Özge Kahraman ile bir yeraltı serüveni

ZENNUR ÇALIK
Abone Ol

Mağaracılık sporunun detaylarını uzmanından dinledik ve mağaracılık yapan Özge Kahraman'la konuştuk.

Merhaba, sizi tanıyabilir miyiz? Kendinizden ve kariyerinizden bahsedebilir misiniz?

Merhaba, lisansımı ve yüksek lisansımı Yeditepe Üniversitesi Plastik Sanatlar Bölümü’nde, resim, heykel ve seramik üzerine dereceyle tamamladım. Lisansımın son sınıfında bir arkadaşım aracılığıyla mağaracılık sporu ile tanıştım. Fakat yüksek lisansa başladığım için maalesef mağaracılığa vakit ayıramadım ve bir süre ara verdim. Yüksek lisansım bittikten sonra tekrar başladım ve neredeyse 10 senedir mağaracılık yapıyorum. Şu anda Eğitim Kültür ve Araştırma Vakfı’na (EKAV) bağlı olan, Türkiye'nin ilk online sanat televizyonunda genel yayın yönetmenliği yapıyorum. Sanatçı olarak eser üretmeye ve sergilerde yer almaya da devam ediyorum.

Bu spora ilginiz nasıl başladı, neden başka bir dal değil de mağaracılık?

“Mağaralar zorluklarıyla, güzellikleriyle bana yetiyor,” diyebilirim.

Üniversitede belli bir desen ve resim eğitimden sonra hocalarımız kendi tarzımızı belirlememiz için bizi teşvik ediyor. Ben de küçüklüğümden beri fantastik filmlere ve o filmlerde yer alan yeraltı ülkelerini çok severim. Rüyalarımda da sıkça mağaraları görürüm. Buna dayanarak internetten bulduğum görsellerle mağaraları resmetmeye başladım. Üst sınıfımdan Ertan diye bir arkadaşım bunu gördü ve kendisinin mağaracı olduğunu, beni mağaracılıkla tanıştırmak istediğini söyledi. Ben de tabii ki hemen kabul ettim ve mağaraların gizemli dünyasını keşfetmeye bu şekilde başladım. Açıkçası başka bir spor dalıyla ilgilenmeyi hiç düşünmedim. “Mağaralar zorluklarıyla, güzellikleriyle bana yetiyor,” diyebilirim.

Mağaracılık çoğu sporun aksine, “bilinenden bilinmeyene bir keşif yolculuğu” olarak tanımlanıyor. Sizin için bu keşfi anlamlı kılan nedir?

Buradaki keşif olayı, aslında mağaraları başlı başına anlamlı kılan şeyin ta kendisi… Bir mağarayı keşfederken oraya ilk adım atan kişi siz oluyorsunuz. Bunun duygusu bambaşka. Kelimelere dökmem maalesef imkânsız. Tabii bu keşfin içinde yer aldıktan sonra, karşılaştığımız doğanın güzellikleri de ayrı bir önem taşıyor.

Mağaraları keşfetmekle kalmayıp, onların ruhunuzdaki etkilerini sanata yansıtıyorsunuz. Mağaralar sizi ruhen nasıl etkiliyor? Sanatsal olarak nasıl bir ilham veriyor?

Mağaraya her girişimde ya da iple inişimde, her an bana sanki bir tuvalden fırlamış gibi etki yaratıyor. Çünkü mağaralar her ne kadar birbirine benzese de her yeri birbirinden farklı. Mağaradayken gördüğüm her sarkıta, her dikite ve oluşuma, “tuvale yansısa nasıl olur acaba?” diye bakıyorum. Zaten oluşumların güzelliği, bana oluşturacağım kompozisyon ve kullanacağım renkler hakkında ipucu veriyor. Bir kesit ya da bir oluşum üzerinden de resim yapabiliyorum ya da derinliklerine ulaştığım bir mağara, bütünüyle de eserimi etkileyebiliyor.

Mağaraları, çoğu zaman noktalama tekniği ile resmediyorsunuz. Neden özellikle bu tekniği tercih ediyorsunuz?

