Alman derin devleti Türkiye’de cirit atıyor ‘İçimizdeki Almanya’yı kim, ne kadar biliyor?

SÜLEYMAN ŞAHİN
Abone Ol

Necip Hablemitoğlu: ‘AB ülkelerinin neden Bergama’daki altın üretimiyle ilgilendiklerini, Avrupa Parlamentosu’nun sözkonusu kararını öğrendikten sonra araştırmaya başladım. Ve uzun bir araştırma dönemi sonrasında bu kararın arkasındaki ülke ortaya çıktı: Almanya!.. Sonra, Bergama’da, Havran’da, Sivrihisar’da, Uşak’ta ve daha pek çok altın yatağına sahip yerleşim merkezinde, altın üretimine karşı bölge insanlarını kışkırtan, örgütleyen, çevreci kuruluşlara dezenformasyon hizmeti sunan Alman vakıfları ve örgütleri ile karşılaşmak hiç şaşırtıcı gelmedi.’

Türkiye-Almanya İlişkileri İnişli çıkışlı bir yol
Gerçek Hayat

Necip Hablemitoğlu, 2001 yılında basılan “Alman Vakıfları Bergama Dosyası” isimli kitabının önsözüne şu paragraf ile başlar:

“Avrupa Parlamentosu’nda 1998 yılında kabul edilen “Türkiye Hakkında Avrupa Stratejisi” başlıklı kararda (A4-0432/98), Türkiye’ye yönelik şu talepler yer alıyordu:

● Kürtlerin maruz kaldığı zulüm, hapis ve işkenceye son verilmesi;

● Leyla Zana’nın serbest bırakılması;

● Kürt halkının temsilcilerini de içeren toplum güçleri arasında diyalog kurulması;

● Türkiye’deki her kesime ana dilleriyle eğitim hakkı ile

● Kürt dilinde yayın ve kendini anlatma özgürlüğü verilmesi;

● TBMM'de Kürtlerin temsil edilmesi,

● Siyasal Partiler Yasası’nın değiştirilmesi,

● Seçimlerdeki yüzde 10 barajının kaldırılması ve

● Anti-terör yasasının iptali;

● Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinden olağanüstü halin kaldırılması ve

● Köy korucuları sisteminin tasfiyesi;

● PKK’nın tek taraflı ateşkesinin kabul edilmesi ve

● Kürt hedeflerine saldırının hemen durdurulması;

● Mahkeme kararlarının,

● özellikle üç termik santral ve BERGAMA ’DAKİ EUROGOLD ŞİRKETİNE İLİŞKİN DANIŞTAY KARARLARININ UYGULANMASI;

● Kuzey Kıbrıs’ta devam eden işgal durumunun ve

● AB’ne aday bir diğer ülkenin (Kıbrıs Rum Kesimi) erişim sürecini engelleyici tutumu nedeniyle Kıbrıs’ta siyasi çözüme gidilmesi;

● Komşuları, özellikle Yunanistan ile ilişkilerini düzeltmesi vs.’’

Bu paragrafın önemi, sisler içerisindeki bir konuyu gündeme getiriyor oluşunda yatıyor. Türkiye’de gerek ABD, gerek İngiltere, gerekse İsrail’in faaliyetlerine ilişkin pek çok çalışmaya rast gelmek mümkün. Fakat Almanya'yı ele alan çalışmaların sayısı neredeyse yok hükmünde. Üstelik Alman derin devletinin Türkiye üzerindeki faaliyetlerine dönük az sayıdaki çalışmanın güvenilirliği noktasında ciddi sıkıntılar söz konusu. Doğrudan bu konuyu gündeme getirme iddiasında bulunan 2006 ve 2009 yıllarında basılan iki eserin (aslında muhtevaya bakınca tek eser olduğu rahatlıkla söylenebilir) manipülatif amaçlı olduğu rahatlıkla söylenebilir.

Hablemitoğlu İlk İsim Değil

Necip Hablemitoğlu, Alman Vakıfları Bergama Dosyası

Hablemitoğlu, sanıldığının aksine Almanya’nın Türkiye’deki faaliyetlerine ilişkin kalem oynatan ilk isim değil. Zaten kendisi de bunu kitabında belirtiyor. “Türkiye’deki Alman Vakıfları Raporu” isimli ilk bölümde şöyle bir ifadeye rast geliyorsunuz:

Sözkonusu Alman vakıflarının yıkıcı-bölücü ve de espiyonaj faaliyetlerine karşı ilk kez Türk kamuoyunu bilgilendirerek uyaran Türkiye’nin tek Doğubilimcisi Tamer Bacınoğlu, sözkonusu vakıflarla ilgili şu çok önemli değerlendirmeyi yapmaktadır.

