Ak Parti kaybetti, CHP kazanmadı
Kuruluş felsefesinden uzaklaşan sadece Ak Parti değil. Varlığa kavuşan, konfora alışan tüm Müslümanlar dünyaya gönderiliş gerekçelerini unuttular. Allah ile irtibatlarını zayıflattı veya kopardılar. Allah’a değil dünyevî güce ve maddî varlığa dayanıp güvenir hâle geldiler. Müslümanların kültürel mânâda köylülük ve sonradan görmüşlüğün zirvesine eriştiği, mahremiyeti tümüyle yok ettiği, iffet ve izzetin ayaklar altına alındığı, israf ve bencilliğin ayyuka çıktığı, geleneğin tümüyle terk edildiği, haramzâdeliğin arttığı, tefekkürün azaldığı, kalan ibadetlerin gösterişe çevrildiği, hâsılı düşmana benzemenin bile ötesine geçtiğimiz zamanlardayız.
Halkın irfanı 31 Mart mahalli seçimleriyle mahdut değil aslında. Bu irfanı Türkiye’nin bütün seçimlerinde gördük. Baştan belirmeliyiz ki ‘demokrasi’ denilen şey, toplumların enerjilerini kendi kendileriyle mücadele ettirerek yok etme rejimidir. Seçilme uğruna iyiye kötü, kötüye iyi denilen, varlıkların israf, iyilerin dışlandığı rejimdir demokrasi. Bu yüzden demokrasiler aynı zamanda toplum değerlerinin üç beş yılda bir alabora edilmesinin de adıdır. Konumuz demokrasi veya diğer yönetim usulleri değil, sadece 31 Martın neticelerini anlama çabası. Herkese, her ülkeye, her ideolojiye, her iktidara, her muhalefete göre tarifi farklı olan demokrasinin dışındaki yönetim usullerinin tahlilini yaparız nasipse.
Her şeyden önce çeyrek asra yaklaşan yani cumhuriyet tarihinin dörtte birine tekabül eden Ak Parti iktidarı için elde edilen netice hem bir başarısızlık hem de bir başarıdır. Kimi kurulduğu günden bu yana, kimi çeyrek asırdır, kimi de 70 yıldır muhalefette olan partilerin hemen hepsi içinse tam bir başarısızlık.
CHP’nin pek çok belediyeyi PKK ittifakı ile almış olması da başarı değil. Bunca propaganda, seçmen ve maddi desteğine rağmen CHP’nin reyleri bir milyondan fazla düştü. İstanbul ve Ankara belediye başkanlarının oyları da... Koltuk sayısı açısından kazananı CHP olan bu seçimin başarı hanesinde ise CHP yok.
Bu seçimin belirleyicisi ise AK Parti’nin kuruluşundaki ana taban. Yani Millî Görüş geleneğinden gelip AK Parti’nin tabanını oluşturan dindar kitle. Zira bu kitlenin sandığa gitmeyeceği bir önceki seçimden beri belliydi ve AK Parti tepeden tırnağa bu seçmeni sandığa götürecek hiçbir çabanın içinde olmadı. Aksine küstürmek için ellerinden geleni artlarına bırakmadılar.
Pek çok kişiye de söylemekle beraber, AK Parti’den CHP’ye geçen bir belediyenin başkan yardımcısının odasında “31 Mart seçimlerini nasıl görüyorsunuz” diye soran AK Parti yöneticilerine, Ak Parti tabanını sandığa götürmeye ikna edemezse tahminlerin ötesinde bir hezimet yaşayacağını söylemiştim. “İstanbul’u kesin alırız” dediklerinde Ekrem’in yeniden aday olacağını ve yüzde 99 kazanacağını, İstanbul’u almanın tek bir yolunun olduğunu ‘o yol denenirse belki’ demiştim. Ama o yol denenmedi.
Seçimden sonra bunlardan biri arayarak “keşke o zaman bize söylediklerini genel merkeze de söyleseydiniz” dediğinde güldüm ve “bu fakirin gördüğünü 40 yıllık siyasetçiler görmüyor mu” dedim. “Siz de haklısınız ama…” diye devam ettirdi sözlerini.
Seçimi kaybetmenin nedenlerinin hepsi olmasa da çoğunu arayan arkadaş da biliyordu. Hepsi bilir mi bilmem ama o arkadaşa göre çoğu Ak Parti yöneticisinin “Erdoğan varken sırtımız yere gelmez” gibi bir düşünceye sahip olduğunu söyledi.
