Öğrenci şehri mi, Eskişehir?
Seni yurt dışına hiç gitmeden yurt dışına gitmiş gibi hissettirecek bir yere götüreceğim. Heyecanlandın değil mi? “Öğrenci şehri” desem, tahmin edebilir misin? Hemen anladın değil mi? Elbette sana “Amsterdam’a mı geldik, ne oluyor?” dedirtecek bu şehir, Eskişehir! Vizesiz olduğunu söylememe gerek yoktur herhalde.
Eskişehir, ülkemizin bütün şehirlerine eşit mesafede duruyor sanki. Türkiye’nin orta yerinde hepimize göz kırpıyor: “Buraya gelin!” diye. Eh, ulaşımın da pek sıkıntılı olduğunu söyleyemem. Arabayla, otobüsle, trenle ulaşım mümkün. Trenle gitmek, en keyiflisi sanırım. O yüzden ben de treni tercih ettim. İstanbul’dan bindiğim trenle yaklaşık üç saatte Eskişehir’e vardım. Tren biletleri hızlı tükeniyor. İnternetten sık sık kontrol etmende fayda var.
“Eskişehir’in her köşesini gezeyim, aman geçilmedik sokak, cadde kalmasın” diyorsan, buraya en az üç gün ayırmalısın. Ama “bütçem yok, öğrenci işi gidip geleyim” dersen, sabah erkenden trene binip, gece kalmadan da şehri gezebilirsin.
Eskişehir’in tarihi, MÖ 3 bin yıllarına dayanıyor. Zaman içinde Hititler, Frigler, Lidyalılar, Romalılar ve Bizanslıların ardından Selçuklular ve Osmanlıların yönetimine giriyor. Yani şehirden bir sürü medeniyet gelip geçiyor. Belki de bu yüzden bugün şehrin toprakları oldukça zengin. “Öğrenci şehri” denmesinin nedeni, şehir nüfusunun yaklaşık yüzde 15’ini öğrencilerin oluşturması. Bu kadar genç olduğu için de şehrin mimarisi ona göre şekillenmiş. Boşuna, “Türkiye’deki Avrupa şehri” denmiyor yani. Yıl boyunca kültür-sanat etkinlikleri düzenleniyor. 20’yi aşkın müzesi, parkları, bahçeleri ve bisiklet yolları var. Sen de bir bisiklet kiralayıp, şehri bisikletle keşfedebilirsin.
Gezime, uluslararası alanda ün kazanmış OMM Müzesi’nden başlıyorum. Müze, şehrin biraz dışındaki Odunpazarı Bölgesi’nde. Dünyaca ünlü Japon mimarlık ofisi KengoKuma’nın imzasını taşıyan bu bina, doğa ile mimarinin iç içeliği felsefesinden hareketle tasarlanmış. Hem de böylece tarihî Odunpazarı Bölgesi’nin dokusunu da bozmamış oluyor. Osmanlı kubbe mimarisi ve geleneksel Japon mimarisinden esintiler taşıyan müzenin oteli de var. Müzenin meydanı da buluşma mekânı olarak düşünülmüş. Pazartesi günleri kapalı olan müzeyi mutlaka ziyaret etmelisin. Müzenin shop’undan arkadaşlarına hediye almayı unutma!
Müzeden çıktıktan sonra Odunpazarı sokaklarını turladım. Bol bol pencere ve kapı fotoğrafları çekip Atlıhan El Sanatları Çarşısı, Kurşunlu Camisi ve Osmanlı Evi’ni ziyaret ettim. Burada herkesin defalarca beni uyardığı nokta, otopark sorunuydu. Arabayla gidenleri şimdiden uyarayım.
Odunpazarı gezimin ardından karnım acıktı ve soluğu Kentpark’taki Kırım Çibörekçisi’nde aldım. Aman sakın buradan çibörek yemeden dönme, gezin eksik kalır.
