Aykırı ve zarif dost
Aşkın, muhabbetin ve davetin peşindeydi. Yarım kalan çok arzusu vardır. Rabbimiz ailesine, bizlere ve sevenlerine sabırlar versin. Güzel insanlar bir bir göçüyor. O son dönemin nöbetçi İslamcısıydı. Edebiyatta, kültürde, sanatta ezik olmayı kendine yakıştırmayan, onurlu bir duruşu vardı. Bu özelliği hepimize yeter.
Güzel dost Asım Gültekin geçen hafta aramızdan ayrıldı. Vefatını duyar duymaz hissettiklerimi anlatmam mümkün değil. Birçok dostumuzun aktardığı gibi geçmişte de şaka yollu “Asım Gültekin öldü!” diye haberler yapılmış, adeta ölüme bakışımız ara ara sorgulanmıştı.
Bu tür haberlere alışkın olmamıza rağmen 22 Temmuz akşamı aldığım haberin sahiciliği, soğukkanlı yapıma rağmen ilk bir saatte dağıttı beni.
Yalova’da vefat etmişti Asım. Toparlanıp kendime geldiğimde Ali Öztürk, Mustafa Enesoğlu, Yunus Tekgöçen, Salim Sarıyıldız, Zülfü Taşkesen ve Sid Furuncu ile yola revan olduk. Daha biz varmadan Ömer Faruk Sarımermer, Bünyamin Yılmaz, Muhammet Akaydın gibi çok sayıda dost hastane sürecini takip etmiş ve cenazeyi morga nakletmişlerdi.
Dostları olarak cenazeyi İstanbul’a getirmeyi istedik. Hatta bazı arkadaşlar Ayasofya Camisi’ne getirmeyi önerdiler. Cuma günü Cami açılışında Asım’ın olmasını arzu ettiler. Çünkü Asım “zincirler kırılsın, Ayasofya açılsın” diye eylemler yapan ve yazılar yazan biriydi. Hem İstanbul sevdası hem Ayasofya Camii açılışı bizce de Asım’ın cenazesinin İstanbul’a getirilmesini gerektiriyordu. Ailesiyle, yukarıda bahsi geçen ve arka planda emek veren İbrahim Eren gibi (kimi bürokrat, kimi siyasetçi, kimi yazar) dostlarla yaptığımız istişareler neticesinde cenazeyi memleketine yolcu etmeye karar verdik.
Memleketine Yolcu Ettik
Asım’ı Taşova’ya dualarla ve tekbirlerle yolcu ettik. O anda gelmiş olan dostlarla gecenin bir yarısında namazını kıldık. Mürsel Sönmez, cenaze başında dingin haliyle öyle anlamlı bir konuşma yaptı ki ilk şoku yaşayan bizleri sükûnet sardı. Şahsen Asım’ın öldüğünü o anda tam olarak anladım.
Asım’ın ölüm şekli acılıydı.
İnzivaya çekiliyorum dediği için cesedinin birkaç gün fark edilmemiş olması hepimizi kahretmişti. Bu acıyı dindiren, Asım’ın hayatıydı; yaptıklarıydı, söyledikleriydi, dokunduğu gençlerdi, ürettikleriydi. Yüreğimdeki inşirahla sabah namazına vardığımda sosyal medyadan şu paylaşımı yaptım:
- “Dostumuz Asım Gültekin’i memleketine yolcu ettik. Hakkında yazılanlar/şahitlikler, yapılan dualar, okunan hatimler inşallah günahlarına kefaret olacaktır. Ve dergiler yaşadıkça sadakay-ı câriye hükmünde olacaktır inşallah...”
Son Dönemin Nöbetçi İslamcısı
İstanbul’u an be an yaşamış ve karış karış dolaşmış Asım’ın İstanbul’a uğramadan menzile gitmesi dostlarını üzmüştü. Ailenin kararı ve cenazeyi bekletmeme geleneği doğrultusunda hareket ederken İstanbul’da gıyabi cenaze namazı gündeme geldiğinde Mürsel Abi önemli bir noktaya değindi: “İsteyen gıyabi cenaze namazı kılabilsin. Acılarımızı yaşamak, paylaşmak ve konuşmak da önemli” dedi, hemfikir olduk.
