“Ah efendim”

DERYA YANIK
Abone Ol

Aradan çok zaman geçti. Ne Türkiye Gerçek Hayat dergisinin ilk çıkmaya başladığı zamanlardaki o eski Türkiye, ne de ben o eski benim. Gençtim. Hayata ve mesleğe yeni başlamıştım. Ülkemin içinde bulunduğu hâle kafa yoruyor, endişeleniyor, üzülüyor ve gerekirse tek başıma dünyaya kafa tutacağıma inanıyordum.

Çok endişelendiğimde hep yaptığım gibi, kendimi mizahın sağaltıcı kollarına bırakıyor, siyasi ve sosyal meseleleri mizah penceresinden seyrediyordum.

Zaman içinde, ismimi müstear sanıp gerçekte kim olduğumu merak eden sadık okurlarım bile oluşmuştu. Heyhat, Dergi’nin “Karton Piyer”, “Mine Sota” isimli yazarlarının arasında benim gayet normal olduğunu sandığım ismimin müstear sanılması da kaderin ayrı bir cilvesiydi. Emojiler icad olmamış, gülme efektleri henüz bize kadar ulaşmamıştı. Yazının içinde hiyeroglifler olmadan, yazarın bileğinin gücüne güvendiği günlerdi. Suriye’de iç savaş çıkmamış, Irak henüz üçe bölünmemişti. Rusya, bolşevizmden kurtulmuş ama daha toparlanamamıştı. İstanbul’a çalışmaya gelen Ruslara acıdığımız günlerdi.

10'uncu Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in Başbakan Bülent Ecevit'e anayasa kitapçığını fırlatması ekonomik krize neden olmuş bir gecede Türkiye fakirleşmişti...

ANNEMİN ÖLDÜĞÜ YAŞA ÇOK YAKLAŞTIM

Bizde ise Ecevit Başbakandı. Enflasyon almış başını gitmiş, kitapçık krizinden sonra gecelik faizler yüzde 3500’e fırlamıştı. O zamanlar daha Bağcılar Adliyesi yerli yerindeydi, bu haberi Adliye’nin baro odasında insanlar konuşurken almıştım. Param yoktu, beni vuramazdı kriz. Ve fakat ülkenin canına okumuştu. Benim uykularım kaçıyordu.

Bugün aradan neredeyse yirmi yıl geçti. Hayatın hâlâ acemisi olsam da, yaş, ben farkına varmadan kemâle erdi. Teoman’dan ödünç alarak söyleyeyim, annemin öldüğü yaşa çok yaklaştım.

YAZARIN SORUMLULUĞU SADECE OKURA KARŞI DEĞİLDİR

Gerçek Hayat’ta sanırım iki yıldan az bir süre yazdım. Daktilo ile başlayıp bilgisayarla devam etmiştim. İnternet henüz yeni yeni hayatımıza giriyordu. Önce faksla gönderdiğim yazılarımı bir süre sonra e-posta ile göndermeye başlamıştım. İlk denemem hâlâ gözlerimin önünde, anlatsam gençler gülmekten kırılırlar.

Yine de değişmeyen bir şey var:

Yazı, insanın kendi elleriyle yazdığı Levh-i Mahfuz’u…

Dünyaya ve kişisel tarihine dair kayda geçmesini istediği her şeyin kiramen katipliğini bizatihi insanın kendisi yapar. Bu bakımdan yazar, sadece okura karşı değil, yazının varoluşsal bir etkiye sahip olması bakımından Tanrı’ya karşı da sorumludur.

“Ah Efendim” köşesi bu sorumluluğu her zerresiyle duyan bir köşe idi.

Aradan çok zaman geçti.