Tamer Bacınoğlu, The Making of a Turkish Bogeyman. A Unique Case of Misrepresentation in German Journalism

Hablemitoğlu tarafından “Türkiye’nin tek doğubilimcisi” iddiasıyla takdim edilen Tamer Bacınoğlu’nun 1998 yılında basılmış İngilizce kitabı “The Making of a Turkish Bogeyman. A Unique Case of Misrepresentation in German Journalism / Bir Türk Öcüsü Oluşturmak. Alman Basınında Yanlış Takdimin Eşsiz Bir Örneği”, konu hakkında yazılan ilk kitap sayılabilir. Tamer Bacınoğlu’nun, Alman eşi Andrea ile birlikte kaleme aldığı “Modern Alman Oryantalizmi” de Hablemitoğlu’nun “Alman Vakıfları Bergama Dosyası”ndan 7 ay önce yayınlandı.

Akademi Hep Sessiz Kaldı

Türkiye ile Osmanlı devrinden bu yana sıkı ilişkilere sahip bir ülkenin Türkiye hakkındaki derin faaliyetleri görülen o ki, akademik camiayı da pek ilgilendirmiyor. Arama kutusuna “Almanya” yazdığınızda çıkan tez sayısı 649. Fakat “Alman vakıfları” veya “Alman derin devleti” yazdığınızda hiçbir netice alamıyorsunuz. Keza Alman dış istihbarat birimi BND veya diğer istihbarat birimleri hakkında da bir çalışma yok.

İngiliz istihbaratı hakkında 3, İngiliz istihbaratının önemli bir figürü olan Gertrude Bell hakkında 6, “Arabistanlı Lawrence” olarak bilinen meşhur istihbaratçı T. E. Lawrence hakkında ise sadece 1 çalışma mevcut. “Casusluk” anahtar kelimesini girdiğinizde karşınıza “XIX. yüzyılı'ın ikinci yarısında Rusya'nın Osmanlı'ya yönelik casusluk faaliyetleri (1850-1900)” ile “Casusluk faaliyetleri çerçevesinde Osmanlı-İran ilişkileri (1795-1896)” çıkıyor.

Batılı devletlerin Osmanlı’ya karşı casusluk faaliyetlerinden bahseden “1. Dünya Savaşı yıllarında Osmanlı Devleti'nde casusluk faaliyetleri (1914-1918)” isimli doktora tezinde ise İngiliz, Rus, Fransız, İtalyan, Sırp, Rumen, Amerikan, Yunan hatta İsviçre ve Felemenk casusluk faaliyetleri ele alındığı halde; müttefik sayıldığı için olsa gerek Almanya’nın casusluk faaliyetleri hakkında açılmış her hangi bir başlık yok. Mesela Avusturya-Macaristan uyruklu meşhur şarkiyatçı ve casus Alois Musil’in, İngilizlerin Gertrude Bell ve çömezi Lawrence eliyle yaptığına benzer bir faaliyet için Arabistan çöllerine gönderilmesi gibi çok önemli bir bilgiyi bu tezde göremiyoruz.

Bu döneme ilişkin bizde yapılmış müstakil bir çalışma yok ama 1998 yılında basılmış bir tercüme mevcut. 1. Dünya Savaşı’nda görev almış Alman istihbarat albayı Walther Nicolai tarafından yazılan “Birinci Dünya Savaşında Alman İstihbaratı.”

Almanya Her Zaman Türkiye'ye İlgi Duydu

Otto von Bismarck

Alman Birliği’ni sağlayan isim olan Bismarck, ülkesinin Fransa karşısında güçlenmesi gerektiğine inandığı için Rusya ile arayı açmak taraftarı değildi. Dolayısıyla Rusların özel olarak ilgilendiği Osmanlı coğrafyası onun için pek bir şey ifade etmiyordu. Nitekim 5 Aralık 1876'da Alman meclisi Reichstag'da Şark meselesine ilişkin “Bir Pomeranyalı askerin kemiğine bile değmez” sözünü deyivermişti.