Perşembe günü ikindi vaktinde bir grup dostun çağrısıyla (Taşova’daki cenazeyle eşzamanlı) gıyabi cenaze namazı kıldık. Ömer Karaoğlu Abi’nin yapmış olduğu kısa konuşmada Asım’ın minnetsiz yaşamı, marşlara muhabbeti, her bir gence dokunma çabası ve duruşu ifade edildi. Ömer Abi’yle çok iyi hukukları vardı, onun marşlarını sürekli gençlere tavsiye ederdi. Ömer Abi’nin şu cümleleri anlamlıydı:
- “Aşkın, muhabbetin ve davetin peşindeydi. Yarım kalan çok arzusu vardır. Rabbimiz ailesine, bizlere ve sevenlerine sabırlar versin. Güzel insanlar bir bir göçüyor. O son dönemin nöbetçi İslamcısıydı. Edebiyatta, kültürde, sanatta ezik olmayı kendine yakıştırmayan, onurlu bir duruşu vardı. Bu özelliği hepimize yeter.”
Asım'la İlk Tanışmam
Asımla tanışmamın enteresan bir hikayesi var. 2001’de Asım evleneceği zaman davetiye yerine “Ceride-i İzdivaç” diye bir dergi (davetiye) çıkarttı. O dergide tanışma anımızı şu ifadelerle kaleme almıştım:
“Marmara Üniversitesi’nde ‘reis’ olmuşuz. Biz de tam anlamıyla ‘reislik’ yapmaya çalışıyoruz. Hergele Meydanı yürüyüşleri, derin çay muhabbetleri vs… Sene 95… Çömezlerden birini daha ‘tavlamak’ için masaya getiriyor arkadaşlar ama o da ne! Dinazorumsu bir çömez bu. Havalı mı havalı. Ukelâ mı ukelâ. Ulu kanatlarımızın altına bu çömezi almak epey zor olacak…
Tanışıyoruz:
• Ben Üniversite Reisi! (‘Okulun her şeyi benden sorulur’ düşüncesini ima edercesine)
• Ben de Asım. Müslümanım. Sezai Karakoç okurum. Okumayan kişileri sevmem. Çay içmem ve ikram edilmesinden de hoşlanmam…
Hoppala!!!
‘Ne alaka kardeşim? Sana bu soruları soran mı oldu? Hem bu ne pervasızlık Reis’in yanında???’ gibi şeyler düşündüm ama söylemedim, söyleyemedim…
Neden mi?
Doğrusu Asım’ı başlangıç için çözebildiğimi söyleyemem. Bu yaptıkları ukalalığından mı yoksa dürüstlüğünden, netliğinden, pazarlıksız ilişki tarzından mı kaynaklanıyordu?
Hem bir ‘Reis’ olarak Asım gibi mürekkep yalamış bir ‘eleman’ı dergahımıza dahil etmek için idare etmeliydik…
Ah Asım! Hiç alakası olmayan bir meclisteydik. Gelip maydanoz olmuştun, ‘Filistin’ demiştin, ‘bir şeyler yapmalıyız’ demiştin… Usulüne, üslubuna yine kızmıştım. Ama yine ikna etmiştin bizi ve yine eylem yapmıştık Filistin’e dair, güzel eylemler…
Yine Hergele Meydanı’ndaki toplantı formatındaki buluşmamıza dalmış, dışımızda kaybolan gençliğe ve ‘hippi gençler’e vurgu yapmıştın… Şimdi düşünüyorum da Asım, ‘şehadet, İmam Humeyni, okumak, düşünmek, Erbakan Hoca, tebliğ, Sezai Karakoç, şiir, aşk…’ gibi cak-cakların, çın-çınların en çok ihtiyaç duyduğumuz şeyler…”
Gavura Karşıydı
2001’de yazdığım bu satırların satır araları Asım’ı anlatır ama ben yine de bir özet yapayım. Neden bu kadar konuşuldu ve hakkında şahitlik yapıldı Asım’ın?
1. Asım dertli bir insandı. Derdi İslam’dı, Müslümanlardı. Müslümanlar arasında ayrım yapmazdı. Farklı mezheplerden, meşreplerden, coğrafyalardan Müslümanlarla oturur kalkar ve dost olurdu. Üniversite yıllarımızda her gruptan arkadaşlar oturur konuşurdu. Gruplar arası tartışmaların aşılmasına vesile olurdu. Nitekim cenazesinde her tür insan bir araya geldi.
2. Asım gavura karşıydı. Gavura karşı olmayı önemserdi. Siyonizmi ve emperyalizmi hep vurguladı. Onlarla işbirliği içinde olanlara müsamahakâr olmadı. Aslında çok mülayim ve naif biriydi ama bu konuda bazen şaşırtacak şekilde hırçınlaşıyordu. 28 Şubat ve yine 15 Temmuz’da Asım’ı tanıyamazdınız, bambaşka biri olmuştu her iki darbe girişimi öncesi ve sonrasında. Çünkü gavur hayranlığına tahammülü yoktu.
