Beyin kontrolü için çipe gerek var mı?

HABER MASASI
Abone Ol

Her şeyi kontrol altında tutmak için bitmek tükenmek bilmeyen bir iştahla saldırıyorlar. Petrolü kontrol ederek ülkeleri, gıdayı kontrol ederek insanları yönetmeyi düstur edinmişlerdi. Ama o hikaye çok geride kaldı. Artık gıdaya ya da başka herhangi bir şeye ihtiyaç duymadan insanları yönetmenin peşindeler. Bu konuda fena da değiller. Arzuladığımız şeyler aslında bizim isteklerimiz değil; aldığımız şeyler aslında ihtiyaç duyduklarımız değil; duyduğumuz şeyler aslında duymak istediklerimiz değil ve belki farkında değiliz ama yaşadığımız hayat çoğumuzun yaşamak istediği hayat değil. Belki bireyler olarak değil ama kitleler olarak iplerini ‘birilerinin’ tuttuğu kuklalar gibiyiz. Kontrol manyaklarının elinde oyuncak olmuş bir yığının parçaları... Çoğumuz, her şeyimizin kontrol altında olduğunu düşünüyor ve daha hiçbirimizin kafasına çip bile takmadılar. Bir de çip takarlarsa ne olur, tahmin edebiliyor musunuz? Teknolojik keşifleri ve bu konudaki cesur eleştirileri ile tanıdığımız mucit ve iş adamı Tuncay Uludağ tahmin edebiliyor. Ve vardığı sonuç çok çarpıcı: “Hiçbir şey olmaz.” Uludağ’a göre insan kafasına hiçbir zaman çip takmayacaklar. Bir şeyler taksalar bile, onunla beyin kontrolü sağlayamayacaklar. Çünkü insanı elektronik bir robota çevirmeye çalışanlar, bir detayı atlıyor: İnsan elektronik değil, elektrokimyasal bir varlıktır.

‘İnsan yönetimi’ diye bir kavramla karşı karşıyayız. Bu kavram aslında, dünyanın egemen yapılarının kurguladıkları düzenin devamına yönelik bir faaliyet olarak değerlendiriliyor. Böyle bir insan yönetimi, yani teknoloji üzerinden bir ‘insan yönetimi’ mümkün mü?

Tuncay Uludağ: Aslında konu çok derin. En basit ifadeyle, sosyal medya ile zaten bir yönlendirme yapılıyor. Radyo dalgaları ya da birtakım seslerle insanların yönlendirilmesi diye bir durum söz konusu değil. Öncelikle, ‘beyin kontrolü’ denilince ne anladığımıza bakmalıyız. Yani insanları bir seçim yapmaya, ya da yapacağı bir işi belirlemeye yönlendirebilirsiniz. Bunu kelimelerle, görsellerle ya da medyayla yapabilirsiniz. Ama ‘uzaktan kontrol’ dediğimiz zaman, iş bambaşka bir boyuta gidiyor. Çünkü insan beyni sonuçta elektronik bir yapı değildir. Yani herhangi bir elektronik cihazla ara birim yapabilecek bir cihaz değil. Evet beynimiz elektrik dalgalarıyla çalışır. Aslında her atomun etrafındaki elektronla oynayınca enerji açığa çıkar. Bizim beynimiz de tamamen elektrokimyasalla haberleşir. Ama elektrokimyasalla haberleşmesi, onun elektronik olduğu anlamına gelmiyor.

Popüler iddialar “Biz insan beynini frekanslarla yönetiyoruz” diyor. Ama bu tamamen abartı ve gerçekle alakası yok. Zaten gerçek olsaydı medikal olarak tıbbi bir karşılığı olurdu ama yok. Bir de beyinde böyle bir kontrolü karşılayacak bölüm yok. Yani beyinde “ben şu frekansı alıp komuta dönüştürüm de sağa ya da sola döneyim” diyecek bir alan yok. Yani beyni frekanslarla kontrol edemezsiniz ama ne yapabilirsiniz? Kimyasal yapısını bozabilirsiniz. Protein sentezini durdurabilirsiniz. Ama bunlar ‘kontrol etme’ anlamına gelmez. Beyindeki kontrol merkezleri bellidir. Konuşma, duyma, görme gibi merkezler biliniyor. Siz bu merkezlere çok yakın bir yerden enerji verip manyetik alan oluşturabilirsiniz ama beyin güçlü manyetik etkileri de tolere etme kabiliyetine sahiptir. MR makinesine giren beyne 3 teslalık manyetik etki veriliyor ama beyinde herhangi bir bozulma görülmüyor. Yani beyin o kadar dayanıklıdır ki, böyle bir manyetik etkiye bile karşı koyar. Hal böyleyken radyo frekansları ile insan beyninin yönlendirilebileceği tezinin hiçbir gerçeklik payı yok.

