Yasak-land Singapur-2

HABER MASASI
Abone Ol

Uzak Doğu’da planladığım Singapur gezime kaldığım yerden devam ediyorum. En son gece safarisi yapmak üzere şehir merkezinden metroya binmiştim. Bu şehrin güzel yanı bütün şehri metro ile gezmenin çok kolay olması! Her yere giden bir metro hattı var ve kolaylıkla gideceğiniz yerin dibinde inip yolunuza devam edebiliyorsunuz.

'Otelden bindiğim metro, Çin Mahallesi’ne gidiyordu. Bir anda dünya değişti, sanki Pekin’e gelmiştim.'

Gece safarisi yapmak için biletlerimi gitmeden önce internetten aldım. Bu yol hem daha ucuza geliyor hem de para hesabını yapmak kolaylaşıyor. Singapur’un en keyifli aktivitelerinden biri olan gece safarisini bütün gezi rehberinde okumuştum. Pek çok hayvanı habitatında görebileceğim bu safarinin gece olması daha çok ilgimi çekmişti. Metrodan inip safarinin yapılacağı alanın kenarında beklemeye başladım. Bizi önce bazı gösterilerle karşıladılar: Canlı ateş show’u ve Thumbuakar gösterisi... Safari alanı yedi ayrı coğrafyaya ayrılmış. Himalaya Etekler, Hint Alt Kıtası, Ekvator Afrika, Hint-Malaya Bölgesi, Asya Nehir Ormanları, Nepal Nehir Vadisi ve Burmese Tepesi. Bu bölgelerin hepsi o coğrafyaya özgü olarak tasarlanmış ve bölgedeki hayvanlar sizi karşılıyor. Hint Yarımadası'ndaki aslanlar, ayılar, geyikler beni çok heyecanlandırdı. Safari birkaç saat sürdü ve bütün bu zamanı heyecan dorukta, dolu dolu yaşadım.

Otele geldiğimde yorgunluğumu iyice hissettim. Bu yorgunluğun üstüne hemen uyurum diye planlıyordum ki jetlag hoş geldi safa geldi! Onca saat farkı, uyku düzeninin değişmesi kendini hissettirmeye başladı ama yorgunluktan bayılana kadar yatakta tavanı izledim. Bu yüzden uyandığımda hâlâ yorgundum!

Ertesi gün kalktığımda sıradaki planım çok heyecan duyduğum bir yerdi: Universal Studios. Amerika’da çok ünlü olan stüdyoların bir tanesi de 2011 yılında Singapur’a açılmış. Singapur’un yapay adası olan Sentosa’da yer alan parkta; Jurassic Park, Shrek, Transformers, Madagascar, Susam Sokağı gibi pek çok tema bulunuyor. Her biri için ayrı ayrı heyecanlanıyordum. Universal Stüdyoları’nın önünde olan devasa dünya şeklindeki maketi gördüğümde heyecanım arttı. Maceraya atılmak için hazırdım! Parkın içine giriş yaparken Minion’larla birbirimize el salladık. Stüdyoların biletini de önceden internetten satın aldığım için kapıda hiç beklemeden giriş yaptım. Beni ilk olarak Susam Sokağı’nın treni karşıladı. Ona girip biraz ısındım. Sonrasında doğruca roller coaster’a gittim. İki büyük roller coaster vardı: Battlestar Galactica Human vs Cylon. Human ya da Cylon seçeneklerinden tarafını seçip uçuşa geçiyorsun. İkisi de birbirinden korkunç gözükse de cesaret edip ikisine de bindim. Jurrasic Park bölümü beni çok heyecanlandırdı. Botun içine girip Park’ın içinde dinozorlara baktım. En sonunda botumuz T-rex’in ağzına kadar çıktı. Heyecan doruktayken bizi birden suların içine bıraktılar. Her yerimiz sırılsıklam oldu.

Sentosa Adası.

Park o kadar büyük ki neredeyse bütün gün burada vakit geçirdim. Bu yüzden yanıma yiyecek bir şeyler almıştım. Çünkü Singapur’da yeme-içme seçenekleri çok pahalı ve her seçenek sizi mutlu da edemeyebilir. Özellikle böyle çok da fazla seçeneğin olmadığı yerlerde.

Universal Stüdyoları.

Universal Stüdyoları’ndan çıkarken hava kararıyordu. Günün nasıl geçtiğini anlamamıştım. Küçük bir çocuk gibi bütün gün oyuncaklarla vakit geçirdim. Parktan çıkıp Santosa Adası’ndan ana karaya geçtim. Buraya metroyla ulaşım sağlayabilirsiniz. Ya da teleferik de iyi bir seçenek olabilir. Ama ana karadan Sentosa’ya giden metro ücretsiz. O yüzden ben bunu tercih ettim. Sentosa Adası’nda yapacak başka pek çok şey var. Ama ben vakit ayıramamıştım. Ada bir tatil köyü gibi planlanmış. Oteller, golf sahaları, plajları var. Universal Stüdyoları bunun sadece bir kısmı.

Muson yağmurları o kadar güçlü oluyor ki iki üç dakika içinde sırılsıklam oldum.

Adadan çıkıp metroyla Harbour Front tarafına geçtim. Bir şeyler atıştırmak iyi fikir olabilirdi. Bulduğum alışveriş merkezinde Japon cheesecake’i yedim. Daha önce Tokyo’da yediğimi aratmayacak kadar güzeldi!

