Balkanlarda diplomasi savaşı hız kesmeden sürüyor

DAVUT NURİLER
Abone Ol

Dağılma sürecine giren 6 Yugoslavya federal cumhuriyetine, derhal AB aday ülke statüsü verip tam üyelik müzakerelerini başlatmak tek çıkar yoldu. Ancak İngiliz ve ABD’li diplomatlar böyle bir çözüme yeşil ışık yakmadılar. Savaş baronu Miloşeviç ile Tudman gizlice anlaştı ve planlanan kanlı senaryo uygulamaya kondu. Balkanları bünyesine almayan Avrupa, bugün ABD ve Rusya’nın hesaplaştığı bir arena olarak Balkanlaşma tehlikesi ile yüzleşmek zorunda.

Mayıs ayında da Balkanlardaki diplomasi savaşının şiddetlenerek Atlantik ötesine taşındığına şahit olduk. Bu savaşın bir tarafında Sırbistan; diğer tarafında ise Kosova, Bosna-Hersek ve diğerleri bulunuyor. Kosova’nın tamamını ve Bağımsız Bosna topraklarının yarısını Belgrad’a bağlamayı bir devlet politikası hâline getirmiş olan Sırbistan’dan bahsediyoruz. Putin’in Sovyetleri diriltme politikası gibi Belgrad’daki hükümetler de Yugoslavya’nın Kosova ve Bosna gibi topraklarda yeniden hükümran olma peşindeki bir politikayı hayata geçirmeye çalışıyor. Doksanlardaki kanlı dağılma boyunca, Belgrad bu hedefine ulaşmak için her şeyi göze aldı. Yüzbinler öldü, milyonlar evlerinden sürüldü.

Anayasasında, Kosova’nın tamamını kendine ait bir toprak parçası sayan, bağımsız Bosna-Hersek’in toprak bütünlüğünü tehdit eden bu yayılmacı millî ideoloji haline gelmiş anlayış, Balkanlardaki temel anlaşmazlık konularının başında gelmekte. Balkanların en küçük devleti Karadağ’ın, Belgrad’ın vesayetini reddeden bağımsız politikalar uygulaması, özellikle NATO üyeliği, onu Sırbistan’la hasım haline getiriyor. Karadağ’ın bağımsız Kosova’yı tanıması ve Bosna-Hersek ile kurduğu dostane sıcak ilişkiler, Belgrad’ın karşısındaki cephede konumlandığı mânâsına geliyor. Geçmişi bin yıllık Katolik-Ortodoks çekişmesine dayanan Sırp-Hırvat düşmanlığı, bölgede istikrarı tehdit eden başka bir gerilim kaynağı.

Arz etiğimiz tabloya göre Sırbistan, komşusu tüm ülkelerle tek başına mücadele ediyor ve galip gelmese de iddia ve tezlerinden geri adım atmayacağını her fırsatta ilân ediyor. Bir asırlık tecrübe ve devlet geleneğine sahip Sırp diplomasisi, batılı büyük güçlerin karşısında Rusya ve Çin’i ustaca kullanarak, başta BM olmak üzere uluslararası tüm forumlarda mücadelesini kararlılıkla sürdürüyor.

BM güvenlik konseyinde Balkan savaşı nasıl yapılır?

11 Mayıs 2022 Çarşamba günü BM Güvenlik Konseyi’nde yapılan oturumun; Sırbistan ve karşıtlarının mücadele ettiği bir arenaya dönüştüğünü gördük. Dayton anlaşmasına göre, Yüksek Temsilcilik görevini geçen yıl devralan Alman devlet adamı Christian Schmidt, Bosna-Hersek ile ilgili 6 aylık faaliyet raporunu okumak için geldiği BM merkezi New York’ta, Rus ve Çinli diplomatların engellemelerini aşarak, Güvenlik Konseyi’nde konuşma yapmaya muvaffak oldu.