Karnım doyduktan sonra börekçiden çıkıp, Kentpark’ı gezmeye başladım. Burası, kocaman bir park ve içinde yapay plajı bile var. Düşünün ki deniz olmayan şehre deniz bile getirmişler. E daha ne olsun?
Bir tek yapay plaj da yok şehirde. Porsuk Çayı Bölgesi en hareketli yerlerinden biri. Çimlerde oturup sohbet eden, bir şeyler okuyan, müzik dinleyen gençler etrafı doldurmuş. Ve herkes keyifli, herkes mutlu. Porsuk Çayı’nın etrafının adı, Adalar Bölgesi ve şehrin en modern yerlerinden biri de burası. Her an kalabalık, gitar çalıp şarkı söyleyen gençlerle dolu. Dikkat et! Birkaç saatini burada harcayacaksın. Benden söylemesi…
Eskişehir’de gördüğün gibi pek çok müze var. Hepsi de birbirinden güzel. Eti Arkeoloji Müzesi bunlardan biri. Dorylaion, Pessinus, Han Yeraltı Şehri ve Demircihöyük gibi ören yerlerinde gerçekleştirilen kazı çalışmaları sonucunda çıkan eserler bu müzede bulunuyor. Ben de Porsuk Çayı’ndan sonra soluğu bu müzede aldım. Eğer biraz da arkeoloji ve tarihe ilgin varsa bu müzeye bayılacaksın. Müzekart ile giriş ücretsiz.
Hazır müzelerden açılış yapmışken Devrim Arabası’nı da görmemek olmazdı. Türkiye’nin ilk yerli otomobili Devrim Arabası, yıllar önce Eskişehir’de yapılmış (Eğer ilgini çektiyse bununla ilgili bir film de var). Yalnızca dört adet üretilen ve rekor sürede hayata geçen bu otomobili görmek çok güzeldi. Hem de Togg gibi yeniden kendi yerli otomobilimizi ürettiğimiz bir dönemde...
Son olarak Yılmaz Büyükerşen Balmumu Heykeller Müzesi’nde soluğu alıyorum. Madame Tussauds Müzesi, âdeta şehre gelmiş. Müzede önemli isimler sergileniyor. Osmanlı padişahlarından dünya liderlerine, şarkıcılardan sinema artistlerine bir sürü isimle fotoğraf çekiliyorum. Üstelik müzenin geliri kız çocukları ve engelli çocukların eğitimi için kullanılıyormuş. Bu haber keyfimi daha da artırıyor.
Müze ziyaretime son verip, Sazova Parkı’nda soluğu aldım. Burayı fotoğraf karelerinden bilirsin. Disneyland gibi şatosu olan kocaman bir park. Devasa bir şehir parkı olan Sazova, bilim, sanat ve kültürü de içinde barındırıyor. Bünyesinde Sabancı Uzay Evi, Eti Sualtı Müzesi, Masal Şatosu, Hayvanat Bahçesi, Bilim Deney Merkezi ve Korsan Gemisi gibi değişik konseptte alanlar var. Çocuklu ziyaretçilerin gözü kapalı gitmesi gereken bu park, senin için de keyifli olabilir. Çünkü burası, Eskişehir’in en büyük parkı olma özelliğini taşıyor.
Buradan çıkıp bir şeyler yemek için, -ben de gezgin olduğumdan- Varuna Gezgin Cafe’ye gittim. Kafenin ortamı güzel. Her an dönen gezi videoları ilgimi çekti. Burada birkaç saatimi geçirip, Karakedi Bozacısı’na uğradım. Buranın bozası çok ünlü. Eskişehir için efsaneleşen bu lezzeti, ben de tatmadan dönmeyeyim dedim. Alıştığım bozadan farklı olsa da içtikçe hoşuma gitti.
Eskişehir turum sona ermeden, tekrar Porsuk Çayı’nın etrafına gittim. Kendime bir kahve alıp, etrafı izleyerek güneşi batırdım. Şehir de ben de vedalaşmaya hazır değildik. Bir kere daha görüşmek üzere sözleşerek ayrıldık.