Sevdiğin işi yaparken bayramı yaşa!

MELİH USLU
Abone Ol

Eski Türkçede tablo anlamına gelen “levha” sözcüğüne bizden önceki kuşaklar büyük bir önem atfetmiş. Bunu, levha ile birlikte kullanılan birleşik sözcüklerin çeşitliliğinden anlıyoruz: Hazin levha (hüzünlü tablo), levha-i saadet (mutluluk tablosu), levha-i san’at (sanat tablosu), levha-i temaşa (seyredilecek tablo), levha-i zeval ve firak (her şeyin yok olduğunu gösteren tablo)… Kültür âlemimizin dağarcığında dünyevi tabloların yanı sıra bir de manevi tablolar vardır ki “levha-i manevi” diye anılır. Bir insanın ebedî huzura kavuşabilmesi için her iki tablosunun da aydınlık olması beklenir.

Sanatkârın yaratılış kavramına bakışı, düşünme alışkanlığına dayanır ve gönül verilecek sanat biçimini belirlemek, duygusal yansıma sürecinde bir adımdır. Bu yansıma, parlayıp sönen ve sürekliliği olmayan bir şimşeğe benzetilir. Görsel bir kavramı ifade etmekle birlikte içsel yolculukla ilişkilendirilen bir tarafı da vardır. Eser, “kalbe hulul eden, manevi ışığın kalbe girmesini sağlayan ve yok olmayan şey” olarak da tarif edilir. İster özdeksel ister manevi tarafı geçerli olsun bu yansıma hayatı güzelleştirir.

Bu mottoyu karşılayan en iyi örneklerden biri, şöhreti okyanusları aşan Hattat Hasan Çelebi’dir kanaatimce. “Kuran Mekke’de nazil oldu, Mısır’da okundu, İstanbul’da yazıldı,” sözünün günümüzde de geçerli olduğunun kanıtlarından biri olan Çelebi’nin ömrünü vererek yazdığı el emeği göz nuru hatlar, tek kelimeyle göz kamaştırıyor.

Hat sözcüğü, Arap harfleriyle yazılmış güzel el yazısının karşılığı olarak kullanılıyor. Hat bir güzel yazı sanatı olup yazarlarına hattat deniyor. Kadim şehir İstanbul ise 16. yüzyıldan bu yana hat sanatının başkenti olarak anılmaya devam ediyor. 1500’lü yılların başında Amasya’da Osmanlı Hat Mektebi’ni kuran Hattat Şeyh Hamdullah’ın İstanbul’a gelmesiyle birlikte hat sanatında yeni bir devir başlamış. Kısa sürede hızla gelişen bu sanatın en görkemli örnekleri, Bursa Ulucami’nin duvarlarında bulunuyor.

Sabrın sonu selamet!

Görüldüğü üzere Çelebi’nin bu uzun ve zahmetli yolda kolay ilerlediği ve hedefe çabucak ulaştığı düşünülemez.

50 senedir hüsnühat ile uğraşan Hattat Hasan Çelebi, bu derinlikli sanatın günümüzdeki köşe taşı olarak nitelendiriliyor. Onun sanatı Türkiye sınırlarını aşmış, uluslararası kültür ve sanat ortamlarında tanınan, aranan bir şöhret durumda. Çelebi, elbette bu seviyeye kolay ulaşmamış. 1937 yılında Erzurum’un Oltu ilçesinin İnci köyünde dünyaya gelen sanatçı, yoksul bir çocukluk geçirmiş. Henüz ilk gençlik yıllarında Kur’an’ı ezberleyip hat sanatına ilgi duyan Çelebi, 1954 yılında tahsil amacıyla İstanbul’a gelmiş. Şehrin önde gelen medreselerinde hat eğitimi alan hattat, bir süre sonra dönemin önemli isimlerinden Hattat Halim Özyazıcı ile meşke başlamış. Bu, onun hat serüveninde çok önemli bir adım olmuş. Sanatını giderek geliştiren Çelebi’nin yolu nihayet, dönemin zirve ismi Hamit Aytaç ile kesişmiş. 1964’te başlayan bu birliktelik, Hamit Bey’in vefatına kadar tam 18 yıl devam etmiş. Çelebi, Hamit Aytaç ile sülüs neshi meşk ettiği sırada, 1966 senesinde merhum Kemal Batanay ile tanışmış ve ondan da ta’lik ve rik’a dersleri almaya başlamış. Görüldüğü üzere Çelebi’nin bu uzun ve zahmetli yolda kolay ilerlediği ve hedefe çabucak ulaştığı düşünülemez. Zaten herhangi bir işte başarılı olmanın yolu sabırdangeçmiyor mu?