Yüksek temsilcilerin bu sunumları, kesintisiz 25 yıldır rutin bir şekilde devam ediyordu. Mevcut yüksek temsilciyi, kendine yakın görmeyerek tanımadığını ilan eden Sırp tarafı, konuşmasını engellemek için çok uğraştı. Devamında, Bosna-Hersek’in 3’lü cumhurbaşkanlığı konseyi üyesi ve dönem başkanı Şefik Caferoviç de yaptığı sunumda, Sırp üye Milorad Dodik’in ayrılıkçı bölücü faaliyetlerinin bölgeyi nasıl bir kaosa sürüklemekte olduğunu gözler önüne serdi. Putin’in Balkanlardaki en sadık adamı olduğunu gizlemeyen Dodik’in siyâsî çıkarları uğruna, Ukrayna’dan sonra Balkanlarda ordu kurmaktan ve yeni bir cephe açmaktan bahsettiği bilinen bir gerçektir.

Schmidt ve Caferoviç’in sunumlarının Güvenlik Konseyi tarafından genel olarak destekle karşılandığını söyleyebiliriz. BM Güvenlik Konseyi’nde diplomatik bir Balkan savaşı olarak geçen bu oturumlar; Sırp tarafının mağlubiyeti, Bağımsız Bosna’yı ve barışı savunan Boşnak tarafının ise diplomatik zaferi olarak kayıtlara geçmiştir.

Bağımsız Bosna-Hersek’in varlığından rahatsız olan ve gelişmesini istemeyen kesim, Sırplardan ibaret değil. Doksanlı yıllarda yaşanan kanlı çatışmalarda Boşnaklara karşı ikinci bir cephe açıp Mostar’da etnik temizlik yapmaktan çekinmeyen ırkçı Hırvat HDZ partisi, ayrılıkçı Sırplarla birlikte bağımsız Bosna’yı yıkım çalışmalarına katılmış bulunuyor. Kendi siyasî çıkarlarına uygun bir seçim kanununu kabul ettiremeyince devlet kurumlarını bloke ettiler, bekledikleri neticeyi alamayınca da ekim ayında yapılması gereken genel seçimleri engellemeye çalışıyorlar. Yüksek temsilci Schmidt ve diğer uluslararası otoriteler, HDZ’li Hırvatları seçimleri engelleme hamlelerinden vazgeçirmek için devreye girmiş bulunuyor.

9 Mayıs kinin bayramı?

9 Mayıs 1945 tarihi Avrupa’da NAZİ rejiminin resmen sona erdiği tarih olarak her yıl gösterişli törenlerle anılan bir yıl dönümüdür. Bu günün diğer bir adı da AVRUPA GÜNÜ’dür. Savaş karşıtı antifaşist siyâsî eğilimlerin güç gösterisi bu törenlerin, yavaş yavaş dönüşüme uğradığı, içerik değiştirdiği yazılıp söylenmeye başlandı. Avrupa’da yükselen sağcı ırkçı eğilimler ile Neonazi partiler, antifaşizm kavramının içini boşaltıyor. Bunun en bariz örneği, Rusya devlet başkanı Putin’in, Yahudi asıllı olduğunu bildiği halde Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelenski’yi Nazilikle suçlamasıdır. Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un, Hitler’in Yahudi kökenli olduğunu dile getirdiği söylem ise İsrail ile Rusya arasında diplomatik bir krize dönüştü.

2. Dünya Savaşı sonrası temel insan hakları, demokrasi gibi değerler ve savaş karşıtlığı üzerine inşâ edilen ve yakın zamana kadar sürekli büyüyen Avrupa Birliği’nin fabrika ayarlarından uzaklaştığını görüyoruz. Özellikle Brexit’ten sonra AB’nin kurucu değerlerinden hızla uzaklaştığı, her ülkenin kendi menfaatlerine öncelik verdiği bir dönem geldi.

