Ayasofya’yı açtıran rüya
Peygamberimiz (sav) sahabenin eline bir mektup tutuşturup “Al şunu, filanca krala götür” deyince sahabe tereddüt etmezdi. “Ben oraya nasıl gideceğim, o dili bilmem” gibi mazeretler uydurmaya kalkmazdı. İşin sonunda tatlı candan olmak da vardı. Nitekim Busra emirine gönderilen elçi Haris b. Umeyr katledilmişti. Ama asla kendilerine verilen vazifeyi yerine getirmede tereddüt göstermediler, mazeret uydurmadılar. Bize düşen vazifeyi yapmaktır. Takdir de, başarı da Allah’a aittir. Bize değil...
Bize yansıtılan kahraman figürlerine bakıldığında karşımıza güçlü kuvvetli, alımlı çalımlı tiplerin çıktığı herkesin mâlumudur. İşin algı tarafı böyledir. Fakat hayatımıza bir şekilde dokunan asıl kahramanları çoğu kez bilmeyiz bile. Çünkü onların algıyla işi olmaz. Sahici, kanlı canlı birer gerçektirler. Alımlı çalımlı olmak diye bir dertleri yoktur. Görevini yerine getirmeye çalışan sıradan insanların iç huzuruyla bir köşeye çekilmiş, yine yapacakları hayır hasenatı düşünmeye devam ederler. Kahramana dair algımızı ters yüz eden, bize öğretilen ne varsa allak bullak eden bu mütevazı kimlikler, çoğumuza imkânsız gibi gelen dev meseleleri tam bir teslimiyetle yüklenirler omuzlarına. Bize hatırlattıkları en çarpıcı gerçeği ise çoktan unutmuşuzdur:
ASIL KAHRAMANLIK, ALLAH’A GEREĞİ GİBİ İMAN ETMEKTİR.
ALLAH’IN RIZASINI UMAN BİR MÜ’MİN, TEK BAŞINA ÇOK ŞEYİ DEĞİŞTİREBİLİR.
Öyleyse buyurun 75 yaşındaki bir serdengeçtiyle, muhterem İsmail Kandemir hocamız ile yapılan mülakata...
Ayasofya meselesiyle hemhal oluşunuzu en başından ele alsak, ne zaman, ne şekilde başladı?
Aslen Bilecik Pazaryeri’ndenim. 1966 yılında otobüsle bir günde giderdik Trabzon’a. Trabzon Fatih Eğitim Enstitüsü mezunuyum. Çarşamba günü kalkar İstanbul’a, Ayasofya’ya giderdim. Ayasofya’da pencerenin aralıklarında namaz kılardım. Bir arkadaş nöbet tutardı. O namaz kılarken nöbeti ben alırdım. Ondan sonra vapura binip üç günde Trabzon’a varırdım. Bu bir aşk yani, bir Kızılelma.
Bir Rüya İle Başladı
Peki, bu aşkın mücadele safhasına intikali nasıl oldu?
Yıl 1994. Allah’ın bir veli kulu rüyamda evime gelmiş. Oğlu da yanında. Kapıya varıyorum. “Biz Uludağ’a gidiyoruz İsmail Efendi” diye sesleniyor. Oğlu da “Bizi eve davet et” diye ısrar ediyor. Allah’ın veli kulu, “Biz içeri girmeyelim. Adamın işi var, başka yere gidecek” diyor. Ondan sonra telefonun sesiyle uyandım. Telefondaki ses “Senin Ayasofya işi ne oldu?” diye sordu. O zaman Ayasofya mevzusunu herkese söylüyorum. Şimdi Atina’yı söylediğim gibi. Rüyayı gördüm, telefonun sesiyle uyandım ve bana “Şu adrese gel” denildi. Ben Bursa’dayım, adres İstanbul’da.
Adrese vardım, baktım Mahmud Toptaş Hoca orada. Yanında bir de avukat var. Ben de zaten avukat bakıyordum, ayağımıza kadar gelmiş. O avukat ile bir dilekçe hazırladık ve ilk dâvâyı o zaman açtık. Dâvâyı kaybettiğimiz söylendi. Oradaki bir hâkim “Bu dâvâyı kazanmak için üç şeyden birini yapmak lazım” dedi.