Günümüzde hat sanatında bir ekol olarak anılan Çelebi, hâlen İstanbul’da çalışmalarına ve öğrenci yetiştirmeye devam ediyor. Son yüz yılda Hattat Hamit Aytaç’tan sonra en çok öğrenci yetiştiren hoca unvanına sahip olan Çelebi’nin ABD’den Japonya’ya, Rusya’dan Güney Afrika’ya kadar 70’ten fazla icazetli talebesi bulunuyor. Çelebi hem yetiştirdiği öğrencileri hem mabetleri kuşatan hatları hem de koleksiyonlardaki nadide eserleriyle parmakla gösterilen bir sanatkâr olarak tanınıyor. Hat sanatında eser vermek kadar, belki daha da önemlisi talebe yetiştirmek olduğu biliniyor. Çünkü hat sanatının devamı ancak bununla mümkün görülüyor.

Tarihte bazı sanatkârların değeri, eserleriyle birlikte onların yetiştirdikleri önemli sanatkârlarla ölçülüyor. Çelebi Hoca’nın yetiştirdiği Fuat Kuchi Honda, Davut Bektaş, Muhammed Zekeriya ve Ferhat Kurlu gibi değerli hattatlar, onun en önemli eserleri sayılıyor. Son bir asırdaki İstanbul hattatlarında görülen bir özellik olarak, her çeşit yazıyı yazabilmek becerisi, Hasan Çelebi’de bulunuyor. O, klasik yazı türleri olarak bilinen sülüs, nesih, talik, divani, celi divani, muhakkak ve rik’a yazılarını yazmış; kûfî yazı tarzında da önemli eserler vermiş biri. Ancak en çok eser verdiği tür, celi sülüs yazısı.

Çelebi, büyük sabır gerektiren hat sanatını öğretmek ve gelecek kuşaklara taşımak için doğmuş gibidir. Kimsenin kalbini kırmadan ve kol kanat gererek…

Günümüzde İstanbul başta olmak üzere Türkiye’deki birçok caminin hatları ile kuşak ve kubbe yazıları onun elinden çıkma. Klasik levha ve kâğıt üzerine yazdığı yazılarla birlikte, tuğra formunda eserleri de bulunuyor. Bugüne dek birçok devlet adamına tuğra yazan Çelebi, genellikle hilyeler, kıt’a yazıları, klasik levha ve farklı düzenlemeler ile özellikle klasik Türk yazı stilini devam ettiriyor. Çelebi, klasik üslupta farklı kompozisyon biçimleri kullanarak zengin bir yazı koleksiyonu oluşturmayı başarıyor. Hat sanatında klasik geleneğin takipçisi olarak tanınan Hasan Çelebi, serbest istif çalışmalarını yapmaktan da kaçınmıyor. Artık sözü ustaların ustasına bırakmanın vaktidir: “Yazdığım zamanlardaki hâletiruhiyeyi anlatmama imkân yok. Bir bayram veyahut en büyük mükâfat neyse onu yaşadım.” Onu başarıya taşıyan sebeplerden biri de karakteriydi kuşkusuz. Öğrencilerine hemen her zaman şefkatle yaklaşan Çelebi, büyük sabır gerektiren hat sanatını öğretmek ve gelecek kuşaklara taşımak için doğmuş gibidir. Kimsenin kalbini kırmadan ve kol kanat gererek…