Bu savrulmanın bariz yansımasını ilk defa Balkanlarda gördük. Balkan coğrafyasında AB tam üyeliğe alma konusunda sergilenen çelişkili ve tutarsız tavırlar, ırkçı-şoven partilerin güçlenmesine sebep olmakta. Fransa gibi bir ülkede Le Pen gibi bir parti liderinin öne çıkması, Balkanlarda Miloşeviç gibi kanlı diktatörlere zemin hazırlar. Bosna’da soykırım yapmaktan müebbet hapse mahkûm olanların cezasını çekmeye devam ettiği şu günlerde, Ukrayna’dan yansıyan görüntüler, Balkanları doksanlı yıllara dönme tehlikesi ile yüz yüze getirdi. Birinci Cihan Harbinin fitilinin, Balkanlardaki siyâsî bir suikastla başladığını unutmayalım.

İki asırdır dünyaya medeniyet, demokrasi ve insan hakları ihraç etmekle övünen Avrupa ve Batı dünyası, 21. asırla birlikte uyguladığı dış politika hamleleri ile bu iddiasından vazgeçtiğini âdeta ilan ediyor. Yükselen yabancı düşmanlığı, ‘İslamofobi’ gibi eğilimler, Avrupa’nın ortaçağ yıllarını çağrıştırıyor. ABD’nin 11 Eylül sonrası başlattığı askerî harekât insânî felaketler dizisi olarak devam ediyor. Avrupalılar, ABD’nin insânî felaketlere dönüşen harekâtına engel olacağına, destek veriyor. ABD ordusunun Afganistan’dan nasıl kaçtığını ibretle seyrettik.

ABD’nin kanlı harekâtına özenen Putin’in, Suriye’den sonra Ukrayna’ya başlattığı yıkıcı işgal harekâtı 3 aydır devam ediyor ve ne zaman biteceği de belli değil. Bu yıl 9 Mayıs Avrupa günü böyle karanlık bir tablo ile kutlandı(!).

Yıllardır Avrupa’da olduğu gibi Moskova’da Kızıl Meydanda Rus ordusunun resmî geçitlerine sahne oldu. Ancak bu yıl ki konuşmada devlet başkanı Putin Nazilerin yerine, Ukrayna ve Batı dünyasını düşman ilân etti. Uzun yıllar 2. Dünya Savaşının galiplerinin ortak düşman olan Nazilerin yerine, hem Rusya hem de Batı dünyası, kendine yeni düşmanlar icat etmeye başladı. Soğuk savaş kalıntısı ittifaklar tamamen dağıldı. Dünyanın yeni üretim üssü haline gelen Çin ile Batı dünyasının hesaplaşmasının dünyamıza nasıl bir gelecek hazırladığını korku ile bekliyoruz.

Balkanlar ve Avrupa Birliği

Doksanlı yıllarda Balkanlarda yaşanan kanlı dağılma boyunca, Avrupalıların çelişkili ve kararsız tutumu sebebiyle oluk oluk kan aktı. Barış ve istikrardan yana kararlı bir tavır ortaya koyamayan Avrupa, farkında olmadan kendi geleceğini de tehlikeye attı. Avrupa nerede yanlış yaptı diye bir soru soracak olursak çok basit bir cevap verebilmek mümkün değil. Saldırganların karşısında kararlı bir duruşla, barıştan yana bir çözüm dikte edemedi. Dağılma sürecine giren 6 Yugoslavya federal cumhuriyetine, derhal AB aday ülke statüsü verip tam üyelik müzakerelerini başlatmak tek çıkar yoldu. Ancak İngiliz ve ABD’li diplomatlar böyle bir çözüme yeşil ışık yakmadılar. Savaş baronu Miloşeviç ile Tudman gizlice anlaştı ve planlanan kanlı senaryo uygulamaya kondu.

Balkanları bünyesine almayan Avrupa, bugün ABD ve Rusya’nın hesaplaştığı bir arena olarak Balkanlaşma tehlikesi ile yüzleşmek zorunda.