- ❶ İstanbul Belediye Başkanı olmak
- ❷ Vakıf kurmak
- ❸ Dernekleşmek
Bir vakıf kurduk. Vakfın amacı olarak Ayasofya’nın cami olması için çalışmak diye yazınca bu kabul görmedi. Bunun üzerine dernek kurup (Sürekli Vakıflar Tarihi Eserlere ve Çevreye Hizmet Derneği) dâvâ açtık ve bugünlere geldik.
Bu dernekle uzun süre mücadele verdiniz. Bu esnada kamuoyundan yeterli destek geldi mi size?
Demirel İmamları Kandırdı
Uzun mücadele dediniz de, size bir hatıramı nakledeyim. Ben Bursa’da Emir Sultan civarında ikamet ediyorum. 2000’li yılların başıydı, şimdi rahmetli olan zamanın Emir Sultan Camii imamıyla oturuyoruz. 1965 yılında kendisi Din Görevlileri Federasyonu’nda imiş. O vakit seçimler var, Demirel seçimi kazanırsa Ayasofya’yı açmaya söz vermiş. Bunun üzerine Türkiye’deki bütün din görevlileri Adalet Partisi’ni (hâşâ) Allah’ın Partisi olarak halka anlatmaya, bizzat propaganda yapmaya girişmişler. Seçimler pazar günü yapılmış, salı günü Demirel’in seçimleri kazandığı anlaşılmış. Bizim imam efendi de Din Görevlileri Federasyonu heyetinin içinde, Demirel’i tebrik etmeye gitmişler. Tebrik esnasında Demirel’e “Biz sizin dediğinizi yaptık, bakın seçimleri kazandınız. Siz de artık Ayasofya’yı açın” demişler.
- Bunun üzerine Demirel “Perşembe günü ben İnönü ile bir görüşeyim” demiş. Görüşmeyi yaptıktan sonra tekrar gelen heyete “Bu mümkün değil, olmayacak bir şey” deyince bizim imam “Bu iş olsun, benim daireyi sana vereceğim” diyerek söz vermiş. Burada mühim olan şu: Ayasofya o kadar kıymetli ki o adamların gözünde, evinden barkından bile anında vazgeçebiliyor. Böyle bir aşktır bu. Osman Yüksel Serdengeçti’yi bilirsiniz. Bu uğurda hapis yatmış biridir. Dolayısıyla bu iş bizim nesil açısından bir Kızılelma hüviyetinde.
Kurtuluş Camide
Bana hep “Lozan’da bu iş bitti, boşuna uğraşıyorsun” şeklinde eleştiriler geldi. Öyle değil ya, velev ki öyle olsun. Allah’ın mescidi burası, Allah’ın evi. Bizim görevimiz Allah’ın evine davet etmek. Hayya ales Salah, Hayya alel Felah... Haydin namaza, haydin kurtuluşa... Nerede bu kurtuluş? Camide...
İznik, Trabzon, İstanbul Ayasofyaları yahut Kariye Camii gibi sembol olmuş yapılar üzerinde yoğunlaşmanın sırrı nedir peki? Sizi bu derece cezbeden hususiyetleri neler?
Trabzon Ayasofyası’nın kapısı kilitli idi. Yıl 1966. Tozun toprağın içinde namaz kıldım orada. Bir sabah namazı sonrası gittim. İki rekât namaz kılıp ellerimi açtım “Allah’ım! Cami olduğunu göreyim, içinde bana namaz kılmayı nasip et!” diye dua ettim. Elhamdülillah, şu an burası açık. Dilekçe verdim dernek olarak, Kültür Bakanlığı da oradaki Yüksek İstişare Kurulu’nun müze kararını kaldırdı. Hususiyet filan yok, bu bir aşktır, nasıl anlatayım?
‘Dedem Dâvâ Açacak, Neticeyi Ben Alacağım’
Eyvallah, şu aşkı gelecek nesiller için kayıt düşelim o zaman.
Buraya Anadolu Ajansı geldi, benim torun ne dedi biliyor musun? Daha ilkokula gidiyor. “Dedem dâvâ açacak, o dâvâyı ben kazanacağım” dedi. Yunanistan’ın başkenti Atina’daki Fethiye Camii’nin açılması için neler yapılacağını biz evde konuşuyoruz. Benim torun bu konuşmaya kulak kesiliyor. Anadolu Ajansı geldiğinde onlara aynen böyle diyor. Bu, benim açımdan çok büyük bir hâdise. Daha ilkokul çocuğu çünkü. 10 yaşında.