Beyin bu tür bir etkiye karşı bariyer koyuyor demek ki. Bu da şu anlama gelir mi? ‘Cenab-ı Hak insanın beyni etkilemeye tevessül edeceğini bildiğinden böyle bir bariyer yaratmış ve onlar bu bariyeri aşamıyorlar.’ Böyle diyebilir miyiz?

Tuncay Uludağ: Diyebiliriz aslında. Beyne çok yakından müdahale edebilirsiniz ama yine de düşünceyi kontrol edemezsiniz. Hatta düşünceyi okuyamazsınız ya da rüyaları kaydedemezsiniz.

Yüksek Teknoloji Uzmanı Tuncay Uludağ.

Buradaki mantık nedir? İnsan beyni elektrokimyasal hareketlilikten dolayı sürekli sinyaller yayar. Alfa, beta, gama dediğimiz hatta daha düşük frekansta sinyallerdir bunlar. Mesela ben sakin duruyorum, beynim de 12-17 hertz arası bir frekansta salınım yapıyor. Ya da çok yoğun düşündüğümde bunun üstüne çıkabilir. Mesela şizofreni hastalarını bu yöntemle algılıyorlar. Çok çok sakinim ve frekanslar 8 hertze düştü, demek ki ben uyuyorum. Bu tür bir okuma yapılabilir.

Ama düşünce okuma dediğimiz zaman iş değişiyor. Beynimizde milyarlarca nörondan oluşan bir sistem var ve bu sistem her insanda belli bölgelerde sabit olsa da yapılan işlemler her insanda farklı.

Yani iki insanın beyninin bir kelime ya da olaya karşı vereceği frekans tepkisi aynı değildir ve olamaz da. Buradaki frekans dediğimiz şey elektrokimyasal etkileşiminden dolayı ortaya çıkan manyetik alan ya da elektrik enerji. Bunu tespit için beyne elektrotlar takıyor ve enerjiyi dinliyoruz.

Ama bu bütünü dinlemek demek değil. Yani milyarlarca hücreden çıkan hareketi ya da insanların davranışlarını yöneten beynin bir birimini yönetmek manasına gelmiyor?

Tuncay Uludağ: Hayır o anlama gelmiyor.

Peki Elon Musk’ın bu konuda yapmaya çalıştığı ne? Çip takılmış beyin, usb port takılmış kafa görselleri. Bunları görünce ‘öyle bir noktaya geldiler ki artık insanı bir elektronik alet gibi müdahale edilebilir robota dönüştürecekler’ diyoruz. Musk ve onun gibilerin yapmaya çalıştığı ne?

Tuncay Uludağ: Burada çok büyük bir abartı var. Mantıken buradaki asıl zihin kontrolü sizi bunu yapabileceklerine inandırmaları. Diyorlar ki ‘bakın biz o kadar geliştik ki, insanın beynini okuyabiliyoruz. Ne yaptığını görebiliyoruz, yönetebiliyoruz’. Asıl zihin kontrolü bu ve sizi buna inandırmaya çalışıyorlar. Tüm bunlar sadece beyne çip taktık demek için yapılan uygulamalar. Eğer böyle bir teknolojiniz varsa, bunun yansımalarını görmemiz gerekir. Felçli insanlarda bu gelişmiş uygulama neden kullanılmıyor?