İşte kaybetmenin belki de en kısa tahlili bu.
Avni Özgürel seçim sonrasında TVNet’teki bir konuşmasında “Ak Parti’nin kuruluş felsefesinden uzaklaştığı ve ihlasını kaybettiğini, karanfillerle ev ev dolaşanların, dert dinleyenlerin kaybolduğunu” söyledi. Özgürel’in sözüne itirazı olan var mı?
Aslında kuruluş felsefesinden uzaklaşan sadece Ak Parti değil. Varlığa kavuşan, konfora alışan tüm Müslümanlar dünyaya gönderiliş gerekçelerini unuttular. Allah ile irtibatlarını zayıflattı veya kopardılar. Allah’a değil dünyevî güce ve maddî varlığa dayanıp güvenir hâle geldiler.
Müslümanların kültürel mânâda köylülük ve sonradan görmüşlüğün zirvesine eriştiği, mahremiyeti tümüyle yok ettikleri, iffet ve izzetin ayaklar altına alındığı, israf ve bencilliğin ayyuka çıktığı, geleneğin tümüyle terk edildiği, haramzâdeliğin arttığı, tefekkürün azaldığı, kalan ibadetlerin gösterişe çevrildiği hâsılı düşmana benzemenin bile ötesine geçtiğimiz zamanlardayız.
Samimiyetle aramıza dağları koyduk. Buna rağmen halkın irfanı her zaman kendini gösterdi, göstermeye devam da edecek. Çünkü bu aslında halkın irfanından da ziyade sevki ilahidir. Anlayıp ders çıkarana bir ikaz şeklidir.
- Ak Parti ne yaptı ne yapmadı?
- Ak Parti iktidarında Türkiye’de özellikle alt yapı hususunda büyük işlerin başarıldığı inkâr edilemez bir gerçek. Bunları herkes bildiği için zikre gerek yok. Özellikle son yıllardaki savunma sanayiine yönelik çabalar da insaf sahibi herkesin takdirini kazanmış durumda.
- Ama her şey altyapı ve savunma sanayiinden ibaret değil. İhmal edilen bir dünya şey var.
Belediyeler
Birkaç yıl önce Ak Parti yöneticisi bir arkadaş, bir belediyeye işimiz düştüğünde bizi şöyle ikaz etmişti. “Dikkat edin! Belediyeler bir para basamaz bir de adam asamaz.” Son iki yılda anladım ki, bu tarif yetersiz. Evet, şeklen para basamaz ama belediyeler bir para basma makinası gibi çalıyor. Fiilen adam asamazlar ama insanları anasından doğduğuna pişman etmek için var olduklarından şüphem yok artık.
Ak Parti’nin belediyeleri neden kaybettiğinin cevabını bilmeyen bir Ak Parti yöneticisi olduğunu sanmıyorum. Sıradan mahalle temsilcisi de partinin üst kadrolarına kadar herkes her şeyin farkında. Ticaret eski bakanı ve Ak Parti genel başkan yardımcısı Nihat Zeybekçi’nin son açıklamaları değişmeye niyetli olunmadığının en son delili.
31 Mart seçimlerinde kazandığı belediye sayısındaki artış nedeniyle CHP açısından bir başarı gibi gözükmekle beraber bu asla başarı değil. Ana muhalefet partisini başarılı kılan şey; ekonomik meseleler, AK Parti belediyelerinin kibirli uygulamaları, zayıf adaylar, yenilenmeye karşı direnç, partinin kendi öz tabanını umursamaması, popülizm, sık yapılan u dönüşler, köpek meselesi, erken evlilik, nafaka mağdurlarının umursanmaması, seçmeni çantada keklik görmek, teşkilatlar içindeki iç çekişmeler, siyasetin makam-mevki aracına dönüşmesi, bürokrasinin liyakatsizlik ve hoyratlığı, bazı parti yöneticilerinin tabanı ve seçmeni kızdıracak açıklamaları ve de sonrasında parti yönetimince taltif edilişleri gibi pek çok husus seçmenin sandığa gitmesini engellemiştir.
Araştırma şirketleri ne açıklarsa açıklasın, demirbaş yorumcular ne söylerse söylesin netice aylar öncesinden belliydi. Hatta ta 2023 genel seçimlerinin ikinci tura kalmasından da...