Bismarck meseleye reel politik açısından bakarak böyle diyordu ama Türk toprakları Almanların hayalini süslemeye devam ediyordu. 1848 yılında, henüz genç Bismarck çiçeği burnunda bir parlamento üyesi iken Alman iktisatçı Ruscher şöyle demişti: “Küçük Asya, imparatorluk dağılınca Almanya'nın payına düşecektir.”

Almanya'da kapitalist teoriyi ilk dillendiren isimlerden List ise Türk topraklarında yeni bir Almanya hayaliyle yaşıyor ve bu hayalini şu ifadelerle dile getiriyordu:

  • “Bu bölgelerde barışçı bir fetih yoluyla gerek büyüklük, gerek nüfus, gerekse servet bakımından Slavcı Rus tehlikesine karşı en sağlam istihkâmı sağlayacak olan yeni bir Almanya yaratmak mümkündür.”

Prusya önderliğinde kendi birliğini kuran Almanya 1870 yılında Fransa’yı ezip geçince askeri bir güç olarak Osmanlı idarecilerinin dikkatini çekmeye başladı. İngiltere’nin 1875 sonrası Osmanlı’yı Ruslara karşı ayakta tutma politikasından vazgeçip Şark Meselesi’ni masaya yatırmasıyla zaten Ruslarla başı belada olan Osmanlı devleti, ister istemez Almanya ile yakınlaşarak bir denge politikası geliştirmeye çalıştı. Bu politika, sadece 2. Abdülhamid dönemine damgasını vurmakla kalmadı; İngilizlerin İttihatçılara yüz vermemesi nedeniyle İttihatçıların da sığındığı bir liman hâline geldi.

Türk Yurdunu Gözlerine Kestirdiler

Alman kayzeri Wilhelm ile Osmanlı sultanı Reşad. Sultanın hemen arkasında ise Enver Paşa

1903 yılında açılışı yapılan Berlin-Bağdat demiryolu projesiyle Osmanlı-Alman ilişkileri zirveye ulaştı ama bu durum başta İngiltere olmak üzere diğer güç odaklarının hışmını da beraberinde getirdi. Osmanlı, Kayzer Wilhelm’in hediye ettiği “Alman Çeşmesi” ile oyalanırken Almanya cephesinde büyük bir coşku hâkimdi.

Alman şarkiyatçı Ernst Jackh kendinden geçmiş, şöyle diyordu:

“Orada, Türkiye'de Anadolu ve Mezopotamya var. Anadolu, doğan güneşin ülkesi. Mezopotamya ise eski bir cennet. Bu adlar bizim için birer simge olmalıdır.”

Alman basını da çığlık çığlığa “Yeni Dünyaya değil, Mezopotamya'ya!..” sloganları atıyordu. Bu arada kantarın topuzunu iyice kaçıran aşırı Alman milliyetçileri, Anadolu ve Mezopotamya’ya Alman göçmenlerin yerleştirilmesi yolunda yoğun bir propaganda faaliyetine girişmişti. Durum öyle bir hal almıştı ki, Alman Dışişleri Bakanlığı bizzat müdahale edecek ve Osmanlı yönetimini ürkütmemek için ahaliyi sessizliğe davet edecekti. Fakat cin bir kere şişeden çıkmış, Almanların niyeti belli olmuştu. Osmanlı yönetimi tedbirli davranmak zorunda kalacak ve Bağdat demiryolu antlaşmasına, güzergah boyunca Alman nüfusun yerleştirilmeyeceği yolunda gizli bir madde koyduracaktı.

İttihatçıları Gaza Getirip Kullandılar

İttihatçıların 1908 İhtilali ile yönetime gelmesi, Osmanlı üzerindeki Alman nüfuzunu bir süreliğine geriletmiş gibi görünse de Alman usulüne göre talim görmüş subayları unutmamak gerekiyordu. Nitekim yatırım yaptığı kadroların bekleneni verememesi (kimilerine göre bu beklenti hilafetin kaldırılmasıydı) ve de İngiltere’nin 1875 sonrası değişen politikasında oynama olmaması İttihatçı teorisyenleri gözden düşürünce Alman yanlısı askeri kanata gün doğmuş oldu. Bu kanatın en göze çarpan ismi ise kısa zamanda rütbeleri aşarak paşa yapılan Enver’di.