3. Asım siyasi bilinci önemserdi. Ama hiçbir zaman partici olmadı. Partilere yeri geldiğinde kritik noktalarda destek oldu ama partilerin uygulamalarındaki yanlışlıkları mutlaka ifade etti. Hatta açık açık ifade etti, yeri geldi ısrarla takip etti.
4. Asım çok iyi bir dosttu. Vefa sahibiydi. Hasbelkader kendisiyle ilişki kurmuşsanız sizi unutmazdı. Siz unutsanız ya da ihmal etseniz bile o kendini size hatırlatırdı. Aslında kendini değil, insanlığımızı ve vefalı olmamız gerektiğini hatırlatırdı, çaktırmadan.
5. Asım iyi bir edebiyatçıydı. Çok koşturduğu için, sürekli insanlarla ilgilendiği için, çoğu zaman engelleri aşmakla meşgul olduğu için bence yeterince yazamadı. Birkaç kitabı ve zaman zaman yazarlığı olsa da Asım’ın yapıp ettikleri ve insanlara anlattıkları ansiklopediler oluşturur. Beni zorla Sezai Karakoç’a götürmesini unutamam.
6. Asım dergiciliğin piriydi. Keşke biri çıksa da bu yönünü tez konusu yapsa. Marmara Üniversitesi’nde birlikteyken Biat dergisi çıkartmıştık, 9 sayı devam etmişti ve o dönemde üniversitelerdeki dergiciliğin zirvesi gibiydi. Orta Asya’da yaşadığım dönemde dünya Bizim sitesine benden zorla yazı alırdı. Gerçek Hayat’ta yazmamda katkısı olmuştu. ÖNDER başkanlığı yaptığım dönemde bizi (Yunus Tekgöçen’in de katkısıyla) İmam Hatip okullarında dergiciliği teşvik etmeye zorlamış ve Dergicilik Fuarı’nda İmam Hatip dergilerinden müteşekkil büyük bir müktesebat oluşmuştu.
7. Asım STK’ları önemserdi. Gençlerin STK’larla ilişkili olmasını teşvik ederdi. Ama körü körüne bağlanmamalarını önerirdi. Özellikle sivil toplum faaliyetlerinin salt yardım faaliyetleri şeklinde algılanmasından rahatsızdı. Kültür, sanat, edebiyat, bilinç, yani ruh katan boyut olmadan STK faaliyetlerinin anlamsız olacağına inanırdı. Özellikle Yedi Hilal’in kuruluşunda aktif rol oynamış, kültür ve edebiyat alanında çok büyük katkıları olmuştu. Türkiye’deki STK’ların azımsanmayacak bir kısmında rolü ya da katkısı vardı.
8. Asım zarif bir insandı. Zalimler dışında öfkelendiğine şahit olmazdık. Duygusaldı, kırılgandı. Bizler onu üzdüğümüzde içine kapanırdı, kenara çekilirdi. Ama “acı çekmiş yüzünde” misaliydi. Cahit Zarifoğlu’nu hatırlatırcasına genç yaşta ayrıldı aramızdan, Zarifçe…
Asım'ın Hikayesi Devam Edecek
Sevda Dursun dün (Perşembe) bu yazıyı Cuma namazına kadar benden istediğinde ve ben bugün (Cuma) 10.00 gibi masaya oturduğumda bir saatte bitiririm ve Ayasofya Cami açılışına giderim diye düşünüyordum. Ama yazı bitmiyor. Asım’ı yazmaya başlayınca o kadar çok hatıra ve o kadar çok özellik ve detay aklıma geldi ki bu maddeleri ve yazıyı bitirmem mümkün değil.
Affınıza sığınarak yazıyı burada bitiriyor ve Ayasofya’ya revan oluyorum. Orada Asım’ı da yad edeceğim inşallah. Yazının eksik kaldığının farkındayım. Aceleyle yazılmış ve tamamlanmamış bir yazı olarak kabul edin. Yaptıklarımız ve bıraktığımız izler de böyle; çoğu zaman bizden sonrakilerle tamamlanıyor. Asım’ın izlerini sürdürecek gençlerle karşılaşınca, Asım’ın hikayesinin devam edeceğini görüyorum.
Çocuklarımızın tabiriyle “dergici amca” ardında nice “beyaz haberler” bırakarak tamamlanmamış bir hayatı sarsarak ama zarifçe kucağımıza bıraktı ve gitti.
- “Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi
- taşınacak suyu göster, kırılacak odunu
- kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde
- bileyim hangi suyun sakasıyım ya Rabbelalemin
- tütmesi gereken ocak nerde?”