Tarım, gençler için iş fırsatı olabilir mi?
Yıllardır yazıların başında “Endüstri devrimiyle birlikte köylerden şehirlere göç” cümlesine aşinayız. Fakat son yıllarda adeta bu tabuyu yıkarak “Şehirlerden köylere” göç eden insanlar da yok değil. Şehirlerin o keşmekeşliğinden ve yorgunluğundan belki de sakin, huzurlu ve bir o kadar da sevecen görünümlü köylere gidiş bir kaçış mıdır? Günümüzde yaşlısından gencine birçok kişinin hayali olan köye dönüş mümkün mü, ütopik mi veya kafamızda oluşturduğumuz bir pembe rüya mı? Bu konuyu en iyi, tecrübe eden bilir dedik ve sorular eşliğinde biraz da röportaj havasında sizler için rehber niteliğinde bir yazı hazırladık. Bu konuda da destek aldığımız biri kimya diğeri endüstri mühendisi olan Seçil ve Alper çiftine canıgönülden teşekkür ediyoruz. Kendilerinin tecrübeleriyle kentten köye gidişte aklımızı kurcalayacak birçok sorunun cevabını bulabildik. Başka sorularınız da varsa @dag.bahce Instagram hesabı üzerinden kendileriyle iletişim kurabilirsiniz. İyi okumalar.
Yıllarca şehirlere göçler yapıldı. Peki, köylere göç mümkün mü?
Köye göç elbette mümkün ama bunu gerçeklerden uzak pembe bir hayal gibi gerçekleştirmenin sonu hüsran olabilir.
Şehir hayatına alışmış ve şehir imkanlarına çok bağlı biri hangi alışkanlıklarından uzaklaşacağını iyi analiz etmelidir öncelikle. Köyde genellikle gündelik işler hep efor ister. Soğuk ve sıcak havalarda tamamen eve kapanmak pek mümkün değildir. Özellikle ilgilenilmesi gereken bir bahçe ve hayvanlar varsa.
Köylere göç konusunda insanları en çok düşündüren konu, çocukları oluyor gözlemlerimize göre. Köy okullarına göndermenin çocuğun geleceğini olumsuz etkileyeceğini düşünüyorlar. Hak veriyorum bir yandan çünkü çoğu köyde okullar kapatıldı ve çocuklar başka köylerdeki okullara gidiyorlar. Bu bazen hem avantaj hem de dezavantaj oluyor.
Bunun yanı sıra, kırsal ortamda yetişen çocukların, doğayla iç içe, şehrin kalabalığından ve güvenlik endişelerinden sıyrılarak, doğru yönlendirmelerle kendini keşfetmesinin çok anlamlı bir artı olduğunu düşünüyorum.
Ve tabii ki köye göçte en önemli kriter kazanç konusu. Eğer çiftçilik yapmak üzere köye göçülecekse tarım yapılacak toprağın ve kaynakların durumu, ne üretilebilir, nasıl satılabilir, işgücü nasıl sağlanabilir, nasıl bir yatırım gereklidir gibi birçok konunun detaylı değerlendirilmesi çok önemli.
O zaman genç bir çiftçinin işe başlamadan birçok detayı göz önüne alması gerekiyor. Genç çiftçilerin en baştan bilmesi gerekenler nedir ve çiftçiliğe giriş nasıl olmalıdır?
Çiftçilik tecrübe, bilgi ve sıkı takip isteyen bir iş. Çiftçilik yaparken aslında canlı, yaşayan varlıklarla uğraştığımızı unutmamak gerekiyor. Kırsalda öngörülmeyen birçok problem ve çiftçinin kendisinin çözmesi gereken birçok detay çıkabiliyor. Bunlar iyi bir maddi plan ve iş planlaması gerektiren konular. Aksi halde birçok girişim yarım kalabiliyor ve sonu hüsranla bitebiliyor.