  • Zamanla Enver ile kurulan ilişkiler öyle bir noktaya ulaştı ki, Almanların gözünde koca Osmanlı İmparatorluğu “Enverland” olarak anılır hâle geldi.

2 Ağustos 1914’te Enver ile Almanya arasında gizli ittifak imzalandığı gün genel seferberlik de ilan edildi. Bu konu hükümetçe görüşülüp karara varılmadan hatta ordunun Başkomutanı bulunan padişahın iradesi alınmadan yapıldı. Sonradan Enver Paşa sözlü irade alındığını ileri sürüp sorumluluğu üzerinden atmaya çalışacaktı. Devrin Maliye Nazırı Cavit Bey ise hatıratında seferberliğin ilanından 14 gün sonra haberi olduğunu söyleyecekti.

‘İçimizdeki Almanya’ Enver Paşa’ydı

Enver Paşa

Dahası, Almanlardan güya satın alınarak Yavuz ve Midilli adı verilen fakat Alman mürettabı olduğu gibi bırakılan iki geminin Rus limanlarını bombalayarak savaşı başlatması da Enver ile Cemal Paşaların tertibi oldu. Osmanlı padişahının durumdan haberi yoktu. Sarayın mabeyn katibi Ali Fuat Türkgeldi gelişmelere ilişkin şunları söylüyordu:

“Kurban bayramı gecesi başmabeynci Tevfik Bey beni uyandırdı. Rus ve Osmanlı donanmaları arasında çarpışmanın meydana geldiğini, durumu Padişah’a söylememiz gerektiğini, gerçeği öğrenmek için harekete geçmemizi istedi. Enver ve Cemal Paşa’lara müracaat etmek istedik. Ancak Enver Paşa’nın yatmış olduğunu, Cemal Paşa’nın da yemekli bir davette olduğunu öğrendik. Sabahleyin bayram alayı için Saray’da toplandığımızda vekillerin bile olaydan haberleri yoktu. Enver ve Cemal Paşa’larla Talat Bey gelince öğrendik.”

  • Evet, Almanların İttihatçılara verdiği gazla girdiğimiz dünya savaşından 1 milyona yakın şehid ile çıktık. Bunların neredeyse yarısı salgın hastalıkların kurbanı oldu. Askere alınanların 3 milyon kişi olduğu göz önüne alınırsa verilen kaybın büyüklüğü ortaya çıkmış olur. Görüldüğü gibi Almanların hırsları İttihatçıların aymazlığı ile birleşti ve bizi büyük bir felakete sürükledi. O günlerde “İçimizdeki Almanya” İttihatçı kadro ve bilhassa Enver Paşa olmuştu.

CIA ve BND Nazi Aklıyla Kuruldu

3 Mart 1945 tarihinde, ABD 5. Ordusu Bavyera'ya girdiğinde, Rainhard Gehlen ve 80 adamı ABD birliklerine teslim oldu. Ekibin ifadeleri alındıktan sonra her Alman askeri gibi esir kampına gönderildiler. Ancak kısa bir süre sonra araya Sovyetler girdi, Hitler’in doğu cephesinden sorumlu istihbaratçısı Gehlen’i bir milyondan fazla Sovyet askerinin ölümünden sorumlu tutuyorlardı. ABD ise onu vermediği gibi 1945 yılının Kasım ayında görülen asken mahkemede adamlarıyla birlikte beraat etttirdi.

ABD, istihbarat konusunda epey geri kalmıştı. Askeri istihbaratı ancak 1944'te kurabilmişti. Gehlen ve ekibinden faydalanmak istiyordu. 1945 Aralık ayında, Almanya'nın Bavyera eyaletindeki Oberursel adh küçük bir kasabada bulunan ABD askeri üssünde "Organisation Gehlen" adında bir Alman-ABD istihbarat servisi kuruldu. Burada görev alan ABD’li istihbaratçılar, 18 Eylül 1947'de temeli atılan CIA'in ilk kurucu elemanlarıydı.