Bir Aşkı Mayalamak
Aşkın tevarüsü diyelim mi buna?
Evde derneğin işleriyle ilgili konuşuyoruz. Arayanlar oluyor. Torunum bizzat ilgileniyor. “Dede, bak şu arıyor” diyor. Bu arada Atina’daki Fethiye Camii için yarın İstanbul’a gidiyoruz. Orada vakıfnameyi alacağız. Ankara’da bu işle uğraşan arkadaş ile telefonda konuşurken bizim torun kulak misafiri olmuş. Anadolu Ajansı buraya gelince yanımdan ayrılmadı. Fotoğraf çekilirken “Beni de çekin, beni de çekin” diye tutturdu. “Niçin senin fotoğrafını çekelim” dedikleri vakit işte bu sözü söyledi. “Dedem dâvâ açacak, neticeyi ben alacağım” dedi. Bu söz öyle hoşuma gitti ki anlatamam. Benim için en mutlu cümle bu. Daha önce de şöyle olmuştu. Bursa’da bir dâvâmız olmuştu. Beni tehdit etmişlerdi.
Beni Tehdit Ettiler
Nasıl bir tehditti bu? Hangi cihetten ve niçin geldi?
Herhangi bir ciheti söylemenin mânâsı yok. Sadece şu kadarını söyleyeyim.
Bana dediler ki: “Kâbe işgal altına girse ne olur?”
Ben de dedim ki: “Ölünceye kadar işgalden kurtarmak için savaşırım.
- Onlar da bana: “Trabzon Ayasofya bizim için işte budur. Biz de aynen böyle yaparız” diye karşılık verdiler. Bu ne demek şimdi? Bunu ister tehdit olarak alın, isterseniz başka şekilde.
İçimize o kadar sızmışlar demek ki...
Bu İş Bayrak Yarışı
Şunu diyecektim. İşte bizim küçük torunun babasına dedim ki: “Oğlum beni tehdit ediyorlar. Çocuklara bir şey olmasın.” Nitekim koruma altındaydık, okulun kapısında polis bekliyordu torunu. Gelirler, bulurlar diye. Dedim ki “Oğlum, nihayetinde öleceğiz. Bu bayrak ne olacak? Kim sürdürecek bu işi?” Bana cevabı “Korkma baba, yerde kalmaz” şeklinde oldu. İşte beni sevindiren, gelecek adına ümit bahşeden de bu. Oğlumun, torunumun bu bayrağa sahip çıkıyor oluşu. Hele torunumun, 10 yaşındaki bir ilkokul çocuğunun sahiplenişi her şeyin ötesinde.
Dediğiniz gibi bu iş bayrak yarışı. Siz de dedelerin emanetini bugüne taşıyan torun değil misiniz neticede?
Size bir şey anlatacağım. Altınoluk dergisini bilirsiniz. Orada bir sohbetteyiz. Sohbeti yapan kişi bana “Siz kalın!” deyince herkes çıktı, baş başa kaldık.
- “Ayasofya ile ilgili kitap yazın. Kitabınızda ‘Rüyada Fatih’i görseniz, benim vakfettiğim camiyi ne yaptınız diye sorsa, yüzünüz kızarır mı’ diye de belirtin ama adımı zikretmeyin” dedi.
Dışarı çıktık. Bir doktor kardeşimiz vardı. Bana “Abi, arabamla emrindeyim. Nereye gidelim?” diye sordu. Ben “Ayasofya” demişim. Bunun üzerine “Abi, oraya gidersek imam kim olacak?” dedi. O kardeşimiz doktor, ben öğretmen. İmam hatip mezunu veya hafız değilim. “Neden bunu sordun?” deyince “Ayasofya’da cumayı kılalım dedin ya” şeklinde karşılık verdi. Oysa ben Eyüp Sultan dediğimi sanıyorum.
