseniz, bilin ki kısa süre önce oradan bir İngiliz geçmiştir.

“Bir damla petrol bir damla kandan daha değerlidir” diyen İngiliz Churchill şimdi yaşasaydı acaba ne derdi?

Bu suâlimizin muhatabı da İngiliz Dışişleri Bakanlığı olsun!