Gehlen ve adamları Sovyetler tarafından hâlâ savaş suçlusu olarak arandıkları için, ABD hükümeti onlara sahte kimlikler verdi. Gehlen'e verilen iki sahte kimlikten birinde adı Otto Köhler, öbüründe ise Hans Holbein olarak yazılıydı. Gehlen ile çalışan CIA ajanı James Chritchfield, öldüğü yıl olan 2003’te bastırdığı hatıratında CIA'in Gehlen grubuyla yaptığı çalışmaların yanlış bir strateji olduğunu çünkü bir Nazi subayı olan Gehlen’in büyük katliamlara imza attığını söylüyordu. Ajan Chritchfield, Sovyetlerin 1955 ve 1957 yıllarında, hem ABD'ye hem de İngiltere'ye buna ilişkin sağlam belgeler sunduğunu ifşa etti. Ama ABD, bunun bir komünist propaganda olduğunu dile getirip meseleyi kapatacaktı.

Nazi subayı Gehlen, CIA teşkilatını kuran akıldı. Bu akıl 1956 yılında bu kez BND’yi yani Alman dış istihbarat birimini kurdu. 1979 yılında ölen Gehlen, 1968 yılına dek BND’nin başında kaldı.

BND Türkiye'deki En Aktif İstihbarat Örgütü

Nazi aklıyla kurulan BND, soğuk savaş yıllarında Türkiye’yi belki de en çok izleyen istihbarat teşkilatı olageldi. Herkes CIA ile, MI6 ile, MOSSAD ile meşgulken BND kendi namına adamlar devşirerek faaliyetlerine aralıksız devam ediyordu. Ama bütün bu faaliyetler nedense hep kalın bir sis tabakasının arkasında görünmez kaldı. Bu konuda Aytunç Altındal’ın ölmeden kısa süre önce Celal Tahir’e söylediklerini hatırlamak lazım. 4 Mart 2019 tarihli Gerçek Hayat Dergisi’nde yayınlanan mülakatta Altındal şöyle diyordu:

  • “Orhan Kabibay, Milli Birlik Komitesi’nin içerisindeki, büyük bir ihtimalle Almanlara çok yakın olan bir adamdı. Yani Alman, Türkiye’deki… Şunu söyleyeyim, Kabibay’ı koy bir kenara şimdi. Türkiye’deki Alman istihbaratının faaliyetlerini kimse bilmez. Fakat herkes işte CIA, MOSSAD bilmem ne, onu konuşur. Hâlbuki Türkiye’de esas büyük istihbaratı yapan Almanlardır, BND’dir.”

Hablemitoğlu'nu Kim İnfaz Etti?

2001 yılında basılan “Alman Vakıfları Bergama Dosyası” isimli kitabıyla gündemi sarsan Necip Hablemitoğlu, 18 Aralık 2002 günü Çankaya Portakal Çiçeği Sokağı'ndaki evinin önünde Ruger marka bir silahtan iki el ateş açılması sonucu infaz edildi. Cinayet usta işiydi. Geride iki boş kovandan başka iz bırakılmamıştı. Hablemitoğlu suikasti, ister istemez gözleri BND’ye çevirdi. Suikasti Alman istihbaratı mı yapmıştı?

2006 yılında bu konuyu ele alan “Alman gizli devleti” adlı bir kitap yazıldı. 2009 yılında “Alman derin devletinin Türkiye operasyonları” ismiyle başka bir kitap daha yayınlandı. İki kitap neredeyse birebir aynıydı. İlkinde yazar, bir milletvekili olan Zafer Güler’di. İkincisinde ise Talip Doğan Karlıbel. Karlıbel, aynı zamanda ilk kitabın “konsept danışmanı”ydı. İkilinin kuzen oldukları söyleniyordu.

Her iki kitap da Hablemitoğlu cinayetinin faturasını Alman derin devletine çıkarıyor, ısrarla FETÖ’nün suikast ile bir ilgisi olmadığını vurguluyordu. Hem de üzerine basa basa tam dört yerde... Hatta Özdemir Sabancı suikastini de Almanlara yıkarken FETÖ’nün masumiyetini araya sıkıştırmayı ihmal etmiyordu.