Fatih Sultan Hazretlerinden İzin Talebi
Her neyse, geldik Eyüp Sultan’a. Baktık her yer dolu. Ceketimi çıkardım, seccade niyetine önümüze serdim. O zamanki Eyüp Belediye Başkanı Ahmet Genç yanımdan geçerken bana işaret etti. Hâlbuki o beni tanımaz, ben de onu ancak televizyonda görmüşüm. O önde, ben arkada yürüyerek türbeye girdik. Peygamberimizin ayak izi var, cumayı orada birlikte kıldık. Sonra bizim doktor geldi, yemeğe gitmeyi teklif etti. Karnım aç değildi, beni Fatih’in türbesine götürmesini istedim. Bizim doktorun muayene saati gelmişti. İzin isteyip beni sonradan gelip almak üzere gitti. Fatih’in türbesine bakıp “Ben Ayasofya’yı açmak istiyorum. İzin var mı?” dedim. Çok güzel bir koku duydum. Tekrar “Fatih Sultan Hazretleri! Vakıflarına sahip çıkmak, Ayasofya’yı açmak istiyorum. İzin var mı” diye destur istedim.
Peki, sonra ne oldu?
‘Anahtar Bizde Değil, Fatih’de’
Önce buna sebep olan hadiseyi anlatayım. Mübarek bir kul, Bursa Ulucami’deki bir vaazda “İşte şu zat Allah’ın veli kullarından biridir” deyince, ben de o zatın yanına gittim. “Ayasofya’da namaz kılmak istiyorum, bir dua edin” dedim. Bana cevabı ne oldu, bilir misiniz? “Anahtar bizde değil, anahtar Fatih’te. Gidip ondan isteyeceksin.” İşte bu sebepten Fatih Sultan Hazretlerinin türbesine geldim. Güzel koku dedim ya, türbenin yanında Fatiha okuyanlar var. “Herhalde bunlardan geliyor bu koku” diye düşündüm. Mâlum, günlerden cuma. Müslüman bu günde kendine özenir, güzel kokular sürünür. Derken bu şahıslar gittiler. İkinci kez Fatih Sultan’dan izin isteyip de yine aynı kokuyu duyunca “Tamam, izini aldık” dedim. Sonra aradan bir zaman geçti.
Rüyamda Sultan Fatih’i Gördüm
Rüyamda Fatih Sultan Mehmed’i gördüm.
Bana dedi ki, “Sen benim vakıflarım için çalışmaya söz verdin. Niye uğraşmıyorsun?” Üzerinde kaftanı, padişah kıyafetleri, o sakalı ve sert bir yüz ifadesi. Üslubu da yumuşak filan değil gayet celalli. Öyle korkmuşum ki yataktan fırlamışım, kendimi âdeta havada buldum. Bu bir ihtardı ama aynı zamanda işin olacağına işaret ediyordu. Zaten Allah-ü Teâlâ yüce kitabında kimseye güç yetiremeyeceği yükü vermediğini söylüyor. Korkmuştum ama kendime gelince de sevindim. Çünkü bu işin olacağına artık tamamıyla kanaat etmiştim.
Bugüne kadar kaç dâvâ açtınız?
50 Dâvâ Açıldı
Herhalde 50’ye yakındır. Geçenlerde Kariye ile ilgili kazandığım dâvâyla ilgili temyize gidilip gidilmediğini merak ettim. 2009-2019 arası süren bir dâvâ bu. Anayasa Mahkemesine “herhangi bir itiraz var mı” diye sordum. Bana “Yalnız Ayasofya ile ilgili senin 8 tane dâvân var” diye cevap verdiler. Fakat Kariye ile ilgili bir dâvâ yoktu.
1985’de Müze Oldu Kararı Verdiler
Şu mesele hakikaten ibretliktir. FETÖ’cüler diyeyim, Ayasofya’nın 1985’de müze olduğuna dair karar verip dâvâyı reddettiler. Ben de onlara “Tamam, 1985 yılında müze olduğunu kabul edelim. O vakit size göre 1970 yılında burası camiydi. Şimdi şahsın birine diyorsunuz ki ayakkabılarını çıkar, imamın cuma hutbesini dinle. Biri de gidiyor, gişeye para verip müzeye giriş alıyor. Ona da diyorsunuz ki, ayakkabılarınız ile girebilirsiniz. Bu durumu ne ile izah edeceksiniz?” deyince “Verilen karar kesindir” dediler. Düşünebiliyor musunuz, 1985’te müze oldu diye karar geldi bana.
FETÖ’cüler Hep Engel Oldu
O tarihten çok daha önce müzeydi zaten. FETÖ topu taca atma hamlesi mi yapıyor burada?
