Bilim ve teknoloji havariliğinden Millî Uzay Programı karşıtlığına
Türkiye doğru bir yol üzerindedir. Büyük sorunları çözme kapasitesi ve Millî Uzay Programı gibi sahici adımlar takip edilen yolun doğruluğunu gösteren delillerdir. Yeni bir yükseliş çağının başındayız.
Millî Uzay Programı, tahmin edildiği gibi siyasî bir meseleye indirgendi ve hak ettiği ölçüde tartışılmadı. Muhalif siyasî parti başkanlarının ve temsilcilerinin, açıklanan program hakkında alakasız sözlerle karşıtlık oluşturması oldukça dikkat çekiciydi. Herhangi bir siyasî tartışmaya mahal bırakmayacak şekilde gelecek nesilleri doğrudan ilgilendiren bir projeye ilgi göstermediler ve böylelikle bugüne kadar savundukları görüşleri inkâr etmiş oldular. Bu da benimsedikleri fikirlerle ilgili olarak sahici bir tutum içinde olmadıkları anlamına gelir.
Coğrafî keşiflerden sonra dünya yeni bir şekil almış, Avrupa diğer kıtalara nazaran belirli bir üstünlüğe ulaşmıştı. Bu üstünlüğün temelinde bilim ve teknoloji alanındaki gelişmelerin yer aldığı düşünülüyordu. Kolonyalist Avrupa devletleri dünyanın geri kalanı üzerinde kurduğu hâkimiyet ile büyük bir değişime sebep oldular. Avrupa devletlerinin bilgi ve teknoloji sahasındaki üstünlüğü Osmanlı coğrafyasını da derinden etkiledi. Türkiye’nin modernleşme tarihi de bu şartlarda başladı. Modernleşme tarihimiz genel olarak matbaanın kurulması ile başlatılır.
Bağımlı yapıların söylem üstünlüğü vardı
Modernleşme, yenileşme, muasırlaşma, garplılaşma gibi adlarla anılan süreç ilericilik ve gericilik, çağdaşlık ve çağdışılık gibi ideolojik yaftaları da öne çıkarmıştı. Özellikle İstanbul’da matbaanın getirilmesiyle ilgili tartışmalar gericilik, yobazlık, fanatizm gibi daha çok din ve bilim zıtlığını ima eden kavramlarla izah edilmişti. Tarihimize karşı gösterilen bu olumsuz tavır nesiller arasında aktarılan bir mirasa dönüştü. Esasen bu türden fikirleri çürütmek için ortaya konulan çabalar da sonuç üretmekten uzaktı. Birbirini besleyen bir karşıtlıktan bahsediyoruz. Osmanlının son dönemlerinde muazzam bir yenileşme çabasına karşın mağlubiyetleri durdurmak mümkün olmadı.
İdeolojik bir yaklaşıma kurban edilmemesi gereken modernleşme döneminin yeni bakış açıları ile tekrar ele alınması adeta bir zorunluluktur. Bilindiği gibi kara ve deniz mühendislik okullarının açılması ile farklı bir boyut kazanan modernleşme sürecine 19. yüzyılın başlarında tıbbiye de katılır. İki yüz elli yıllık modernleşme sürecinden sonra bütün dünya ile birlikte yakalandığımız salgın bizi de sınavdan geçirmiş oldu. Bu gerçek bir sınavdı ve mazereti yoktu. Salgın döneminde kara ve deniz ile birlikte hava mühendisliğinin de sınandığı bir iklim oluştu. Böylelikle soyut ideolojik tartışmaların kıskacından kurtulmamızı sağlayan fiilî bir durum ortaya çıktı. Doğu Akdeniz ve Karadeniz, Libya, Suriye, Irak ve Karabağ olayları salgın sürecini Türkiye açısından varlık yokluk mücadelesine dönüştürdü. Emperyalist devletlerin ülkemiz ve coğrafyamız üzerindeki baskı ve iç işgal girişimleri bu mücadeleyi daha da şiddetlendirdi. Nihayetinde emperyalist devletlerle menfaat birlikteliği kuran bağımlı yapılar söylem üstünlüğüne de sahipti.
Bilimciler, gerçek bilimden rahatsız oldu
Salgın döneminde sağlık sektörünün çökmediğini gördük. Bunda modernleşme döneminde kurulan okulların çok büyük bir rolü vardı. Fakat en az bunun kadar önemli bir gelişme de Erdoğanlı yıllarda sağlık alanındaki dönüşümler ve yatırımlardı. Osmanlının son dönemlerine damgasını vuran yenileşme çabalarını bir temel olarak kabul ettiğimizde son yıllarda meydana gelen büyük değişimleri farklı bir modernleşme hikâyesi olarak değerlendirmek mümkündür. Benzer bir durum mühendislik alanı için de geçerlidir.
- Artık zaferleri ile mağduriyetleri gideren bir ordudan bahsediyoruz. Kuşkusuz bu zaferleri mühendislik sahasında meydana gelen değişimlere indirgeyemeyiz fakat geçmişin acı tecrübeleri bilgi ve teknolojinin önemi hakkında yeterince veri sunar. Zaten tarihin ideolojik yoruma kurban edilmesi de bu verilerle alakalıydı. Belirli çevreler bilim ve teknoloji havarisi olarak öne çıkıyor ve tarihi yargılıyordu.
Tarih, toplum, kültür, din ve medeniyet ile alakalı eleştirel bakış coğrafyaya da sirayet ediyor, derin bir yabancılaşma süreci yaşanıyordu. Bunun da ideolojik bir tercih olduğu anlaşıldı.
Millî Uzay Programı açıklandıktan sonra ortaya çıkan tepkiler adeta bir tarih laboratuvarında yapılan deneylerde elde edilen sonuçlar gibiydi. Bilimci çevreler, açıklanan programla ilgili olarak memnuniyetsizliklerini dile getirmekte sakınca görmediler. Programa öncülük eden Erdoğan’ın tarih, toplum, kültür, din ve medeniyet idiyeti üzerinden bir değerlendirme yapıldığında geçen yüz yılın ilericilik ve gericilik gibi ideolojik tartışmalarının zaman kaybettirmekten başka bir işe yaramadığı anlaşılır. Bu, coğrafyamızla ilgili tartışmalar için de geçerlidir. Oryantalist indirgemeci yaklaşımların ideolojik olmaktan öteye geçemediğini laboratuvar ortamında görmüş olduk. Muhatap olduğumuz sorun ne din ve bilim ne de ilericilik ve gericilik çatışmasıyla açıklanabilirdi. Aksi olsaydı Erdoğan’ın bu çalışmalara öncülük etmemesi gerekirdi.
Hastalık çok derinlere işlemiş
Avrupa merkezci düşünme biçimi derinlere nüfuz etti. Bunun sonucu olarak kendimize yabancılaştık. Bilimci çevrelerin bize ait olana karşı nefret yüklü oldukları anlaşılıyor. Bilim, felsefe, sanat ve teknoloji Batı kaynaklı olduğunda hayranlık ifade edenlerin; sıra kendine gelince nefret söylemine sarılması hastalığın derinlere işlediğini gösterir. Bunun tedavi gerektiren bir durum olduğu açıktır.
Türkiye doğru bir yol üzerindedir. Büyük sorunları çözme kapasitesi ve Millî Uzay Programı gibi sahici adımlar takip edilen yolun doğruluğunu gösteren delillerdir. Yeni bir yükseliş çağının başındayız.