Tabiatın geometrik şekillerle yaratılışı
Ey insan! Yine yaralarımı deştin. Yine hüzün kapılarını açtın. Ah! Ben neyim, neyim? Bir zamanlar, kâinatta sayılamayacak kadar çok olan bir binanın parçası olduğumu biliyordum. Ben de benzerlerim gibi, o binada gam ve kederden uzak bir yaşam sürüyordum. Bir gün şiddetli bir fırtına binayı yerle bir etti. O koca bina milyarlarca parçalara ayrılarak parçalardan her biri ayrı bir yere uçtu. Ben de milyonlarca arkadaşımla beraber acayip ve meçhul bir yolda yürümeye mecbur kaldım. Milyonlarca sene bir ışık ve ısı kaynağının etrafında dolaşarak bazen parlayıp, bazen sönerek vakit geçirdim. Gün oldu, bilinmeyen birtakım sebeplerle o ışık kaynağından uzaklaşmaya başladık. Tarafsız bir bölgeye, iki kâinat arasına geldik.
Heyhat! Yürüten elin kamçısı, “Yürü!” dedi. Bu sefer başka bir ışık kaynağının, başka bir güneşin esiri, olduk. Milyonlarca sene sonra başka bir derde müptela olduk. Yeni güneşimizin etrafında dönerken bazen bir ateşin içine düşmekteyiz. Bu ateşin içine düşen arkadaşlarım feryatlar içinde inleyerek, ahlar vahlar çekerek yanmakta. Bilmem ki yandıktan sonra yok olup rahat edecek miyiz? Yoksa yine başka bir mahiyet ve suretle sonsuz bir sahada dolaşıp duracak mıyız?
Derin düşüncelere dalmış, yorulmuştum. Biraz uyudum. Uyandığım zaman nemli bir havanın ciğerlerime akın ettiğini hissediyordum. Yüksek bir tepenin üzerindeydik. Etrafımızdaki manzara hayret vericiydi. Âlemi, büyük bir okyanus kaplamıştı. Okyanustaki adacıklar kuşbakışı olarak çiçek saksıları gibi görünüyor, hoş bir manzara oluşturuyordu. Adaları kaplayan güzel otlar, acayip çiçek ve ağaçlar arasında somaki mermerden yapılmış muhteşem evler bulunuyordu. Anka kuşu aklımdan geçenleri anladı ve “Burası Merih gezegeni,” dedi.
“Burada bizim kıtalarımız gibi büyük kıtalar yok mu?” diye sordum ona. Gezegeni büyük bir okyanus kaplamış. Küçüklü büyüklü binlerce adadan başka bir şey görmüyorum. Anka kuşu yanıtladı:
“Bu gördüğün okyanus değildir. Şimdi yağmur mevsimi olduğundan, her tarafı sular basmış. Senin ada sandığın yerler, suyun erişemediği yüksek tepelerdir. Sular çekildiği zaman karalar ve denizler ayrılır. Yağmur mevsiminde suların sürekli olarak taşması yüzünden yüksek tepelerden başka yerlerde canlı yaşamaz. Bu sebeple Merih gezegeninde zararlı, vahşi ve lüzumsuz canlı kalmamıştır. Burada yaşayan akıllı bir mahluk, yani insan karaların bu şekilde adaya dönüşmesinden yararlanarak vahşi ve zararlı hayvanlarla büyük bir mücadeleye girişti. Sonuçta galip geldi. Yalnızca faydalı olan birkaç hayvan bıraktı. Bunlar da ıslah edilip çoğaltıldı. Böylece mükemmel bir yaşama kavuştular. Bu gezegende büyük şehirler, hükûmet vesaire gibi dünyaya özgü şeyler yoktur. Buradaki insanlar oldukça zeki olduğundan sizin gereksinim duyduğunuz şeylere ihtiyaç duymazlar. Dürbünü eline alıp buradaki insanları biraz seyret!”
Dürbünü mermer evlerden birine çevirdim. Dünyadaki insanlara benzeyen yaratıklar gördüm orada. Onların bizden farklı noktaları daha çok organa sahip olmalarıydı. Hayretimi Anka’ya söyledim:
“Bunda hayret edilecek ne var? İnsanlar en güzel şekilde yaratılmıştır. Âlemin yapısının, ufak tefek farklılıklar bir yana, hemen hemen aynı olduğunu görmüyor musun? İnsan bilincinin ortaya çıkardığı geometrik şekillerle tabiatın eşsiz yaratılışı arasında tam bir uyum vardır. İşte bu, insanın âlemin özü olduğuna; gerçek yaratıcı ile maddi ve manevi bağlarının bulunduğuna en büyük delildir.”