- Zamanın Kültür Bakanlığı hakkında suç duyurusunda bulundum. “Kültür Bakanı milletvekilidir, dokunulmazlığı vardır. Dokunulmazlığın kalkması için TBMM’de oylama yapılması lazımdır. Dolayısıyla bu konuda bir işlem yapılamaz” şeklinde bir cevap geldi.
Sonra evrak gönderdim. Danıştay bu evrak bize ait değil deyip başka bir dâvâya havale etmiş. Hâlbuki üzerinde numarası var, her şeyi belli. Anayasa mahkemesi de zamanında dilekçeyi göndermedin diye dâvâyı reddetti. Bakın, şimdi söyleyeceğim husus çok önemli. 15 Temmuz oldu, 17 Temmuz günü iki tane polis o anayasa mahkemesinin üyesini tutuklamaya geldi.
‘Dilekçe Elimize Ulaşmadığından Dâvânın Reddine’
Zaten o vakitler yargı mekanizması neredeyse tamamen ellerinde değil miydi?
Elbette. O şahsın hanımı Anayasa Mahkemesi başkanına başvurdu; “Tamam, yargılayın ama o vakte dek tutuklamayın” diyerek müdahil olmaya kalktı. Şimdi duyuyoruz, o anayasa mahkemesi üyesi âdil yargılanma talebinde bulunmuş. Sanki kendisi önüne gelen dâvâlarda âdil bir tutum takınmış da bir de bunu istiyor. Bakın, nereden nereye? Bu şahsın makam arabası vardı, korumaları vardı, hizmetçileri vardı. Anayasa mahkemesi binasına gittiği zaman herkes kendisini kapılarda karşılardı. Şimdi nerede? Üstelik bugün canlarının yandığını söyleyip kendilerine acındırma maksatlı işler yapıyorlar. Peki, benim canımı yakarken içlerinde en ufak bir merhamet kırıntısı var mıydı? “Dilekçe elimize ulaşmadığından dâvânın reddine” demek nedir? Hâlbuki zamanında göndermişim. Velev ki eline ulaşmadı, bana tebligat yapıp bir daha göndermemi isteyebilirdi. Ama burada kötü niyet var. Bu şekilde beni 40-50 dâvâ açmak zorunda bıraktılar.
2019’da Mevlid İzni Vermediler
Başka ne gibi zorluklar yaşadınız?
Daha yeni bir hâdiseyi anlatayım. Geçen sene oldu bu, 2019’da. Ramazan ayında Ayasofya’nın içinde Peygamberimiz (sav) için bir mevlid okutmak istedim. Hayır, cevabı geldi. Gerekçe olarak ne demişler, biliyor musunuz? “Dilekçeniz tam olarak anlaşılamadığından talebiniz reddedilmiştir.” Oysa bu konuda kanun böyle demiyor. Yazdığınız dilekçe anlaşılmazsa size 30 günlük bir süre daha veriliyor. Yeni bir dilekçe yazarak müracaat edebiliyorsunuz. Ret olayı yok yani.
Kripto Fetöcüler hâlâ yargıda cirit atıyor. Cumhurbaşkanımız bile zaman zaman durumdan şikâyetçi.
Temyize götürdüm, oradan da netice alamadım. Daha yeni bir hâdise bu.
- Duruşmada Vakıflar Genel Müdürlüğünün avukatı diyor ki: “Ayasofya işgal altındadır.” Hâkime döndüm, “Hakim Bey, bakın kendileri de işgal diyor, ben de işgal diyorum. O zaman işgalin kaldırılmasına karar verin” dedim.
Hâkimin tepkisi ne oldu, biliyor musunuz? “Niçin bana bakıp da bunu söylüyorsun, avukata söyle bunu.” Dâvâlı tarafa ait ıslak imzalı evraklar, her şey önünde oysa. Avukata “Kızım, doğru mu bu?” diye sorması gerekirdi. Avukat da bunun üzerine dâvânın reddini istedi. Avukat kıza dedim ki, “Tamam, avukatlık parası ve diğer masrafları yine ben ödeyeyim ama bu iş size zarar verecek.” Boynunu büktü, dâvânın reddini talep etti. Akıl alacak gibi değil.
Diyanet’in Avukatı Ayasofya’nın Açılmasını İstemedi
Yine Diyanet’in bir avukatı var. Dışarıda kendisine Ayasofya’da namaz kılmak istediğimi söyledim. Duruşmada güzel bir ifade verip Ayasofya’nın açılmasına destek vermesini istedim. “Ben yapamam, dâvânın reddini istiyorum” dedi.