Noktalama tekniğini kullanmamın bir nedeni var. Mağaralar ve yeraltı güzellikleri, milyonlarca yılda oluşan ve kendi içinde milyonlarca ayrıntı barındıran yerler. Bu yüzden aşırı emek, özen ve sabır isteyen bu tekniği tercih ediyorum. Bir diğer nedeni ise kaskımızda bulunan ışığın nemli kayaya yansıdığında kristal ya da elmasmış gibi parlamasından dolayı da noktalama tekniğini kullanıyorum.

Zaten oluşumların güzelliği, bana oluşturacağım kompozisyon ve kullanacağım renkler hakkında ipucu veriyor.

Eserleriniz, ulusal ve uluslararası düzeyde birçok sergide yer aldı. Biraz bunlardan bahsedebilir misiniz?

Elbette memnuniyetle. Bunlara birkaç örnek vermem gerekirse Sidney’de yer alan bir fuara Saatchi Art tarafından davet edildim ve kendi eserlerime ait bir alanda sanatseverlerle buluştum. Türkiye’de Pera Müzesi’nde, Ankara Resim Heykel Müzesi’nde eserlerim sergilendi. Bazı ünlü isimlerin özel koleksiyonlarında da eserim bulunmakta. Yakın zaman önce Contemporary Istanbul 2023’te eserlerim sergilendi. Şu an güncel olarak Ekavart Gallery’de yer alan EKAV-Artist New Generation adlı sergide de eserlerim yer alıyor.

Bugüne dek birçok mağara keşfine katıldınız. Sizi en çok etkileyen yer neresi olmuştu ve orayı sizin için etkileyici kılan neydi?

Kırklareli’nde yer alan Yenesu adlı mağara da gerçekten beni etkileyen bir mağaraydı.

Beni en çok etkileyen mağaraları sıralarsam, sanırım sayfalarca tutabilir. Ama hemen aklıma gelen birkaç tane sayabilirim: Karadeniz Küre Dağları Millî Parkı Projesi kapsamında keşfinde yer aldığım küçük bir mağara bulunuyor. Oranın oluşumları o kadar güzeldi ki sanki fantastik bir filmin içinde gibi hissetmiştim kendimi. Bu mağarayı ne kadar fotoğraflasam da büyüleyici güzelliğini tam anlamıyla yansıtamadığını fark etmiştim. Birçok eserimde de o mağaradan etkiler yer alıyor. Ayrıca Kırklareli’nde yer alan Yenesu adlı mağara da gerçekten beni etkileyen bir mağaraydı. Son olarak, Taşeli Platosu’nda, Mersin'in Anamur ilçesi sınırlarında yer alan Morca Düdeni’nin adını verebilirim. Bin 276 metre ile Türkiye’nin en derin üçüncü mağarası olarak tanınan bu doğa harikasını, üyesi olduğum Anadolu Speleoloji Grubu Derneği’nin (ASPEG) çalışmaları ile keşfettim. Hatta Amerikalı mağaracı bir arkadaşımız geçen yaz bu mağarada, bin metre derinde bir rahatsızlık yaşayınca uluslararası bir kurtarma operasyonu gerçekleştirdik. Morca Düdeni, senelerdir keşfini yaptığımız, aşırı derecede zoru ve güzel bir mağaradır.

Bu sporu güzel ama aynı zamanda tehlikeli kılan ortak bir yön var; bilinmezlik. İçerisinde karmaşık onlarca yapı, belki küçük bir darbe sonucu kopabilecek parçalar... Bu anlamda iyi bir teknik eğitimin ve uyumlu bir ekibin çok önemli iki unsur olduğu söyleniyor. Teknik eğitim nasıl olmalı? İyi bir ekip çalışmasının olmazsa olmazları nelerdir?

Mağaracılık, birçok spor dalı arasında en zor olan olanlardan biridir. Diğer yandan speleoloji, mağara bilimi olarak geçiyor. Maalesef dağcılık ile karıştırılıyor, fakat dağcılıktan tamamen farklı bir spor. Mağara inişleri için belirlenen ip eğitimleri mevcut. Bir mağaracı, bir derneğe ya da kulübe üye olup eğitimleri başarıyla tamamladıktan sonra mağara keşfine başlayabilir. Mağaracılık, esasen tamamen bir ekip işi… En az üç kişilik bir ekip ile mağaraya giriliyor. Ayrıca kampta mağaraya giren mağaracıların çıkmasını bekleyen arkadaşlarımız bulunuyor. Belli bir çıkış ve kurtarma saati veriliyor. Bu şekilde güvenli ve organize şekilde hareket ediliyor. Tek başınıza mağaracılık yapamazsınız. Üye olduğunuz dernek ya da kulüpteki mağaracılar ile bu sporu yapıyorsunuz. Bu da karşılıklı güven ile gerçekleşiyor. Çok küçük bir hatada; taş düşmesi, yanlış yapılan bir döşeme, unutulan bir manevra ve benzeri ölümcül sonuçlara yol açabilir maalesef. Fakat ekipmanın sağlam olması, döşemenin doğru yapılması, mağaracının hem fiziksel hem mental anlamda kendisini iyi hissetmesi ve ekip üyelerinin uyumu ile mağaracılık son derece zevkli bir spor haline geliyor.