Evet beyni dinleyebilirsiniz ama yakından, uzaktan değil. Ben buraya bir elektrot bağlarım. Benim her düşüncemde bir sonuç çıkar ama bu sonuç kişiye özgüdür. Mesela güneş kelimesine verilen tepkiyi ölçebilirsiniz ama birinin aklına çöl gelir, birinin aklına tatil, bir diğerinin aklına cehennem. Tek bir kelime bile herkesin beyninde farklı noktaları aktive ediyor. Çünkü aldığınız sonuç kişinin o güne kadarki tüm tecrübelerinden bağımsız değildir.

Fourier denklemleri diye bir şey var. Binlerce dalganın karışımından siz istenilen bir noktanın ne olduğunu bulamazsınız. Basit olarak birinin kafasına elektrotları bağlarız, farklı şeyler düşünmesini isteriz. Spektrumda gördüğümüz sayısız dalga arasında bir dalgayı sürekli üretiyorsa ona odaklanırız. Diyelim ki ben gözlerimi kocaman açmayı düşündüm. Tam bu sırada beynimin ürettiği dalgayı yakalıyor ve ‘ben bunu bir yerde kullanabilirim’ diyor. Mesela o frekansta kolunu hareket ettiriyor. Ama bu da okumak değil, bu etkisini görmek yani sonuçta burada sürekli bir hareket var. Ama bu da sabit değil çünkü zamanla düşünceler ve etkileri de değişiyor ve dolayısıyla frekanslar da değişiyor.

Diyelim Elon Musk beyne çip taktı. Bu çip ne yapacak? Beyinde adres yolu yok, veri yolu yok, bağlanabilecek, bunu karşılayabilecek bir sistem yok. Çünkü biz yarı iletken temelli değiliz, kimyasal temelliyiz. Yani elektrokimyasal hareket var.

Peki Musk’ın ya da benzerlerinin bu çıkışlarına karşılık akademiden ya da diğer çevrelerden niye itiraz gelmiyor? ‘Bunu yapman imkansız’ diye bir çıkış duymadık hiç.

Tuncay Uludağ: Çok iyi inandırıyorlar. Anlattıkları şeylerin altını çok iyi dolduruyorlar. Hastanelerde uyku kalitesini ölçmek için sistemler vardır, bunun için kafanıza elektrotlar takılır. Aynı elektrotu beynin altına da takabilirsiniz ama bunun hiçbir anlamı yoktur. Sadece şovdur bu. Şu an eğer gerçekten insanın her düşüncesini okuyan ya da kontrol eden bir teknoloji olsaydı zaten, bunun birçok alanda uygulamasını görürdük. Ama şu an zaten böyle bir yapı yok, çünkü işin en basit özetiyle insan elektronik bir yapı değildir.

Frekanslar sokak hayvanlarının dengesini bozdu.

Peki bu ‘big data’ neden hala toplanıyor? Ne işe yarayacak bu?

Tuncay Uludağ: Bu tamamen psikolojik kontrol. Videolarla, sosyal medya ile siz belli bir kişiyi yönlendirebilirsiniz. Youtube da para verirsiniz, birkaç kişiye video yaptırırsınız ve sonuçta olmayan bir şeyi olmuş ya da yanlış bir şeyi doğru gibi gösterebilirsiniz. Bir medya kurarsınız, yaşanmamış bir şeyi, sanki herkes onu yaşıyormuş gibi gösterirsiniz. İnsanlar da sonuçta taklit eder. “Bak herkes böyleymiş. Ben bunun tersini düşünüyordum” diyor. Burada ne yapılmış oluyor? Psikolojiyi kullanarak beyni etki altına almış oluyor. Seyrettiğiniz videolar, görüntüyle yönlendirmeler, kelimelerle yönlendirmeler gibi alanlarda zaten daha çok çalışma var. Ama diğer taraftan her zaman teknolojiyi daha fazla abartırlar.

Sonuçta insan beyni elektrik dalgalarıyla çalışan bir organ. Elektrik dalgalarında küçük bir sapma sağlayıp insan davranışında büyük bir değişime yol açılması mümkün değil mi?

