Aşırıcılığın merkezi İran’da İstanbul’dan bir militan

TAHA KERMANÎ
Abone Ol

Kamuoyunda bilinen bir ismin, Ortadoğu coğrafyasını kan gölüne çeviren Devrim Muhafızları Ordusu’na bağlı bir Besic (İran paramiliter) militanı olduğunu itiraf, Türkiye açısından sadece bir güvenlik endişesini ifade etmiyor. Aynı zamanda İran rejimine göbekten bağlı unsurların Türkiye’de nasıl rahat bir şekilde cirit atabildiğini de gözler önüne seriyor.

Ocak ayında İsveç’te faşist geçmişi ve tavırlarıyla bilinen politikacı Rasmus Paludan, Türkiye’nin Stockholm Büyükelçiliği önünde Kuran-ı Kerim yaktı. Bir ruh hastasının, Müslümanlara ve İslâm değerlerine karşı nefret kusması bir yana, bu tarz eylemlerde ‘şeriat’ iddiası ile yönetilen onca İslâm ülkesi varken Türkiye’nin hedef alınması dikkat çekici. Bu durum, sadece Türk düşmanlığıyla da açıklanamaz. Bu tarz barbarca eylemlerin bir amacı da hedef alınan ülkeyi dünya kamuoyuna “radikal” gösterme çabasıdır. Batının “radikal İslâmî ülke” tanımı için dayattığı sakat ölçülere bile bakıldığında, politik ve sosyolojik olarak Türkiye’yi geride bırakan birçok ülke vardır. Bırakın sürekli yaşamayı, bir vesileyle kısa vadeli bir ziyaretçi bile kişi, toplum ve siyasî açılardan Türkiye’nin en özgür toplumlardan biri olduğunu rahatlıkla ifade eder. Fakat Batıdan dünyaya bakan göz ve bilhassa medya, Türkiye’yi ısrarla bir öcü olarak gösterir. İran örneği şuracıkta dururken neden bilhassa Türkiye hedef alınır? Bu yazıda yıllardır insanlık dışı muamelede birinciliği kimseye kaptırmayan ama hep görmezden gelinen İran gerçeğinin üzerindeki sır perdesini biraz aralamaya çalışacağım. O vakit “Resmî İran’ı” bir tarafa bırakıp “Gerçek İran” üzerine konuşabiliriz.

İran meddahlığının maliyeti

Ekseriyeti Müslüman ve yaklaşık Türkiye kadar nüfusu olan İran, her zaman bölgenin mühim ülkelerinden biri olageldi. İran aynı zamanda İslam dünyasında en yoğun Şii yoğunluğa sahip ülkesi. Bunlar 1979’a kadar sıradan bilgi olarak anılabilirdi, ancak Humeyni devrimiyle doğan ucube mezhepçi rejim elimde nasıl bir silaha dönüştürüldüğünün müşahhas bir örneği hâline geldi. Şeklen Amerika’ya kafa tutar görüntü vermesi, İran rejimini uzun bir dönem İslâm dünyası için cazibe merkezi hâline getirdi. Türkiye’de bilhassa muhafazakâr kesimin zor bir süreçten geçtiği günlerde İran rejimi ‘sempati’ toplamayı becerdi.

Kimisi İran’ın Ulusalcılık ve Anti Amerika sloganlarına tutulurken kimisi mezhepçi rejimin nifak uğruna her yaptığına şaşırtıcı bir saflıkla ‘ümmet birliği’ olarak inanmaya inat etti. Gavura kızıp oruç bozanlar Türkiye için kılını kıpırdatmazken, Tahran’a yaranmak için yarışa girmişlerdi. Bu hastalıklı hâlet-i ruhiyeye hâlâ Türk televizyonlarında rastlamak zor değil. Fars milliyetçilerine bile taş çıkartan sözde akademisyenler, İran hakkında tek satır Farsça okuyamazken, İran Medeniyeti, Pers Uygarlığı diyerek efsaneleri peş peşe sıralamayı marifet telâkki etti, ediyor. Suriye vahşetinden sonradır ki, İran rejiminin maskesi düştü, maskenin ardındaki hastalıklı sûret ifşa oldu. Tarih boyunca en müreffeh, en özgür zamanlarında dahi Türkiye’deki özgürlüğün yanına bile yaklaşamadı, fakat algı hiç de böyle olmadı.

Etkili Kadçnlar Kongresi.

İşin en ironik tarafı, okuryazar oranında ve kitap yayınında Türkiye’nin gerisinde bulunan bir ülke, kültür cenneti olarak kamuoyuna lanse edildi. Sadece Türkiye’de değil dünyada bile böyle bir algı oluşturuldu. Aşırılık denilince ilginçtir, kimsenin aklına İran molla rejimi değil özgürlükler ülkesi Türkiye geliyor, Türkiye adeta günah keçisi oluyor.