“Alman derin devletinin Türkiye operasyonları” isimli kitabın 134. sayfası şöyle diyordu:

“Almanlar, Türkiye'de ABD ve İsrail karşıtı gurupları ciddi şekilde desteklemektedir. Çünkü siyasi konjonktüre bakış açısından değerlendirildiği zaman, Türkiye'de belirli bir kitle bu tip çalışmalara zaten destek vermektedir. Aynı kitlenin, Fetullah Gülen gibi kişileri ve cemaatini Türkiye düşmanı göstermesi de ilginçtir ve Almanların işine gelmektedir. Bu gün Almanya'daki Türk okullarında Atatürk'ün resminin asılmasını yasaklayan Alman Kültür Bakanlığı, Almanya'daki Gülen Cemaati'ne yakın eğitim yerleri ve kültür erkezlerindeki Atatürk resimlerini indirtememiştir.

Bizim ulusal, milliyetçi ve bazı ırkçı gruplarımız da, bu tip müdahalelere hiçbir tepki göstermemişlerdir. Çünkü onlara suni bir düşman lazım olup, "Vatan elden gidiyor, şeriat geliyor" gibi laflar ve suçlamalarla kendilerini aldatmaktadırlar. Gerçek şu ki, bu cemaate yakın olan bütün gruplar, okullar ve dernekler bu gün medeni dünyada tek ılımlı İslamcılar olarak bilinirler. İşte bu da bazı kişilerin işine gelmemektedir.”

FETÖ İşi Sulandırma Peşinde

Talip Doğan Karlıbel FETÖ'nün adamıdır

FETÖ’ye iltisaklı olduğu yazdıklarından net olarak anlaşılan, üstelik Ergenekon davalarında şahit olarak FETÖ savcılarının imdadına koşan Talip Doğan Karlıbel’in Hablemitoğlu cinayeti üzerinden Alman derin devleti meselesini de sulandırdığı aşikâr.

Bu konuda maalesef yeteri kadar ciddi yayın olmadığı görülüyor. Başta akademi camiası ve Almanya ile bağlantılı kurumlar olmak üzere ilgilileri bu konuda araştırmalar yapmaya, eserler vermeye davet ediyoruz. 3 milyon Türk’ün yaşadığı, en büyük ticaret hacmine sahip olduğumuz bir ülke hakkında hâlâ son sözü söyleyecek bir kurumun, mesela dört başı mamur bir “Alman Araştırmaları Merkezi”nin olmayışı bu ülkenin ayıbıdır.

“Necip Hablemitoğlu’nu kim öldürdü” meselesine gelince... Son sözü eşine, Şengül Hablemitoğlu’na verelim. 17 Aralık 2019 günü bir TV kanalında canlı yayına çıkan Şengül Hanım aynen şunları söylemişti:

“15 Temmuz’dan sonra Necip Cem İşçimen çağırdı ve bana FETÖ’den dolayı firari durumda olan bazı emniyet mensubu olan şahısları gösterdi. Ben teşhis ettim. Kendisi istihbarat daire başkanlığı yapmış kişiydi. Evet, olayı karartanlar bunlardı.”

Son Perde: FETÖ-BND El Ele

Şahin: ''Evet, içimizde cirit attığı bilinen Alman derin devleti yaşadığımız topraklarda bir Türk milleti görmek istemiyor.''

FETÖ, Hablemitoğlu suikastini BND’ye yıkarak kendini aklamaya çalışırken iki tarafın hasım olduğu görüntüsü özenle veriliyor. Peki, 15 Temmuz sonrası Türkiye’den firar eden FETÖ mensuplarına kucak açan kim? BND Almanyası değil mi? Bu danışıklı döğüşe dikkatinizi çekmek isterim. BND, en başından beri Türkiye’nin aleyhine çalışan kim varsa besledi, büyüttü. Zora düştüğünde ise tıpkı FETÖ gibi, PKK gibi kucak açıp bağrına bastı. BND hesabına çalışan Şark Enstitüsü’nün Başkanı Udo Steinbach’ın şu sözlerini asla unutmayalım.

“Türk milleti diye bir millet mevcut değildir. Nitekim mevcut olmadığını Türk-Kürt, Müslüman-Laik ve Alevi-Sünni çatışmalarında apaçık görmekteyiz.”

Evet, içimizde cirit attığı bilinen Alman derin devleti yaşadığımız topraklarda bir Türk milleti görmek istemiyor. Ve bu uğurda FETÖ’yü, PKK’yı, DHKP-C’yi ve bilumum terör örgütlerini kullanmakta bir sakınca görmüyor.

Alman derin devletini gereği gibi çalışmak üzerine vazifedir Türkiye...