Umudunu Kaybetme (The Pursuit of Happyness)

ALİ BURAK CESUR
Abone Ol

“Belki de mutluluk, ancak kovalayabildiğimiz bir şeydir. Belki de onu asla yakalayamayacağız.”

Will Smith’in canlandırdığı Chris karakterinin, daha önceleri okuduğu bir manifestodan alıntı yaptığı bu cümle, hepimizin hayatında en az bir defa kurduğu cümlelerden birisidir desek herhalde yanlış olmaz. “Mutluluk” adını verdiğimiz her ne ise ona ulaşamadığımız her gün, bu cümleyi kurarken buluruz kendimizi. Peki gerçekten böyle mi, mutluluk asla ulaşamayacağımız bir şey mi?

Chris, hayatında zor bir dönemden geçiyor. Büyük umutlarla satın aldığı bir röntgen görüntüleme cihazını hastanelere satmakta zorlandığı, ev sahibine kira bedelini aylarca ödeyemediği, evin giderlerini karşılamak için eşiyle birlikte çalışmak zorunda oldukları ve her şeyden daha kötüsü, bu zor zamanında eşinin “mutlu hissetmediği” gerekçesiyle onu terk ettiği bir dönemdir bu.

İşte Chris böyle zor bir dönemde kendisinin de ilgisinin olduğunu düşündüğü yeni bir iş fırsatı keşfediyor ve her gün bu fırsat için bir adım atıyor. Bu işi yapabileceğine olan inancını, önce stajyerlik sürecinde sonra ise firmaya kazandırdığı yeni müşterilerle yöneticilere gösteriyor. Elbette bu süreç kolay geçmiyor. Bir ara evden atıldıktan sonra yerleştiği otelden de atılıyor mesela. Sonra bir gün, metro durağındaki tuvalette kalıyor; ardından da evsizlere günlük kalacak yer sağlayan bir yardım kuruluşunda. Hem bu stajı sürdürmeye hem de elindeki makineleri satarak geçimini sağlamaya çalışıyor. Bu süreçte ona en büyük desteği veren ise oğlu Christopher oluyor. Büyümüş de küçülmüş diyebileceğimiz olgun davranışları ve hayatla ilgili beklentilerini düşük tutup her durumda babasının yanında olabilmesi babası için en büyük lütuf.

Chris hem dürüstlüğü hem çalışkanlığı ve hem de işe yatkınlığı ile gün geçtikçe iş yerindeki yöneticilerinin dikkatini çekmeyi başarıyor. Bağladığı işler ve yazılı sınavdan aldığı yüksek puan ile en sonunda 20 kişiden birinci seçilerek işe girmeye hak kazanıyor ve oldukça zor geçen bir döneminden kurtulduğu o günü, hayatının mutluluk evresi olarak tanımlıyor.

Chris, umudunu kaybedip köşeye çekilmedi.

Bu evrede, film hakkında bir miktar şaşırdığımı söyleyebilirim. Filmin adı Türkçeye “Umudunu Kaybetme” olarak çevrilmiş. Genelde film adı çevirileri orjinali kadar güzel olmaz ama bu filmde filmin gerçek adı olan “Mutluluğun Peşinde”den daha gerçekçi ve filmi açıklayıcı bir çeviri olmuş diyebilirim. Film tam bir umudunu kaybetmeme hikâyesi çünkü. Tüm zorluklara rağmen her şeyin daha güzel olacağına dair kuvvetli bir inanç barındırıyor her sahnesinde. Chris, başına ne gelirse gelsin isyan etmiyor mesela. “Neden böyle oldu?” demiyor, sadece baş etmeye çalışıyor. Düşüyor ama hemen tekrar yerden kalkıyor. Bir adım geri itiliyor ama iki adım ileri atıyor her seferinde. Umudunu hiç kaybetmiyor. Sözün özü, Türkiye’de vizyona giren ismiyle filmin içeriği daha bir uyuyor.

Filmde beni şaşırtan ikinci durum ise mutluluk meselesinin sıkıntılar çekip bir iş sahibi olmaya indirgenmiş olması. Evet bir bakıma, başkasına muhtaç olmadan yaşamak, borçlarını zamanında ödemek, çocuğuna onun istediği şeyleri alabilmek yabana atılır şeyler değil; lakin öyle insanlara da şahit oluyoruz ki bunların hepsine sahip olmalarına rağmen bir türlü mutlu olamıyorlar. Aynı sebeple üniversite sınavlarını geçince mutlu olacağını düşünen bir öğrenci, sınavlardan sonra geçici bir rahatlık hissetse de aslında kendini daha zor sınavların beklediği bir üniversite hayatında buluyor mesela. Üniversiteden mezun olan bir kişi, iş hayatına girip işe başlayınca mutlu olacağını düşünüyor. Fakat iş yerinin kendine özgü sıkıntıları ve sorumlulukları sebebiyle o ilk başlarda hissettiği mutluluk etkisini hızlı bir şekilde yitiriyor mesela. Örnekleri çoğaltabiliriz ama bu kadarı mutluluk duygusunu konumlandırdığım yeri açıklıyor diye düşünüyorum.

Umudumuzu hayatımızın her anında diri tutmak istiyorsak Yaradan’ın bize gönderdiği teknelerin farkında olmalıyız.

Chris, umudunu kaybedip köşeye çekilmedi. Yaralar aldı, terk edildi, sokağa atıldı ama isyan etmedi. Her zaman bir yolu vardır, diye düşündü. Körü körüne bir düşünce de değildi bu. Adım attı, çevresini genişletti, işine sımsıkı sarıldı ve Yaradan ona bir yol gösterdi. Christoper’in bir sahnede anlattığı şu meşhur hikâyeyi hatırlayıp yazıyı bitirelim:

“Bir gün denizin ortasında, suyun içinde adamın biri bağırıp duruyormuş. Bir tekne adama doğru yaklaşmış ve teknedekilerden birisi bağıran adama şöyle demiş: “Yardım ister misin?” Bağıran adam: “Hayır, sağ ol! Yaradan beni kurtaracak,” demiş. Sonra başka bir tekne yaklaşmış ve yine teknedekilerden birisi: “Yardım ister misin?” diye sormuş adama. Adam tekrar: “Hayır, sağ ol! Yaradan beni kurtaracak,” demiş. Sonra adam boğularak ölmüş ve gittiği yerde Yaradan’a seslenerek demiş ki: “Tanrım! Neden beni kurtarmadın?” Tanrı, adama şöyle yanıt vermiş: “Sana iki tekne yolladım ya…”

Umudumuzu hayatımızın her anında diri tutmak istiyorsak Yaradan’ın bize gönderdiği teknelerin farkında olmalıyız. Ve en önemlisi, elimizden geleni yaptıktan sonra gelene de isyan etmeyip razı olmalıyız ki bizi gerçek mutluluk yurduna giden bir bilete sahip olabilelim.