“Rüzgârı Dizginleyen Çocuk” (The Boy Who Harnessed the Wind)

ALİ BURAK CESUR
Abone Ol

Allah, herkesi farklı ilgi ve yeteneklerle yaratmış. Seçim aşamasına geldiğimizde fıtratımızdan gelen yatkınlığımızın farkında olarak tercihler yaparsak hem mesleğimizi öğrenme sürecimiz kolaylaşacak ve okula koşa koşa gideceğiz hem de insanlara faydalı olmanın mutluluğunu yaşayacağız. İşte “Rüzgârı Dizginleyen Çocuk”, bu konuyu çok başarılı bir şekilde anlatıyor.

Yakınlarınızda, çokça vakit geçirdiğiniz birkaç çocuk illa ki vardır. Ya oğlunuz, kızınız ya yeğeniniz ya da arkadaşlarınızın çocukları… Dikkatli bakarsanız, bu çocukların belli alandaki oyunlarla ya da uğraşlarla daha bir ilgili olduklarınızı fark edersiniz. Bazısı vardır bir müzik duyduğunda hemen kulak kabartır. Bazısı vardır eline boya kalemi verseniz çektiği iki üç çizgiyle dahi çevresindeki bir nesneyi tasvir edebilir. Bazısı, elektronik eşyaları gördü mü gözleri parlar ve onları parçalarına ayırıp geri birleştirmekten hiç usanmaz. Bazı çocuklar da vardır ki yaşlarına bakmadan aldıkları oyuncakları oynadıktan sonra başka bir arkadaşıyla takas ederek alışverişe yatkınlık gösterirler. Öyle ki bu takas alışverişleri, ilerleyen yaşlarda para karşılığı alışverişlere de dönüşebilir. Bu durum, birçok örnekte gözlemlenebilmektedir.

Gerçek bir yaşam hikâyesinden uyarlanan film, Afrika’nın güneyinde bir ülkede, Malawi’de geçiyor.

İşte başkarakterimiz William da bu çocuklardan biri. Onun da elektronik aletlere karşı ayrı bir ilgisi var. Bu yönünü bilen mahalleli, bozulan radyolarını getirip ona tamir ettiriyor. William, bazen elektronik çöplerin atıldığı çöplüğü karıştırıp oradan bulduğu parçalarla bu tamiratı tamamlıyor ve sahiplerine radyolarını teslim ediyor. Karşılığında da harçlığını çıkarıyor.

Hayat böyle devam ederken William için okula başlama zamanı geliyor. Okula başlıyor başlamasına ancak babasının ödemelerini yapamadığı her gün okul yönetiminden baskı görüyor. Tek sorun bu da değil. Evdeki tek ışık kaynağı gaz lambası, ancak bazen akşamları ders çalışmasına yetecek kadar gaz yağı bulmak bile mümkün olmuyor. William, yine de derslerine devam etmeye çalışıyor ve elektronik eşyalara ilgisi sebebiyle de en çok sevdiği ders, fen bilimleri oluyor.

Gerçek bir yaşam hikâyesinden uyarlanan film, Afrika’nın güneyinde bir ülkede, Malawi’de geçiyor. Malawi, güneyinde Mozambik, doğusunda kuzeyinde Tanzanya ve batısında Zambiya ülkeleri ile çevrili, tropikal iklime sahip, denize kıyısı bulunmayan bir kara ülkesi. Olayın geçtiği yer ise Kasungu şehri. Şehir meclisi toplanmış ve o sene yaşanması muhtemel sel felaketini ve şehirlerindeki ağaçlara göz diken büyük şirketlerden bir temsilcinin verdiği öneriyi istişare ediyorlar. Yaklaşan sel felaketi ve kıtlık tehdidi şehirden bazılarını, -şirketin ağaçlarını satın almak için verdiği rakam düşük de olsa- kabul etmeye itiyor. Şef diye bahsettikleri şehrin valisi konumundaki kişi, bunun uzun vadede herkese zarar getireceğini bildiği için şirketin bu isteğine karşı çıksa da sadece günü kurtarmayı düşünenler çoğunluğu oluşturunca bir şey değişmiyor. Ağaçlar satılınca ve şirket tarafından kesilince sel ve ardından gelen kuraklık daha büyük bir yıkıma sürüklüyor şehri. William ve ailesi bırakın okula gitmeyi ve okulun parasını çıkarmayı, yiyecek ekmek bulmakta zorluk çeker bir hâle geliyor. Kıtlık baş gösterince bunun doğal sonucu olarak hırsızlık da artıyor ve depolarda zor günler için sakladıkları ekinler de çalınınca tamamen çaresiz kalıyorlar.