Zorla kıyafet dayatıyor

Eylül 2022’de İran sokakları tekrar hareketlenmeye başladı. Yönetimin kanla bastırmasına rağmen hâlâ varlığını sürdüren protestoların başlangıç noktası, sokaklarda zorunlu başörtü uygulamasını denetleyen irşad devriyeleri tarafından gözaltına alındıktan sonra ölen Mahsa(Jina) Amini adlı bir genç kız oldu. Yarım asırdır ‘Zorunlu Başörtü Yasası’nı, ülkeye gelen dış temsilciler dâhil on milyonlarca kadına uygulayan ve buna itiraz eden yüzlerce kişiyi kılı kıpırdamadan öldüren, fakat aşırılık deyince akla hiç gelmeyen bir İran gerçeğiyle karşı karşıyayız. Türkiye’de takıntılı ve toptancı anlayışların başka yerlere çekme çabalarını ise ibretle izliyoruz. İran rejiminin zorbalığı gündeme gelmiyor, başörtüsü veya etnik hassasiyetler üzerinden mesele yorumlanıyor.

İran'daki Batılı diplomatlar.

Bu konuyu elbette İran-Türkiye özelinde tahlil etmek doğru olmaz. Burada batılı zihniyetin her zamanki ikiyüzlülüğü söz konusu. Benzer bir hâdise Türkiye’de yaşansaydı verilecek tepkiyi hayâl edebilmek mümkün değil.

Başka örnekler de mevcut. Mesela 2020’de Devrim Muhafızları Ordusu’nun Tahran semalarında Ukrayna Havayollarına âit bir yolcu uçağını iki füze ile vurup yüzlerce sivili öldürmesini, dünya tıpkı bir öküzün treni izlediği gibi izledi, kimsenin gıkı bile çıkmadı. Böyle bir cinayeti maazallah Türkiye yapsaydı?

Rejim niye dokunulmaz?

20 Ocak’ta İran’da “Birinci Uluslararası Etkili Kadınlar Kongresi” düzenlendi. Normalde esamesi anılmayan Cumhurbaşkanının eşi ve kızının ev sahipliği ettiği kongrede etkili kadın profili de hayli ilginçti. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın eşi Anna Hakobyan, İbrahim Reisi’nin eşi Camile Sadat Alamolhada ve kızı Rehhane Reisi eşliğinde Kum şehrine gitti ve Şii dünyasında özel bir yere sahip Hz. Masume türbesini ziyaret etti.

Bu, İran’ın Ermenistan üzerinden Batıya verdiği ilk mesaj değildi. Yıllardır Ermenistan’ın izlediği işgal politikasının en büyük destekçisi olan İran, bölgedeki rekabetlerin yanı sıra Batı kamuoyuna da şirin görünme çabasında. Nitekim Maya Sabbagh adlı Lübnanlı sosyal medya fenomeni, Tahran sokaklarında başörtüsünü geriye kaydırıp “İran çok özgür. Zorunlu Başörtü Uygulaması yalan” dedi. Dedi demesine de İranlılar tarafından alay konusu oldu.

Ermenistan destekçisi İran rejimi, Azerbaycan ve Türkiye kamuoyunu hedef alan geniş çaplı algı operasyonları yapmaya devam ediyor.

Besic militanı.

Lübnanlı sosyal medya fenomeni, Tahran sokaklarında başörtüsünü geriye kaydırıp “İran çok özgür. Zorunlu Başörtü Uygulaması yalan” dedi.

  • ‘Ben de Türkiye’den bir Besic militanıyım’
  • Birkaç yıldır Elçibey’in 31 Aralık “Dünya Azerbaycanlılar Dayanışma Günü”ne alternatif olarak “Dünya Azeri Müslümanlar Günü” adı altında propaganda savaşı yürütüyor. Söz konusu programa Türkiye’den de bir katılım oldu. Kudüs TV Genel Yayın Yönetmeni Nureddin Şirin, İran devlet televizyonuna röportaj verip şunu söyledi: “İmam Hamaney’in dediği gibi Besicler (İran paramiliter militanları) dilleri farklı olsa da dünyanın her yerinde mevcuttur. BEN DE TÜRKİYE’DEN BİR BESİC MİLİTANIYIM. Siz burada ‘Lebbeyk ya Hamaney’ diyorsunuz, biz de Türkiye’den, Ankara’dan ‘Lebbeyk ya Hamaney’ diye haykırıyoruz.”
  • Nureddin Şirin.
  • Kamuoyunca bilinen bir ismin, Ortadoğu coğrafyasını kan gölüne çeviren Devrim Muhafızları Ordusu’na bağlı bir Besic militanı olduğunu itiraf, Türkiye açısından sadece bir güvenlik endişesini ifade etmiyor. Aynı zamanda İran rejimine göbekten bağlı unsurların Türkiye’de nasıl rahat bir şekilde cirit atabildiğini de gözler önüne seriyor.
  • İran rejiminin Türkiye’de ve dünya sathında bu derece dokunulmaz oluşu neyin ifadesidir? Kendi halkını memnun edemeyen, protestoların ardı arkası kesilmeyen bir ülkeyi böylesine aklamaya çalışmanın mantığı nedir? Tebriz’de meşhur bir söz vardır. Derler ki, “Cehenneme giden kendine yoldaş arar.” Ne diyelim, ateşleri bol olsun.