Tuncay Uludağ: Bu şekilde beyni bilinçli bir şekilde kontrol edemezsiniz ama bozabilirsiniz. Onun bozulmasından çıkan etkiler vardır. Mesela ilaçlarla bunu yapabilirsiniz. Bir hapla beyin uyuşturulabiliyor, hiçbir şey hissetmezsiniz. Ya da hormon dengeniz değiştirilebilir. Ama bu elektrokimyasal bir hareket. Siz aynı etkiyi sadece elektronik olarak yapamazsınız. En fazla şunu yapabilirsiniz: Beynin görme merkezi, konuşma merkezi gibi bir noktasına derinden manyetik alan verirsiniz. Buraları yoğun bir enerji altında tutarsanız orayı bozabilirsiniz. Ama bu yine kontrol etmek değildir. Çünkü beynimizle RF (radyo frekansları) ile çalışabilecek bir mekanizma yok.

Frekans dediğimiz bir dalga boyudur. İnsan vücudundaki herhangi bir hücrenin boyutunda dalgalar verirseniz, o hücreyi bozabilirsiniz. Ama bu da kontrol etmek değildir. Mesela yüksek frekans altında kalırsınız. Beyniniz ısı oluşturur. Bu da size stres yapar ama bu uzaktan sizi kontrol ederek sizi strese soktukları anlamına gelmiyor.

  • Son zamanlarda yaşanan bu köpek saldırılarının artmasının frekanslarla bir ilgisi olabilir mi? Çünkü onların frekans algısının çok farklı olduğunu biliyoruz. Sokakta elimizle beslediğimiz köpek bile artık saldırgan hale geliyor. Bunun maruz kaldığımız frekans bombardımanıyla ilgisi olabilir mi?
  • Tuncay Uludağ: Kesinlikle olabilir. Yani yüksek frekanslarla sürekli beyinlerini ısıtıyorsunuz. Mantık olarak canlının hücre yapısı ve beyni ne kadar küçükse, dalganın verdiği zarar daha büyük olur. Frekansın dalga boyu o canlının yapısına yaklaştığı zaman bütün dengeyi bozmuş oluyor zaten. Beyinin yapısını bozuyorsunuz. Kontrol etmek anlamında değil ama ısıtmış oluyorsunuz. Mesela kuşlar üstünde bence çok daha fazla etkisi var. Gerçekten birçok yerde sebebi belli olmayan kuş ölümleri var. Mesela yine arıların ya da benzer o boyuttaki canlıların ölümünün çoğaldığına dair çok fazla haberler var. Bunlar boyutları küçük canlılar, yüksek frekanstan daha çok etkilenir. Etrafta şu an o kadar çok RF sinyali var ki, bunlar hayvanın beyinde sürekli ısı yapıyor. En azından hayvanda stres yapıyor. Bu da köpeklerde saldırganlık yapılabiliyor. Tabii bunun bilimsel olarak daha iyi incelenmesi lazım.
  • Sadece hayvanlara değil, bitkilere de zararı çok büyük. Ben bitkilerle de deneyler yaptım. Bitkinin bazı yapraklarına yüksek frekans verdim. 2 saat sonra yaprak kupkuruydu ve kıtır kıtır kırıldı. Yüksek frekansların bitkilere zararı çok daha büyük. Sosyal medyadan bana çok fazla mesaj geliyor. Evinin yanına yüksek frekans yayıcı direk ya da cihaz dikilen kişiler, artık balkonlarında ya da evlerinde bitki yetiştirememekten şikayet ediyor. Bitkileri ölüyor. Burada 2 etki var. Birincisi zaten yapısını bozuyorsunuz, ikincisi ısıtıp suyunu kaybetmesine neden oluyorsunuz. Suyunu kaybettiği zaman da zaten bitki ölmüş oluyor.

Kissinger’ın bir sözü var ‘petrolü kontrol ederseniz ülkeleri; gıdayı kontrol edersen insanları kontrol edersiniz’ diyor. Yani sonuçta bunlar insanı yönetmek istiyorlar. Buradaki amaçları da mevcut dünya düzeninin devamını sağlamak ya da daha etkin, daha kalıcı hale getirmek. Ve tabii bir de işin ticari yönü var. Ürün pazarlamak istiyorlar. Ayrıca inanç yönü var, siyasi yönü var. Bunda ne kadar başarılılar? Bu teknoloji henüz emekleme devresinde de, ileride beynimizi yönetme hedeflerine ulaşabilirler mi?