- O da benden avukatlık ücretini talep etti. Zamanında ödemezsem icraya vereceğini de söyledi. Şimdi ben dâvâyı kazandım diyelim. İznik, Trabzon, Manisa ve İlyas Bey Camii dahil bütün bu dâvâları kazandık zaten.
‘Derdimiz Allah’ın Rızasını Kazanmak’
Mesela İlyas Bey Camii’ne gidip sabah akşam orada namaz kılacağım diye mi açmışım bu dâvâyı? Ben Bursa’da ikamet eden biriyim. Bu dâvâlar şahsi değil ki! Bunu bildikleri halde “O zaman açmasaydın bu dâvâyı, madem ki açtın, vereceksin bizim parayı” diyorlar. Trabzon Ayasofyası açılsın diye o kadar uğraşmışız, Trabzon’da on kişiye sorsanız beni tanımaz. Trabzon milyonluk bir şehir. Kimse bilmiyor beni, bilmesin de. Derdimiz bu değil. Derdimiz Allah’ın rızasını kazanmak.
La Galibe İllallah
Bana diyorlar ki, niye koşturuyorsun, birilerinin talimatı mı var? Kimin ne dediği önemli değil.
Benim meselem şu: Allah’ım! İşte senin camilerini açtım. Karşılığında cennetine talibim. Bu kadar... Evimin her tarafını işgal eden 150-200 klasörlük mahkeme evrakı ile iç içe yaşıyorum. Bir odaya hiç girilmiyor evraktan. Bu yolda edilen masrafların hepsi Allah rızası için. Öyle güzel yardımlara nail oldum ki, anlatılmaz. Mahmud Toptaş Hoca’yı avukatı ile yanımda buldum. Allah’ın veli bir kulu tarafından rüyamda işaret edilen hâdisedir bu. Allah’ın yardımı dışında bir şeyle izah edilemez. Rüyayı gördüm, peşinden telefon çaldı. Ayasofya meselesinde yaşadıklarımın özeti şudur: LA GALİBE İLLALLAH.
Sahabe Mazeret Uydurmadı
Ayasofya ile ilgili kitap yaz dediler ya, kitap yazıp insanlara hediye edeceğim. Zengin bir kardeşimize gittim ondan destek talebinde bulundum. O da bana Bursa’da bulunan bir sanayiciden bahsetti. O şahsa telefon edip “Bu arkadaşa şu kadar yardım edeceksin” dedi. Aradan bir zaman geçti. Saat gece 12’ye beş var. Bir telefon geldi, açtım. Bursa’daki sanayici arkadaş. “Size söz verdim ama bu parayı veremeyeceğim” diyor. Bu tavır ağırıma gitti, gözlerimden yaş geldi. Yedi dakika sonra, saat gece yarısını 2 dakika geçe yine telefon çaldı. Telefondaki ses şöyle diyor: “Arkadaş sen bir kitap yazacakmışsın. Bize üç kitap ayırsan, üç kitap için 3 bin TL peşin versek, ne dersin?” Hesapladım, bana da kitabı bastırmak için 3 bin lira para lazım. Bu işler hep Allah’ın yardımıdır.
- Beni “dâvâyı kazandın” diye tebrik ediyorlar. Ben kazanmadım, beni aşan işler bunlar.
Nitekim Yunanistan’daki Fethiye Camii işini Batı Trakya kökenli eski bir bakan ile istişare ettim. Pek olumlu yanaşmadı. “Şöyle kötü olur, böyle kötü olur” diye çekinceleri var. Hâlbuki şu gerçeği unutuyoruz. Peygamberimiz (sav) sahabenin eline bir mektup tutuşturup “Al şunu, filanca krala götür” deyince sahabe tereddüt etmezdi. “Ben oraya nasıl gideceğim, o dili bilmem” gibi mazeretler uydurmaya kalkmazdı. İşin sonunda tatlı candan olmak da vardı. Nitekim Busra emirine gönderilen elçi Haris b. Umeyr katledilmişti. Ama asla kendilerine verilen vazifeyi yerine getirmede tereddüt göstermediler, mazeret uydurmadılar. Bize düşen vazifeyi yapmaktır. Takdir de, başarı da Allah’a aittir. Bize değil...