Bilirsiniz, zihnimiz özellikle kriz durumlarında daha verimli çalışmaya başlar. Yaşadıkları bu kuraklık krizinde William’ın aklına, tüm şehri kuraklıktan kurtarabilecek bir fikir geliyor. Bisiklet tekerinin dönmesiyle oluşan elektrik enerjisinin bisikletin lambalarını yakmasından ilham alan William, bu elektrik enerjisini bir su pompasına bağlayabilirse gerekli suyu toprağın altından çıkartabileceğini düşünüyor. Her icadın kaderinde olduğu gibi ilk başlarda William’ın babası da dâhil olmak üzere fikirlerine kimse inanmıyor ve o da bu makûs talihi yaşıyor.

William ise parasını ödeyemediği için, -yasaklı olmasına rağmen- okulun kütüphanesine müdürden gizli şekilde girmeyi başarıyor ve normalde çok daha ileri sınıfların konusu olan kitapları karıştırarak bir elektronik aletin dinamo yardımıyla nasıl çalıştırılacağını öğreniyor. Aslında bunun küçük bir de örneğini yapıyor ama kuraklık herkesi öyle bezdirmiş durumda ki babası dahi William’ı gereksiz işlerle uğraşmakla suçlayıp eline kazmayı tutuşturuyor ve “bir daha okula gitmeyeceksin!” diye de tembihliyor. William, ne babasını karşısına almak istiyor ne de bu isteğinden vazgeçiyor. Bu azmi, babasını da en sonunda ona yardım etmeye itiyor. Konunun babasında düğümlenmesinin bir başka sebebi ise rüzgârdan elde edeceği elektriği üretmek için dinamonun döndüreceği bir mekanizmaya sahip köyde elde kalan tek bisiklete babasının sahip olması. Sonunda o da ikna oluyor ve William önce hayalini kurduğu, sonra hayata geçirdiği rüzgârgülüyle elektrik üretmeyi ve bu elektrikle su pompasını çalıştırmayı başarıyor. William, bu icadıyla şehrini çok büyük bir kıtlıktan kurtarıyor.

Peki, bu yaşanmış hikâyeden bizler hangi dersleri alabiliriz? Biraz da bunun üzerine sesli düşünelim. Meslek seçimi, insanın hayatındaki en önemli eşiklerden biri… Allah, herkesi farklı ilgi ve yeteneklerle yaratmış. Eğer seçim aşamasına geldiğimizde fıtratımızdan gelen yatkınlığımızın farkında olarak bir seçim yaparsak hem mesleğimizi öğrenme sürecimiz kolaylaşacak ve okula koşa koşa gideceğiz hem de meslek hayatımızda her gün yeni bir şey öğrenip insanlara faydalı olmanın mutluluğunu yaşayacağız. Hedefimiz maddi kazanç bile olmadan paranın zaten yaptığımız işin ardından geldiğini göreceğiz. Belli mesleklerde adını duyuran kişilerin hayat hikâyelerine bir bakın. Hiçbirinin bu işe sadece para kazanma gayesiyle girmediğini göreceksiniz. Konfüçyüs’e atfedilen bir söz var: “Sevdiğiniz işi yaparsanız, bir gün bile çalışmış sayılmazsınız.” Bu demek değil ki herkes tümüyle her yönünü sevdiği bir işi yapabilecek bir fırsat bulabilir. Önemli olan sevdiğimiz yönleri çoğunlukta olan bir meslek seçebilmemiz. Böylece işimizin sıkıntıları olsa da bunlar bize katlanılabilir gelecek, bizi yıldırmayacak.

Diğer taraftan, bir işe karşı olan ilgimizde popüler kaygıların ne kadar etkili olduğunu da sorgulamak gerekir. Kişi, çevresindeki oyuncuların hayatına bakıp özenerek oyunculuğu sevdiğini zannedebilir. Oysa bu durum, oyunculuk yeteneğinden veya ilgisinden ziyade, bu alana olan popüler ilgiden kaynaklanan bir özenti de olabilir.

Mühendisliği ele alalım. Birçok kişi, günümüzde yazılım mühendisliği çok popüler, mühendis tanıdıkları çok para kazanıyor diye mühendis olmayı seçebiliyor. Hâlbuki ne kişiliği yatkın bu işe ne de bu mesleğin zor yanlarını kaldırabilecek güçte birisi. Sevilen mesleği seçmekten kastımın, bu anlattığım örneklerle ilgisi olmadığının da altını çizerek belirtmek isterim. Basit olarak tanımlayacak olursak sevmek, fıtrattan gelen bir yatkınlık ve ilgi meselesidir diyebiliriz.

“Rüzgârı Dizginleyen Çocuk”, film boyunca gerek ses kalitesiyle gerek başarılı görüntü yönetimi ve oyunculuklarıyla keyifli bir seyir sunuyor, yaklaşık iki saat boyunca. Oturup ailecek izleyebileceğiniz ve ardından üzerine konuşup tartışabileceğiniz filmlerden biri. İyi seyirler.