Bu sıkıntıları aşabilmek için yerel tecrübelerden faydalanılması gerektiği gibi bilimi de entegre etmek gerekiyor. Uzaktan bakıldığında sadece hasat kısmı ön planda olsa da bu süreç toprak ıslahı, tohum temini, tarım makinelerinin kullanımı, üretim planlama, ekim, dikim, bakım, hasat, stoklama, satış gibi oldukça önemli ve detaylı unsurlar içeriyor. Bu unsurların bir parçası eksik olunca çark maalesef tamamlanamıyor.
Toprağın bize bakması için önce bizim ona iyi bakmamız gerekiyor. Bu süreci de ancak sıkı bir çalışma ve disiplinle gerçekleştirmek mümkün. Çiftçiliğin bir kaçış alternatifi olmadığını iyi bilmek gerekiyor. İyi işleyen bir sistem kurmak yıllar alabiliyor. Süreçler bazen çok yorucu ve yıpratıcı olabiliyor. Pes etmeden, hedefler doğrultusunda çözüm odaklı olmak ve çok çalışmak gerekiyor.
Bunun için uzun bir çalışma gerekiyor dediniz. Bu dediğiniz mücadele tek başına yapılabilir mi?
Bizim uyguladığımız ve yaygınlaşmasını çok istediğimiz model, küçük ölçekli ve çeşitliliğe dayalı bir üretim modeli. Bu üretim modelinde tarla tek bir seferde işlenip, tek bir seferde dikilip hasat edilmez. Sürekli bir iş döngüsü vardır. Dolayısıyla işgücü yıla yayılır. Bu, az işgücüyle sürdürmek için önemli bir artıdır.
Diğer bir önemli konu toprağın yapısı ve verimi. Eğer toprak işlemesi zor bir yapıdaysa gereğinden fazla efor ister ve buna karşılık birim alandan alınan ürün miktarı düşer. Toprak kalitesi elbette doğru uygulamalarla ve zaman içinde iyileştirilebilir. Ama tecrübelerimize göre bazı olumsuz koşullar bir araya geldiğinde bu iyileştirme çok zor ve uzun süreli olabiliyor.
Çok sert iklim koşulları da işgücü anlamında zorlayıcı olacaktır. Aşırı sıcaklar, aşırı soğuklar, çok sert rüzgarlar, aşırı yağışlar; alınması gereken tedbirleri ve olumsuzlukları beraberinde getirir.
Biz bu model ile üretimimizi düzenli bir işgücü desteği olmadan aile olarak sürdürebiliyoruz. Lakin yorucu olduğunu, bahçe işlerine bir de günlük işlerin eforu eklendiğini ve tatil yapabilmenin oldukça zor olduğunu belirtmek isterim. Ne diyelim, gülü seven dikenine katlanıyor.
Beyaz yaka meslekleri ve tarım-çiftçilik arasındaki fark ne?
Beyaz yaka meslekler bir kurum için insanların çalıştığı, şehirde sabah 8 akşam 5 arası milyonlarca insanla her gün aynı sarmala girdikleri, şehir hayatına mahkum kaldıkları işler bana göre. Elbette her alanda olduğu gibi işini seven ve işine büyük katkı sağlayan insanlar var. Ama büyük çoğunluk sadece başka yol bulamadığı için işlerine devam ediyor.
Ama bu demek değil ki beyaz yaka olup işini sevmeyen insanlar tarım ile uğraşsalar mutlu olurlar. Tarım, hiç kolay bir iş değil. Çiftçiliğin beyaz yaka mesleklerden en önemli farkı kendin için çalışıyor olmak, şehrin hengamesinden uzak doğanın döngüsünün bir parçası olmak.
Çiftçilik yaygın kanıya göre ikinci sınıf bir meslek olarak nitelendiriliyor. Aslında bu iş bir bilimdir ve doğru bilgileri öğrenmek uygulamak ciddi bir bilgi birikimi gerektirir. Bedensel olarak aktif yapılan bir iş olduğu için insanı aktif tutmasıyla yorması arasında ince bir çizgi var. Bu çizginin ne tarafında kalacağınızı, bu işi yapış şekliniz, kullandığınız ekipmanlar ve toprağınızın koşulları belirler.