Eğitim
Öte yandan 22 yıllık uzun bir iktidar sürecinde eğitim meselesi çözülmedi. 22 yılda 10 bakan değiştirildi ama hiç biri esaslı bir proje ile gelmedi. Gelse de biri hariç projesini hayata geçirecek kadar koltukta kalmadı. Ders kitaplarını bedava verme ve okul binalarını artırmanın ötesinde Allah için söylesinler ne yapıldı? Aksine herkesi lise mezunu yapma adına köyler boşaltıldı, ziraat ve mesleklerle olan bağlar koparıldı. Herkes asgari ücretli hale getirildi.
Gençlik
Sağlam bir gelecek için olmazsa olmazlarımız nüfusun artması, iyi yetiştirilmiş bir gençlik, gençlik yetiştirecek teşkilatlar, sağlam bir eğitim müfredatı, tayyibattan oluşan gıda zinciri, topraktan koparılmamış bir nesil, ailenin reisinin erkek olduğu ahlâklı, iffetli bir aile yapısı, vaktinde evlilik, yaban ellere heveslenmeyen nesiller yetiştirmek gerek. Çok sözün zâid olduğu bu alanda ne yapıldığını bize kim izah edebilir?
Ziraat ve hayvancılık
İstatistiğe bakarak hüküm vereceksek ziraat ve hayvancılığımız, gıda üretim ve ihracatımız şaha kalktı. Ama gerçekte öyle değil. Nüfus arttı, üretim arttı, teknik imkânlar arttı, ekim alanları çoğaldı. Yerli yabancı büyük firmalar tarım ve hayvancılığa yöneldi ve istatistik olarak her şey yolunda.
Tohuma hâkim yabancı siyonist şirketler teşvikler nedeniyle üretimlerini Türkiye’ye kaydırdı; buna göre alan değil satan olduk ama ne mal ne de para bizim. Tabii tohumlar yerine hâlâ hibrit tohumlar teşvik ediliyor. Gıda ve hayvancılık ise maalesef insana yaraşır evsafta değil. Dünyanın en pahalı etini yiyoruz ve hayvan düşmanlığı yapanlar bu ülkede Bakan yardımcılığına bile getirildiler.
Sağlık
Halkın çoğunluğu sağlık sisteminden memnun. Çünkü her şey bedava. Dünyada başka bir örnek galiba yok. Zâten Recep Akdağ döneminde Oxford üniversitesi üzerinden Türkiye pilot ülke yapılmıştı. Akdağ da Bakanlıkta hazırlanan kitabın takdim yazısında bunu açıkça beyan etti. Tedavi ve ilaç bedavaysa ülkede hasta ve hastalıktan daha çok ne olabilir ki?
Modern tıbbın kadim uygulamalara olan düşmanlığı, çoğu siyonist Batılı ilaç, aşı ve tıbbi teknoloji cihazı üreticisi firmaların pazaryeri olmanın ötesinde ne yapıldı? Hangi ilaç, hangi cihaz, hangi bilmem ne geliştirildi?
Enflasyon ve ekonomi
İç ve dış pek çok aktör ve faktörün ekonomileri etkilediği bilinen bir gerçektir. Özellikle söz konusu olan ülke güçlenmesinden endişe edilen Türkiye ise şüphesiz bu bahis daha da ehemmiyet arz eder. Global çapta terör faaliyeti yürüten siyonizmi en çok tedirgin eden ülke de Türkiye. Türkiye’nin bu bağlamda da hedef ülke olması tabii bir durum.
Buna rağmen tedbir almak, paramızı güçlendirmek de bizim mesuliyetimizde. Devlet ve iktidar iktisâdî kriz ve devalüasyonlara rağmen parayı güçlendirme tedbirlerini almadı. Korona dalaveresinin sadece bir sağlık skandalı olmayıp aynı zamanda devlet, şirket ve ailelerin ekonomilerini sarsmak olduğunu da görmek istemediler. Neticesinde ahlâkî bir kriz ortaya çıkıp bütün piyasa dengelerinin bozulmasına sebebiyet verdi.
İkide bir oynanan emeklilik sistemi, işçi, memur, bağkurlular arasındaki hiçbir ahlâkî temele dayanmayan ayrımcılık, emeklik sistemindeki uçurumlar, kira ve gelir dengesindeki adâletsizlik, piyasa denetimlerinin gerektiği gibi yapılmaması, haksız ve stok yapanlara caydırıcı müeyyide uygulanmaması, vergiden vergi almak, KDV, ÖTV gibi dolaylı vergileri yüksek tutarak insanları kayıt dışına itme, ihtiyaçtan fazla kamu çalışanı, benzer devletlere nisbeten yüksek kamu harcamaları, vergi sisteminin bir türlü bir düzene kavuşturulamaması, vergi çeşitliliğinin çokluğu ve sıcak para giriş çıkışındaki arızalar gibi pek çok unsur, devlet, şirket ve ailelerin bütçelerini hallaç pamuğu gibi atmakla kalmayıp ahlâkî yozlaşmalara da sebebiyet verdi.