Tuncay Uludağ: Medya ile zaten şuan bunu yapıyorlar. Hatta insanları değiştirmek istedikleri yere de getirdiler. Şu an baktığınız zaman insanlar youtube dan, sosyal medya araçlarından para kazanmaya başladı. Hatta tek mesleği bu olan insanları oluşturdular. Şu an youtube kapansa ya da herhangi bir sosyal platformdan biri kapansa kaos olur. Rusya’da örneklerini gördük. Ağlayanlar, çıldıranlar oldu. Çünkü insanın gelir kaynağını yok ettiler. Önce ekonomik kriz oluşturdular, insanları bu hale soktular sonra da ona çözüm sundular. İnsanlara bu tip ekonomik uygulamalarla para kazanabilecekleri yöntemler sundular. Herkesi kendi personeli yaptılar. Ama burada bahsettiğimiz para da tabii ki kripto para.

Sizi kendilerine bağımlı kılarak, küresel tröstlerin önüne devletlerin set çekmesini mi engelliyorlar?

Beyniniz ısı oluşturur. Bu da size stres yapar ama bu uzaktan sizi kontrol ederek sizi strese soktukları anlamına gelmiyor.

Tuncay Uludağ: O kadar büyük bir güç ve o kadar büyük bir kontrol var ki karşı çıkamıyorsunuz. Çünkü ilgili kurumlar olsun, bağlantılı yerler olsun, RF ile ilgili bilimsel bir dille ‘bu zararlı değil’ diyorsa zararlı da olsa zararsız sayılıyor. Kamu erki de ona uyuyor. DSÖ bir şey söylüyor, yanlış da olsa herkes buna uymak zorunda. Uymadığınız taktirde yaptırımlara maruz kalıyorsunuz. Bunu her şeyde uyguladılar ve standartlar getirdiler. Yasal yolla dayatıyorlar. Yanlışa yanlış deseniz bile, standartlara bakıyorlar ve ‘koskoca örgüt böyle diyor’ deyince sizin yapacak bir şeyiniz kalmıyor.

O zaman artık ‘normal’ bu olduğu için bunlara itiraz etmek delilik olarak mı kabul edilecek?

Tuncay Uludağ: İtiraz edenler de korkuyor. Normal kişiler bunu konuşabilir ama elektronik olsun tıp olsun sektörle ilgili belli alanlarda doğruyu söyleseniz bile siz bütün herkesi karşınıza almış oluyorsunuz. Sonuçta oyunların hepsi zaten gayet açık bir şekilde oynanıyor.

Sizin söylediklerinizden şunu anlıyoruz: Bunlar şu anki teknolojiyle beyin bariyerini aşıp bizi yönetemezler. Peki RF veya bluetooth benzeri teknolojilerle beyni yönetemeseler de bedene zarar verebilirler mi?

Tuncay Uludağ: Frekans yükseldiği zaman dalga boyu küçülüyor. İnsan hücrelerinin boyutuna yaklaşan frekansları kullandığımız zaman o hücrenin yapısını bozuyorsunuz. Standart bir modemle bile bu yapılabilir. 5 Ghz cihazlar çıktı mesela. Bu saniyede 5 milyar kere titreşim göndermek demek. Yani benim vücudumdaki hücreleri oluşturan atomların serbest elektronları şuan saniyede 5 milyar kere sağa sola oynuyor. Bu da bana ek bir ısı veriyor. Vücudumuz da ısısını 37 derece sabit tutmak için sürekli enerji harcıyor ve bu da yorgunluk yapıyor.