Tarımı, toprağı, sebzeleri, üretmeyi, kendine yetmeyi seven insanlar için bir tohumdan kilolarca ürün üretmek dünyanın en güzel mutluluğu bana göre.
İnsanın hangi işi yapıyor olduğundan çok hangi işi yaparken mutlu olduğu çok önemli. Sadece para için yapmadığın iş bana göre sevdiğin iştir.
Bu sevginin altında yatan neler var? Mesela ülkemiz için bir şeyler yapmak gibi, Türkiye’yi tarımın kurtaracağına dair bir inanç olabilir mi?
Türkiye coğrafi olarak çok kıymetli bir ülke. İklimi, mevsimleri, güneşlenme süreleri tarım için birçok ülkenin arayıp bulamadığı bir coğrafya. Başka ülkeleri de bu açıdan takip ettiğimiz için bu avantajı çok rahat görebiliyoruz. Yetişebilen ürün çeşitliliğini ve gıdanın önemini göz önünde bulundurduğumuzda bence Türkiye tarım ile rahatça kalkınabilecek bir ülke.
Çiftçilik yaparak geçirdiğimiz son yıllarda, bu değerimizin daha sürdürülebilir olması için gerekli politikaların eksikliğini görüyoruz. Çiftçilerin çeşitli zorluklar sebebiyle tarımdan uzaklaşması, doğal kaynaklarımızın topraklarımızın tahribatı çok üst seviyede.
Köylü ile çiftçinin aynı şey olmadığı unutulmamalı. Evet köylü atadan dededen tarımı görmüş olabilir ama ziraat bir bilimdir. Bu işi eğitimli bir gözle yapmak her açıdan fark yaratacaktır. Doğal olarak tarım için biçilmiş kaftan olan coğrafyamızı bu açıdan kalkındıracaktır.
Şunu da eklemek isterim ki sahada çalışan ziraat mühendisleri yalnızca zararlılara karşı uygulanması gereken kimyasallar ve kimyasal gübreler üzerine çiftçiyi yönlendiriyor. Lakin tarımın sürdürülebilirliği, toprağın önce korunması sonra iyileştirilmesi, sularımızın tasarruflu kullanılması ile mümkündür. Sadece yıllık verime odaklanmak gelecek yılları olumsuz etkileyecektir. Organik tarımın bu noktada yaygınlaştırılması ve desteklenmesi önemli.
İklim değişikliğinden en öncelikli etkilenecek ülkelerden biri olarak tedbir almak konusunda çok geriden geliyor olmamız tarıma yeterli önemi vermediğimizi gösteriyor. Bu konuda acilen bilinçlenmek hayati öneme sahip.
Tarımın terk edilmemesi için bilinçlenmenin yanı sıra kırsal kalkınma da çok önemli. Tarımdan hayatını kazanan bir çiftçinin köyde yaşaması mahrumiyet anlamına gelmemeli. Aksi halde çiftçi aileler sürekli şehir hayatına özeniyor ve göç etmek için fırsat kolluyorlar. Köylerde okul imkanları, sosyal hayat, ulaşım olanakları geliştirilmeli.
Türkiye’de tarımın desteklenmesi konusu gündeme geldiğinde hep devlet politikaları ve üreticiler ön planda oluyor. Aslında bu noktada tüketicinin bilinçlenmesi de çok önemli. Üreticinin tüketiciye doğrudan ulaşmasını sağlayan lokal satış ağları geliştirilmeli. Bu sayede hem küçük ve yerel üretici emeğinin karşılığı alacak hem de tüketici taze ürünlere ulaşacaktır. Karbon ayak izinin düşmesi de en büyük kazanımlardan biri olacaktır.
Tüm bunlar için gençlere destekler gerekebiliyor. Bunlar için teşvikler var mı?
Biz 2017 yılında "genç çiftçi" hibe programı kapsamında 3 adet sera kurduk. Seralarımıza çeşitli ekipmanlar ve sulama sistemi de ekledik hibe kapsamında. Bizim için büyük bir katkı olduğunu söyleyebilirim.