Ülkemiz, jeolojik ve jeomorfolojik yapısı nedeniyle bir "mağara cenneti." Mutlaka keşfedilmesi gereken mağaralarımız hangileri sizce ve neden?

Ülkemiz gerçekten de bir mağara cenneti. Fakat halen keşfedilmeyi bekleyen, keşfedemediğimiz birçok mağara bulunuyor. Bunda hem zaman hem de kişi sayısı gibi faktörlerin rolü büyük. "Şu ya da bu mağara keşfedilmeli" demek yerine her bölgenin bu konuda büyük önem taşıdığını düşünüyorum. Özellikle Akdeniz Bölgesi'nin karstik yapısından dolayı keşfetmeyi bekleyen binlerce mağaranın bulunduğunu söyleyebilirim. Biz ASPEG üyeleri olarak her yaz, müsait günlerimizi bayram tatilleriyle de birleştirerek bu bölgelere keşif gezileri düzenliyoruz. Yerini belirlediğimiz ama henüz derinliklerinde yol almadığımız birçok mağara bulunuyor.

Benim de amacım, mağaraları korkutucu, karanlık ve tehlikeli gören düşünce yerine eserlerimle onların güzelliklerini insanlara göstermek.

Mağaracılıkla ve sanatınızla ilgili gerçekleştirmek istediğiniz başka hedefleriniz var mı, varsa bahseder misiniz?

Mağaralar maalesef günümüzde, genellikle korkutucu kavramlarla tanımlanıyor. Fakat bu konu üzerine biraz araştırma yaptığımızda mağaraların mitolojinin ve ikonografinin vazgeçilmezi olduğunu görüyoruz. Öyle ki mağaralar dinî anlatılarda, kahramanların doğum ve ölümlerinde, felsefede (örneğin Platon’un “Mağara Alegorisi”), psikolojide ve her yerde karşımıza çıkıyorlar. İşte benim de amacım, mağaraları korkutucu, karanlık ve tehlikeli gören düşünce yerine eserlerimle onların güzelliklerini insanlara göstermek. Çünkü görünümlerinin aksine mağaraların yücelikleriyle anılması gerektiğini düşünüyorum.

Mağarası çok ama mağaracıları az bir ülke olarak, bu alanda ilerlemek isteyen genç arkadaşlarımıza neler söylemek istersiniz?

Özellikle keşif duygusu ve bir yere adım atan ilk kişi olmanın verdiği mutluluk bambaşka.

Açıkçası mağaracılığa ilk başladığımda benim için bu kadar önemli yerler olacaklarını hiç düşünmemiştim. Sanatımı beslemesi adına başladığım mağaracılık, benim için daha ilk mağaraya girdiğimde kesinlikle hobi olmaktan çıktı ve bir tutkuya dönüştü. O yüzden mağaracılığın hobi ya da sosyalleşmek için yapılan kısa süreli bir spor olduğunu düşünmüyorum. Yerin metrelerce derinine iniyor, yeni mağaralar keşfediyor ve araştırmalarını yapıyoruz. Mağaracılık, kendi sınırlarınızı hem fiziksel hem de psikolojik anlamda zorladığınız bir alan. Özellikle keşif duygusu ve bir yere adım atan ilk kişi olmanın verdiği mutluluk bambaşka. Bir çeşit çılgınlık da aynı zamanda… O yüzden Trevanian’ın (Rodney William Whitaker) “Şibumi” adlı kitabında yer alan şu cümleyi çok severim: “Mağaracı: Başkalarında çılgınlık olan şey, onlarda cesaret ve serüvene susamışlıktır.”