Virüsleri düşünün mesela. Boyutları 30 nanometre ile 300 metreye arasında. Yani ben ortalama 100 nanometre boyutunda bir frekans verdiğimde virüsleri öldürebiliyorum. Bu mor ötesi ışık veren sterilizasyon cihazları böyle çalışır. Dalga boyu ne kadar küçükse enerji seviyesi o kadar yüksektir. Enerji seviyesi yüksekse, vücudundaki atomları o kadar çok hızlı hareket ettir ve o kadar çok normal olmayan ısı oluşturur. Ama burada dışarıdan bir ısı yoktur. Mikrodalga fırın gibi içeriden etki eden bir ısı. Yani frekansların bize etkileri sadece ısıyla olabiliyor. Ve ısı sizin hücre yapınızı bozabilir. Kanserin mesela en büyük sebeplerinden biri de bu zaten. Bilimsel olarak da birçok kez kanıtlanmış bir şey. Ama bilim ‘şu frekansların kanser yaptığına dair kanıt yoktur’ diyor. Yapmadığına dair kanıt var mı? O da yok. Kendi yaptıkları teknolojiler bunun üzerine kurulu, kullanacağı bir şeye neden zararlı desin?

  • Elon Musk sürekli uzaya uydu ve vericiler gönderiyor. Bir taraftan da mesela Ukrayna’da olduğu gibi çok geniş bölgelere bedavaya internet altyapısı sağlıyor. Buradan çıkarları ne bu adamların? Yani nereden para kazanıyorlar?
  • Şimdi şöyle düşünün buradaki uydular alçak irtifalı. Yani yer yüzünden 400 ile 420 kilometre yukarda. İstanbul’dan Ankara’ya kadar bir mesafe aslında. Uzay deyince insanlar öyle çok uzakta bir yer düşünüyor ama aslında değil. 100 kilometre çıktığınızda aslında uzaydasınız. Dünyanın yer çekiminin azalmaya başladığı yerden itibaren uzayın başladığını kabul ediyoruz ama 380 bin km uzaktaki Ay bile dünyanın çekimi etkisinde. Ay ve uzayla ilgili söylenen şeylerin çoğunun altında hiçbir gerçeklik yok. Gerçeklik yok derken şundan bahsediyorum: Eğer kullanılan bir teknoloji varsa, bunun dünyada yansıması olması gerekir. Mesela en son Mars’a inecek robotun içine baktığınız zaman dört tane lityum iyon pil görüyoruz. Oysa bu piller 0 derecede şarj, -20 derecede de deşarj olmuyor yani kullanılamıyor. Ve normalde ben bunu ısı kontrollü şartlar altında tutmazsam bir ayda bozuluyor. Bunlar Mars’a sözde 6 ayda gitti. 6 ay boyunca eksi 270 derecelik uzay ortamında bunu nasıl korudun?
  • Gerçek uzaya hiç bir zaman çıkamadılar.
  • NASA mesela 18-19 metrelik, üzerinde maden bulunan küçük bir gök taşını görüntülüyor. Görüntünün mesafesi 1, 1.5 milyon km. Şu anda Ay’a gidilmediğini söyleyen milyonlarca insan var. Ay’ın bize uzaklığı 380 bin km, senin bir teleskobun 1 milyon km’de ufacık bir şeyi gösteriyorken niye o teleskopla Ay’daki ABD bayrağını gösteremiyorsun?
  • 50 milyon km uzaktaki Mars’a araç gönderdiklerini iddia ediyorlar. Bu seyahatte uzay aracının kontrolünü sağlamanız için dünyanın yörüngesinden çıkmış bir ve inanılmaz hızla giden bir cihaza kilitlenmeniz lazım. Bunun tek yöntemi verdiği sinyali sürekli dinleme ya da radarla kitlenmek. Ancak şu anda ABD’nin askeri radarlarının gücü bile Rusya’ya olan mesafesinden kısa. Elon Musk Mars’a canlı göndermekten bahsediyor. Binlerce ton da gerekli kargo göndereceğini söylüyor. O kargo da başka yere gidecek ama o başka konu. Dünyanın etrafında bir manyetik kalkan var ve buradan bir canlının geçmesi imkansız. Elon Maks bunu kabul ediyor ve diyor ki “evet tabi ki buradan canlı geçemez. Manyetik alanı engelleyen bir kalkan geliştirdik. Bu kalkanın içindeki insanlar manyetik alanı geçecek”. Madem bu manyetik alanın geçilemeyeceğini kabul ettiniz, o zaman Ay’a gidilmediğini de itiraf etmiş oluyorsunuz. Ayrıca elinde dünyanın manyetik alanını engelleyen bir kalkan olduğunu söylüyor. Eğer elinde böyle bir şey varsa uzayla falan uğraşmana gerek yok. Elinde sonsuz bir enerji kaynağı var demektir. Dünyanın manyetik alanını tek taraflı geçebilen bir mıknatıs sonsuz enerji kaynağıdır.
  • Marsa gönderilecek insanlar için incecik kıyafetler yapmışlar. Madem elinizde böyle bir teknoloji var, gidin MR ve benzer odalara takın. Şu anda bunları yapmak için metrelerce kalınlıkta kurşun duvarlar kurmak zorundasınız. Elinizde bir teknolojiniz varsa uçağı kaplayın. Uçak en basit örnek. Söyledikleri teknoloji gerçekse tabi...