Son yıllardaki teşvik ve destekler ile ilgili detaylı bilgi sahibi değiliz. Bu konuda il ve ilçe tarım müdürlüklerine danışmak faydalı olacaktır.
Olaylara bir de olumsuz yönde bakanlar var. Bu işler çok zor, artık geri dönüş yok gibisinden düşüncelere sahipler. Gerçekten Türkiye’de hayvancılık veya çiftçilik bitti mi?
Tarım ve hayvancılık büyük şirketler bazında bitmedi lakin küçük çiftçilik bitmeye yüz tutmuş durumda. Başlıca sebepleri köylerdeki gençlerin il ve ilçelere göç etmesi, köylerde artan yaş ortalaması sonucunda işgücü sıkıntısı, köylerde okulların kapanması, tarla satmanın üretimden daha karlı duruma gelmiş olması, tarım ve hayvancılık için her türlü girdi maliyetinin oldukça artması, toptancıya/aracıya satılan ürünlerin üretim maliyetini karşılayamıyor olması. Ayrıca doğal kaynakların bilinçsizce ve hoyratça kullanılıyor olması da tarım ve hayvancılığın geleceğini tehdit ediyor.
Özellikle pandemi sonrası ve depremden sonra yaşanan korku sonrasında, şehirde yaşayan insanlarda kırsalda bir tarla/ bahçe edinme modası yayılmış durumda. Bu durum tarla fiyatlarını oldukça yükseltti. Tarım amaçlı toprak almak isteyen bizim gibi çiftçiler toprak alamaz oldu. Ve tabii ki tarım yerine tarla satmanın daha kârlı olduğunu düşünen köylü, tarımı tamamen bıraktı.
Şehirden gelip kırsalda, dağ köylerinde toprak alan insanlar izinsiz yapılar konduruyor ve kafasına göre sondaj çaktırıyor. Suyu bol bilinen köylerde bile sayısız sondaj sebebiyle yer altı suyunun günden güne azaldığını üzülerek görüyoruz. İzinsiz yapılara uygulanan yaptırım ve cezaların yetersizliği/uygulanmaması ise yeni yapıları neredeyse teşvik ediyor.
Tarım arazilerinin aslında yasal olmayan yollarla bölünerek satılması ve işlevsiz hale getirilmesinin en büyük sebebi hobi bahçeleri adı verilen uygulama. Ne yazık ki özellikle şehre yakın köy arazileri bu şekilde pazarlanarak işlevsiz bırakılıyor.
Büyük tarım havzalarında tarım hâlâ sürüyor çünkü şehirli nüfus oradan tarla alamıyor. Sebebi ise alanların büyük olması ve herhangi bir yapılaşmaya izin verilmemesi. Lakin ova toprakları da bilinçsiz kullanılan kimyasallar ve kontrolsüz su tüketimi sebiyle tehdit altında.
O zaman topraklara yeteri kadar önem verilmediğini anlıyoruz. Topraklar sahipsiz mi kaldı?
Toprakların tapu anlamında sahibi var elbette. Nasıl ki anne baba olmak sadece çocuk dünyaya getirmekle olmuyorsa toprak sahibi olmak da satın almakla olmuyor bana göre. Toprağın kıymetini bilmek, yapısına göre onu korumayı ve iyileştirmeyi öncelemek, verimli toprak ise tarım dışı uygulamara açmamak kısacası onu bir çocuk yetiştirir gibi ele almak toprağa sahip çıkmaktır. Benim vatanını sevmekten anladığım, değerlerimizi korumaya yönelik olan bu bakış açısıdır.
Çiftçilerin toprak, su ve ekolojik denge üzerine bilinçlenmesi, devlet politikalarının bunu destekler yönde olması ve kanunların sağından solundan dolaşarak tarım arazilerinin ve doğal kaynakların rant aracına dönüştürülmesinin önü kesildiği zaman topraklarımız bize beklediğimizden fazlasını verecektir.
Bu kıymetli, tecrübe dolu ve ufuk açıcı değerlendirmeler için çok teşekkür ederiz.