657 niçin çıktı, kime hizmet eder?

KEMAL ÖZER
Abone Ol

Neler kaybetti insan kula kulluk uğruna Ah bir erebilseydik, kul olmanın şuuruna Necip Fazıl

Bir yatırımcı olsaydım, o ülkenin başında kim yâhut kimlerin bulunduğu ve kanunların nasıl olduğundan ziyade, memûrin sistemine ve o ülkenin başkentindeki mevduatın miktarına bakardım. Menkul ve gayrimenkul stokları kimlerin hesaplarında… Üretenin mi, memûrin takımının mı?

Çünkü pek çok devlette tepeden tırnağa bürokrasi oranın hâkim unsurudur. Siyasetçileri aşsanız bile memûrin takımını çoğu kez aşamazsınız. Onlar, devletin sadece birinci sınıf vatandaşları değil, aynı zamanda bir memleketin geleceğindeki en güçlü eldirler. Demokrasilerde hukuk onlardır. Mevzuatları onlar yazar ve uygularlar.

Ölene dek iş ve maaş güvenliği sağlanmıştır ve emirleri kanunların üstündedir. Hiçbir mesuliyeti olmayan bürokratik sistemin olduğu Türkiye gibi ülkelerde, devlet ve milletin bağımsızlığından söz etmek de birazcık abestir.

Faaliyetlerini yürütme açısından devletler ile işletmeler arasında insana ihtiyaç duymaları açısından bir benzerlik vardır. Ancak bu benzerlik diğer hususlarda birden bire bitiverir.

Verimlilik, kazanç, iş disiplini, gelişim, beşerî münasebet ve tasarruf gibi mefhumlar, işletmelerde işin merkezinde yer alırlar. En büyük işletme olan devlette ise maaş, tayin, terfi, tatil, mesuliyet üstlenmeme, görev dışı işlere odaklanma, siyaset ve iş dünyası ile yakın münasebet ve israf gibi mefhumlar tartışmasız bir şekilde birbiri ile yarışır. İşletmelerde ürettiğiniz ve verimli olduğunuz müddetçe var olursunuz. Bürokraside ise engel çıkardığınız ve pasif olduğunuzda…

Devirler, siyasetçiler, şahıslar değişir ama bürokrasinin mîzacı asla değişmez. Cârî bürokratik sistemin mîzacında hak, adalet ve helâle pek yer kalmamıştır.

Gerceğe karşı kör numarası

Oysa meselenin gerçek fâili onlar değil. Onlar kendileri için kanunla, siyasetçi nüfuzuyla, siyasi imtiyazla ve de ihtirasla oluşturulan yetkileri kullanırlar sadece. Her şeyin suçlusu onlarmış gibi söylenip dursa da arkada onları besleyen siyasetçi bürokrat ortaklığından oluşan bir kötülük merkezi vardır.

Bürokratların ülkenin bütün iplerini elinde toplamak istemesinden daha tabiî bir durum da yok aslında. Gücü ele geçiren, hep kendisinde kalmasını ister, bu da normaldir. Anormal olan bu gerçek karşısında herkesin kör numarası yapmasıdır.

Birinci sınıf yapmak veya olmak

  • Öyle karmaşık misallere gerek yok. Mesela bugün bir kişi işini kursa, Bağkur denilen sisteme tâbi olarak sağlık ve emeklilik primini öder. Bir başkası ise bir işletmede işe başlar ve o da nam-ı meşhur SSK’lıdır artık. Devlete kapağı atanlar ise Emekli Sandığına mensuptur. Bu üç kişi üç eşit işte, aynı primi ödeseler, ne aynı geliri elde ederler, ne de aynı emekli maaşına sahip olurlar. Ayrıca sosyal hakları eşit olmadığı gibi, Emekli Sandığı mensubu birinci sınıf vatandaş olarak emekli olur. SSK’lı ile Bağkurlu arasında ise kim ikinci, kim üçüncü sınıf olacak yarışı sürer. Memurumuz ile diğerleri arasındaki emekli maaşı farkı 2 kattan biraz fazladır, sadece o kadar. O da hakkıdır, ne de olsa 25 yıl devletine hizmet etmiştir, öyle değil mi? Şâyet o olmasaydı biz de olmazdık!

657 (788) nasıl çıkarıldı?

O devirde CHP demek, her şey demekti. Devlet de oydu, haşa ilâh da. Zulüm en karanlık çağından daha şedid bir şekilde kol geziyordu. Devlete çöreklenenler, memurların da kendilerine sadık kimselerden olması için uğraşıyorlardı. Çünkü memur devlet demekti, devlet ise CHP.

İstedikleri kimselerin bürokratik makamları kalıcı bir şekilde işgal etmeleri ve kendilerinden başka kimse tarafından dokunulmaması için 1926 Martında İnönü’nün emri ile Meclis’e ‘Memûrin Kanun’u teklifi geldi.