Yani beynimizi yönetmiyorlar ama bedenimizi yönetiyorlar. Dolayısıyla da beyninizi yönetmiş olmuyorlar mı?

Tuncay Uludağ: Aynen öyle yapıyorlar. Sizin yaşam tarzınızı biliyor, evinizi biliyor, konumunuzu biliyor. Yani sizin nasıl yaşadığınızı biliyor. Sizi yönlendirmek için her türlü veriyi zaten topluyor. Burada beyninize çip takmaları hiçbir işe yaramayacak.

Radyo frekansları burada ne işlerine yarar?

Tuncay Uludağ: Görüntü olsun, yer olsun, konum olsun, bilgi olsun... Bunların sensörlerinin hepsi radyo frekansıyla çalışıyor ama buradan daha fazla data almak için daha yüksek frekansa ihtiyaç var. Daha yüksek frekans insan sağlığına zararlı ama bu onları durdurmuyor. İnsan vücudundaki en büyük hücre yumurta hücresidir. Burada 2-3 derecelik fark bile bebeğin cinsiyetini belirler. Yani cinsiyet tayinini uzaktan yapabilirler. Bu etkiyi artırdıkları zaman, bu kez çocuk olmasını tamamen engelleyebiliyorlar.

Bu tehlikelere karşı nasıl tedbir alabiliriz. Bunlardan korunmak mümkün mü?

Tuncay Uludağ: Manyetik alandan korunmak aslında çok zor bir şey. Korunmak için yapabileceğimiz tek şey bu cihazlara fazla yakın durmamak. Yani şöyle düşünün, RF’nin gücü o kadar değişkendir ki, siz frekans kaynağı ile mesafenizi 1 metreden 2 metreye çıkardığınızda, frekansların etkisi lineer azalmaz. Karesiyle ters orantılı olarak azalır. Yani sizin 1 metre uzaklaşmanız, zararını binlerce kat düşürmeniz demektir. En büyük zarar, çıkış noktasından 2-3 metre mesafe içindedir. 4 metre gittiğiniz zaman zararı binlerce kat azalır. Ama aşırı uzak durduğunuz zaman bu sefer de kullandığınız cihazların çekim gücü düşer. Çekim gücü düşen telefonunuz çok daha fazla güç basacak. Bu daha zararlı. O zaman korunmanın en iyi yolu bir denge kurmak ve frekans yayıcı ile her zaman mesafeyi 3-4 metre olarak korumak.

Yani ev için konuşursak, WiFi modemle aramızda 3-4 metre olması yeterli.

Teknolojinin zararlı olup olmadığı, biraz da onu kimin hangi amaçla kullandığıyla ilgilidir.