Bütün günü Universal’da bitirmiştim. Ertesi günkü planımı düşünerek otele gittim. Bu kez jetlag yorgunluğuma yenildi ve hemen uykuya daldım. Ertesi gün Çin Mahallesi’ndeki kapsül otelime varmak üzere otelden ayrıldım. Eşyalarımı kapsüle bırakıp gezmeye devam edeceğim. Kapsül otel seçeneği her zaman daha hesaplı oluyor. Eğer gittiğin ülkede bu seçenek varsa mutlaka denemelisin!

Otelden bindiğim metro, Çin Mahallesi’ne gidiyordu. Bir anda dünya değişti, sanki Pekin’e gelmiştim. Tavşan yeni yılı olduğu için her yerde tavşan maketleri vardı. Hemen bir kafede oturup kahvaltı için bir şeyler atıştırdım ve yola devam ettim. Kapsüle varıp eşyalarımı resepsiyona bıraktıktan sonra tekrar kendimi dışarı attım. İlk durak Singapur Milli Müzesi’ydi. Müzede “Story of Forest” adında Japon sanatçı grubu TeamLab’in hazırladığı sergi vardı. Sergi ışık gösterileriyle ormanın ve doğanın hikayesini anlatıyordu. Onu gördükten sonra Singapur’un tarihini anlatan bölümü gezdim. Singapur’un tarihine dair her şeyi anlattıkları kısım yer yer interaktif hazırlanan bir müzeydi. Singapur’un keşfi, savaşları, halkının özgürlük mücadelesi ustaca anlatılmıştı.

Gardens by the Bay.

Sıradaki durak Gardens by the Bay’di. Singapur’un alametifarikası olan devasa yapay ağaçlar olan Supertree’lerin bulunduğu parkta bulunan bahçeleri gezecektim. Burası şehrin merkezinde olan 101 hektarlık park. Bay South Garden, Bay East Garden ve Bay Central Garden olmak üzere üç bahçeden oluşuyor. Parkta bulunan Flower Dome dünyanın en büyük cam terası olma özelliği taşıyor. Benim de ilk durağım orasıydı. Terasın içinde dünyanın her yerinden gelen bitkiler bulunuyor. Egzotik bitkiler, ağaçlar, çiçekler ve dünyada var olan neredeyse bütün türler burada. Serayı bölgelere ayırmışlar. Bu sayede tüm kıtalardan egzotik bitkileri bir arada gördüm. Bin yıllık zeytin ağaçlarıyla baobab ağaçlarını başka nerde bir arada görebilirdim ki? Tavşan yılından sebep seranın her tarafından tavşan maketleri fırlıyordu. Ve bu durum, fotoğraflarımı daha eğlenceli yaptı. Burası çelik ızgaranın üzerine farklı şekil ve boyutlarda binlerce cam panelin yerleştirilmesiyle oluşturulmuş ve 1.2 hektarlık alanıyla 2015’te Guiness Rekorlar Kitabı’na girmiş.

'Bu şehrin güzel yanı bütün şehri metro ile gezmenin çok kolay olması!'

Supertree’leri görmek için havanın kararmasını beklemek istiyordum. Ve bunun için tam iki saatim vardı. Bu yüzden önce parkın içinde bulduğum burgercide akşam yemeğini hallettim. Sonra da kahvemi alıp ağaçları gören bir yere oturdum ve beklemeye başladım. Hava kararmaya başlayınca ışıklar yandı. Boyları 20-50 metre arasında değişen 18 çelik ağaçtan oluşan Supertree’ler akşam karanlığında göz alıcıydı. Gündüz yerdeki bitkilere gölgelik yapan bu bitkilerin hava kararınca ışık şovları oluyordu. Bu “Süper Ağaçlar” aynı zamanda yağmur sularını toplayıp bahçedeki bitkilere geri kazandırıyormuş. Ayrıca güneş panelleriyle fotosenteze de yardımcı oluyorlarmış. Ağaçlardan 3 tanesi 22 metre yüksekte bir köprüyle birbirine bağlanmaktaydı. Bunun adı OCBC Skyway. Eğer bilet alırsanız burada da yürümeniz mümkün! Bir de Supertree’lerden en yüksek olanın tepesine de çıkabiliyorsunuz. Ben önce ışık şovlarını izledim ve sonra terasa çıktım. Bütün ışıklarıyla Singapur işte hemen aşağıdaydı ve inanılmazdı! Burada ayrıca Cloud Forest Serası, Heritage Bahçeleri, Dragonfly ve Kingfisher Gölleri, çocuklar için etkinliklerin olduğu bahçeler, Japon zen bahçeleri, Sun Pavilion kısmı ile saatler geçirilebilecek bir alandı. Alanda birbirinden güzel heykeller de vardı.

Gardens By The Bay’den çıktıktan sonra sert bir yağmur başladı. Muson yağmurları o kadar güçlü oluyor ki iki üç dakika içinde sırılsıklam oldum. Hızlıca metroya koşup kapsülümün yolunu tuttum.

Kapsüle geldiğimde diğer kapsüllerden farklı milletlerden oda arkadaşlarımın olduğunu gördüm. Birkaçıyla selamlaştıktan sonra kendimi kapsülümün içine attım. Uzay mekiğinin içindeki pod gibi tasarlanan kapsülde, hem rahat hem de ekonomik bir gece geçirdim. Singapur’un aslanı peşimi bırakmıyordu. Ve sanırım onu takip etmeye devam edecektim...

Nilüfer Taktak / Yazar-Editör