Devrin Maliye Bakanı Hasan Saka, Meclis kürsüsünden bu kanunun tatbik-i kabil olmadığını bağıra bağıra anlatır. O günlerde MAH’ın kurucularından olan Bakan Behiç Erkin günlüğüne şu notu düşer: “Bu kanun, memurlara lüzumundan fazla hiçbir memlekette olmayan imtiyazlar vermiş ve onları şımartmıştır. Bu kanun, vazifesini yapmayan, ihmal eden memurları himaye etmektedir. Neticesinden vekil (bakan) mesul ama vekil onlara karışamıyor.”

Bazı hatıratlarda, bu kanun çıkarıldığında bazı vekillerin devletin geleceğinin ipotek edildiği endişesiyle duygulandıkları kayda geçiriliyor. Tayin edilmiş bir Meclis olmasına rağmen, devletin bürokrasinin elinde oyuncak olması gerçeğini gören insanların olması elbette memnuniyet vericidir. Ancak netice, korkulandan daha da kötü olmuştur.

Kemal Sunal filmleri boşuna çekilmemiştir. Zîra artık müstahdemlerin düğmesi bile devletin düğmesi olmuştur.

Rahmetli amcam anlatmıştı. Devrin öşür memurları köye gelmeden önce haber gönderirlermiş. Muhtar hayvanlar kestirir, ziyafetler hazırlatırmış. Törenle karşılanıp, törenle uğurlanırlarmış. Buna rağmen, kaşının üstünde gözün var diyerek köylünün vermesi gerekenden daha fazla vergisi alırmış. Devlete mi gider, yoksa kendine mi o dahi bilinmezmiş.

Kerim devlet'ten fodulların devletine

Oysa mesele şahıslar ve ideolojileri değil, devletin gelişimine engel olan sistemdir.

‘Kötü de olsa devlet devletsizlikten iyidir’ derler. Evet devletsizlik çok kötüdür ama iyi de olsa, kötü de olsa aslolan o devleti kimin sahiplendiği ve o devletin sahiplerinin kim olduğudur.

‘Ne münasebet canım devlet milletindir’ diyerek gerçeğe gözlerinizi kapatabilirsiniz. Lâkin gerçek şu ki, târîhî, inancı ve mizacı nedeniyle Türkler ve devletleri her zaman diğer devletlerden farklı bir şekilde ele alınmak zorundalar.

Özellikle de son birkaç asırdaki gelişmeler ve hassaten de cumhuriyetle birlikte kurulan düzen, bu düzen sayesinde devlete sahip olanlar ile devletin üzerindeki çöreklenme ve gütme faaliyetleri asla akıldan çıkarılmamalı.

Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçince durumun değişeceği, siyasetçi ile gelenin siyasetçi ile gideceği ümidi doğmuştu. Ama o da olmadı. Ümitler başka bahara kaldı. Son maaş zam ve uygulamaları, bir kez daha devletin eski özelliklerini muhafaza ettiğini açıkça ortaya koyuyor.

Bütün bu eleştiriler, bürokrasi ve o makamları işgal edenlerin şahsına yönelik bir iitiraz olarak görülebilir. Oysa mesele şahıslar ve ideolojileri değil, devletin gelişimine engel olan sistemdir. Bir kanun, bir zümre, bir kişi, bir yapı devlet ve milletin önünde engelse, ondan behemehâl kurtulunması gerekir. Mesele bu kadar basittir.

  • Yeni bir dünya kuruluyor. Kendini devlet sanan, gerçeklerden habersiz, sığ ve çıkarcı bir sistemle, kimse yeni Türkiye’yi tesis edemez, etse de sürdüremez. Bu otokratik bürokrasi kıyafeti ile daha fazla yol almamız mümkün gözükmemektedir. Devlet, kifayetsizler ordusunun millete parmak sallayarak efendilik taslayacağı, hırslarını tatmin edeceği, lüks ve şatafat içinde zaman harcanan bir çiftlik değildir.

Ehil olana, üretene, millete hâdim olana kimsenin sözü yoktur. Evinde âilesinin fertlerine söz geçiremeyen bir kifayetsiz muhteris; milletin çocuğunun eğitiminin nasıl olması gerektiğine, sanayi politikasına, kalkınma biçimine, ekonomik modeline, beslenmesine, tohum politikasına, dış politikasına, sağlığına, güvenliğine, hâsılı milletin geleceğine dair kararlara imza atamaz. Ama atılıyor, yapılıyor. O parmaklar hep birden sallanıyor. 21 yıllık iktidardan beklenen şey ise bütün bunlara son vermesidir. Buhranlardan, ihanetlerden, geri viteslerden başka türlü kurtulmak mümkün değildir.

Kurtulunmak istenen bürokratların vali yapıldığı bir memlekette, tarihi tecrübeden faydalanıldığı ve çağın icaplarına uygun bir yönetim sergilendiği söylenemez.