Tuncay Uludağ: Özellikle uyku sırasında. Mantık şu: Şimdi biz normalde sürekli dışarıda dolaşıyoruz, hareket ediyoruz, bir yerlere gidiyoruz. Burada anlık frekans aldığımızda bile vücut kendini sürekli soğuttuğu için etkiyi azaltıyor. Ama evdeyken sabitsiniz. Burada daha az hareket ediyorsunuz. O zararı sürekli alıyorsunuz. Bir şey sürekli sizi ısıtırken, vücudunuz soğutmaya çalışıyor. Yani vücudunuzdaki elektronlar bir türlü sakin durmuyor. Mesela tablet ya da telefonu göğüs seviyesinde tutarak video izliyoruz. Zaten RF’nin en çok etki ettiği yer de yumuşak dokulardır. Ve tabii ki çocuklardır. Çocukların vücutları daha sıvı ve manyetik alana daha çok maruz kalıyor, dolayısıyla kan kanseri en çok çocuklarda görülüyor. 5 Ghz bir modem çocuğun bütün hücrelerini saniyede 5 milyar kez hareket ettiriyor. Ya da kadınları ele alalım. Göğüslere yakın tutulan cihazlarla bedenin bu bölgesini sürekli ısıtıyorsunuz, elektronlar hareket ediyor ve hücre yapısı bozulup kansere neden oluyor. Özellikle manyetik alan her zaman zararlıdır. Bunun azı çoğu yok. Ama burada önemli olan siz buna ne kadar süre maruz kalıyorsunuz? 2 birimi 2 saniyede alabilirsiniz, ya da 2 birimi 1 saniyede alabilirsiniz. Totalde aynı enerjiyi alıyorsunuz ama daha uzun sürede düşük dozda almanız ısıyı atmak için size süre tanır.

Yatak odalarına radyasyon koruyucu perdeler üretiliyor. Bunun bir koruyuculuğu var mı?

Tuncay Uludağ: Radyo frekansı dediğimiz sinyaller gerçekten uzaklaştıkça çok hızlı bir şekilde düşüyor. Yani dışarıdan gelen o kadar abartılacak bir şey yok. Tabi tam camın dibinde bir verici varsa iş değişir. 20-30 metre mesafede yüksek frekanslar üreten herhangi bir şey yoksa zaten gelen sinyaller çok düşük seviyededir. Asıl tehlike yakınımızdakilerde. Modemler, telefonlar ve özellikle kablosuz kulaklıklar. Bence bluetooth kulaklıklar çok zararlı bir şey. Çünkü siz beyninizin dibinden alıyorsunuz frekansı. Kablosuz kulaklık kullanan birine termal kamerayla baktığınızda kafa bölgesinin çok ısındığını görürsünüz.

Telefon kılıflarının arkasına alüminyum folyo koymanın bu frekansları engellemek için bir faydası var mı? Bu özellikli telefon kılıfları da satılıyor artık. Bunların bir etkisi var mı?

Tuncay Uludağ: Aslında bu yolla telefonunuza Faraday kafesi yapmış oluyorsunuz. Ve telefonunuzun sinyal almasını engelliyorsunuz. Eğer sinyal alabiliyorsa daha kötü çünkü etrafını kapattığınız telefon sinyale iyi ulaşamadığı için watt’ını yükseltecektir. Baz istasyonuna bağlanabilmek için daha fazla enerji harcayacak. Eğer zarardan korunmak istiyorsanız, mümkün olduğunca sinyal yayıcı ve alıcıdan uzak duracaksınız. Uzaklaştığınız her santimetre sizi daha fazla korur. Gece modemi kapatmak, uyurken telefonu 3-4 metre uzakta tutmak alınabilecek en iyi önlemler.

Buraya kadar konuştuklarımızdan anladığımız kadarıyla, insan beynini, en azından bir çip takarak manipüle etmek şimdilik mümkün değil. Ama beyine ve insan vücuduna çip takmadan bile frekanslarla büyük zararlar vermek mümkün.

Tuncay Uludağ: İnsanların beynini RF dalgalarıyla, kablosuz uydularla, cihazlarla, seslerle kontrol etmenin altında mantıklı, bilimsel hiçbir şey göremiyorum. Böyle bir veri de yok. Zaten mantıksız da. Ama dediğim gibi en çok kullanılan yöntem yönlendirme. Bu da medya ve tüm hareketlerinizin takibi ile yapılıyor. Bir de önemli olan, bu kontrolün ne amaçla yapıldığı. Biz de sonuçta yüksek teknoloji ile uğraşıyoruz. Teknolojinin zararlı olup olmadığı, biraz da onu kimin hangi amaçla kullandığıyla ilgilidir. Cep telefonu benim insanlarla diyalog kurmam ve bilgi almak için mi çalışıyor yoksa reklam verisi toplamak, konumumu almak benim hakkımda kişisel bilgileri toplamak, iletişim kurduğum kişilerin verilerini toplamak için mi? Burada asıl sorulması gereken soru bence bu.