Bina, çevre ve iklim
Karadenizliler başta olmak üzere milletçe inşaat işinde pek mahiriz. Boş bulduğumuz her yeri betonlaştırmak, yükseklik hastalığı gibi kıyamet alameti hallerimiz komşuluğu, dayanışmayı, itimadı yok etmekle kalmadı, ruh ve beden sağlığımızı da yok etti.
Sokak ve mahalle denilen tüm kültürel değerler yok edildi. Gelenek tuzla buz oldu. Sokaklarımız çöplük ve bizler çöp üreticilerine döndük. İsraf istisna değil asli bir kimliğe dönüştü. İktidar, iklim masallarının peşine takılıp hiçbir şeyi görmez oldu. Korona meselesinde olduğu gibi hiçbir ikazı duymuyor, görmüyor. 2000’lere dek küresel soğumadan söz edenlerin birden bire küresel ısınmadan söz etmesi, yapay et dayatmaları, gökyüzünü sürekli chemtrail denilen tekniklerle ifsad edilmesinin görmezlikten gelinmesi, Batının dayatmalarına karşı sessizlik.
Yeşil Kemalizm
Kemalizm seküler bir ideoloji ve hatta bazı menfaatperestler için bir din. Aslına bakılırsa ortaya çıkışı, felsefesi ve icrası da İslam’a rakip olma cüretinde bulunmuş seküler bir din. Bunu anlamak için kurucusunun dönemindeki taltif gören şiirleri, bizatihi yapılan icraatları ve dahi kadroları görmek yeter.
Rahmetli Cevat Rıfat Atilhan ile başlayan dindar siyaset, DP ve AP içinde yer bulmayı denemiş ancak sokağa atılmıştır. MHP içinde yer aramış fakat barınamamıştır. Millî Nizam ve Millî Selamet ile kamuda görünür hâle gelmiş, Millî Selamet ile kısa dönem iktidar otaklığı yaşamış, ANAP bünyesinde var olmayı denemişse de Refah ile kısmî, Ak Parti ile de uzun süreli bir iktidar olmayı başarmıştır. Ancak hiç birinde Kemalizm’in ensesinde boza pişirmesi nedeniyle öz evlat muamelesi görememiştir.
Son on yılda ise -Allah neticesini hayretsin - başörtülü, sakallı, dindar görünümlü ve bunu dillendirmekten çekinmeyen Kemalistler türemiştir. Allah’ın adını anmaktan çok Mustafa Kemal’in anıldığı zamanlara yeniden dönmek gibi bir endişe ortaya çıkmıştır.
Meselelere ve hukuka bakışımız
Toplumca hiçbir meseleye bakışımız ne yazık ki artık Rahmânî değil. Popülizmi hak, hukuk, adâlete tercih eder hâle geldik.
Medya
Elbette medya;
- Her şeye muhalefet eden
- Her şeyi onaylayan ve
- Doğruya doğru, yanlışa yanlış diyen olmak üzere üç zümreden oluşuyor. İlk iki zümre işe yaramaz. Üçüncüsü ise itilip kakılan, ne iktidara ne muhalefete yaranamayan bir azınlık. Alan memnun, satan memnun olduktan sonra medya hakkında daha fazla bir şey yazmaya galiba gerek yok.
Devlet ve gelenek
Bu yazıyı kaleme alırken mola sırasında geçtiğimiz yıl Rahmet-i Rahman’a kavuşan Mustafa Çalık’ın şu cümlelerine rastlayınca işte yazıyı tamamlamamız gereken cümleler diye düşündüm.
“Bizim devlet geleneğimizin esası şudur:
- Devlete talipseniz, servete de marifete de talip olmayacaksınız.
- Servete talip olacaksanız ne devlete ne de marifete talip olmayacaksınız.
- Marifete talipseniz o zaman devlete de servete de talip olmayacaksınız!"
Ariflere selam olsun!
Abone olmak için: www.birlikte.com.tr/gercek-hay...