Müfettişin Ziyareti (An Inspector Calls)

HABER MASASI
Abone Ol

Film eski bir hikayeyi anlatsa da binlerce yıl sonra da yaşanmaya devam edecek türden.

Tanrı’ya inanır mısın?

-Evet.

-Nasıl oluyor da inanabiliyorsun?

-İnsanlara inanamıyorum çünkü.

Bu cümleyi kuran Eva Smith, geçimini fabrikalarda asgari ücretle çalışarak sağlayan bir kızdır. Sınıflara ayrılmış o günkü toplumun en alt tabakasında yaşam mücadelesi veren birisidir. Annesi ve babasını erken yaşlarda kaybetmiş, tek başına hayata tutunmaya çalışmaktadır.

Elbette herkes Eva Smith gibi değildir. Bolluk içinde yüzen, maddi hiçbir derdi ve sıkıntısı olmayanlar da vardır. Birling ailesi de bu varlıklı ailelerden biridir. Filmin başında lüks bir mâlikanede ihtişamlı bir akşam yemeğine hazırlanırken görürüz onları. Birling ailesinin kızı Sheila Birling nişanlanacaktır. Hem de rakip şirket sahibinin oğlu Gerald ile. Baba Arthur Birling bu evliliği kendi işlerinin daha da büyümesi açısından değerlendirdiğini açıkça söyler. Hatta yemekte Gerald’a kendisinin yakında onur listesinde adının geçtiği bilgisini sızdırır ki Gerald’ın ailesi bu evlilikten vazgeçmesin. Annesi Sybil Birling ise Sheila’nın Gerald gibi büyük şirket sahibi birinin oğluyla evlenmesini onun hayatını garantiye aldığı şeklinde yorumlar.

O akşam her şey mükemmel denebilecek kadar güzel ilerlemektedir, ta ki evin hizmetçisi kapıda bir müfettişin beklediğini söyleyene dek. Müfettiş, üç saat önce bir kızın öldüğünü söyler. Kızın geride bıraktığı günlüğü müfettişi bu mâlikaneye getirmiştir. Belli ki katil bu evin içerisindedir, ama kim? Kentin en büyük fabrikası Birling Company’nin sahibi Arthur mu, evin kızı Sheila mı, Sheila’nın müstakbel nişanlısı Gerald mı, evin kibirli annesi Sybil mi yoksa evin küçük oğlu Eric mi?

Müfettiş, evin babası Arthur ile başlar sorguya. Arthur, Eva Smith’in bir zamanlar çalıştığı fabrikanın sahibidir. Eva, yanına aldığı birkaç arkadaşıyla birlikte Arthur’un yanına gider ve hayatın her gün pahalanmasına rağmen maaşlarına zam yapılmamasını eleştirir. Haklı talebi geri çevrilince tüm fabrika işçilerini grev yapmaya ikna eder. Arthur ise işçilerin geri geleceğinden emindir. Mevcut şartlarda gidecekleri başka bir yer yoktur çünkü, ona muhtaçlardır. Öyle de olur, paraları biten işçiler mecbur yeniden işe başlarlar, birisi hariç: Eva Smith. Arthur onu çoktan kovmuştur bile. Arthur’un kendisini savunurken kurduğu şu cümleler ve Müfettiş’in cevabı ders niteliğindedir.

-Bu insanların üzerine sert bir şekilde gitmezsen bir bakarsın senden dünyaları isterler.

-Belki öyle Sayın Arthur. Ama dünyaları istemek dünyayı sahiplenmekten iyidir.

“Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin.”

Arthur, Müfettişin kendisini bu sebeple suçlayamayacağını söyleyerek onu işinden etmekle tehdit etse de Goole’un durmaya niyeti yoktur. Sıra Sheila’ya gelir. Ölen kızın günlüğünde Arthur’dan sonra onun da ismi geçmektedir çünkü. Sheila’nın gittiği pahalı bir mağazada yolları kesişir Eva Smith ile. Eva, aylarca işsiz kaldıktan sonra nihayet bir mağazada iş bulabilmiştir. Sheila’nın kim olduğundan habersiz mağazada ona yardım ederken Sheila kendisinden daha güzel ve alımlı olması sebebiyle onu kıskanır. Mağaza sahibinden Eva’yı işten çıkarmasını yoksa ne ailesinin ne de kendisinin bir daha o mağazadan alışveriş etmeyeceğini söyler. Mağaza sahibi kentteki en varlıklı müşterisini kaybetmeyi göze alamaz ve Eva’yı işten çıkarır.

Eva Smith aylarca süren başka bir yalnızlık ve açlık sürecinin ardından karalar çalınan ve uyumsuza çıkan ismini değiştirmeye karar verir. Yeni adı Daisy Renton’dur. Bu isim Müfettiş’in ağzından çıkınca salonda soğuk duş etkisi yaratır. Çünkü Gerald bu ismi yakından tanımaktadır. O isimde birisini barda görmüştür önceleri. Güzel ve çaresiz bu kadının aç olduğunu fark ederek yemek ısmarlamıştır hatta. Sonrasında ona yakınlaşmaya başlamış, yardım ettiği bu kadının zor durumundan faydalanmıştır.

Gerald’ın herkesten sakladığı bu utanç verici hâlinin ortaya çıkmasının ardından Sheila öyle kırılır ki daha biraz önce takılan yüzüğünü parmağından çıkarıp Gerald’a geri verir. Müfettiş Goole’un ise durmaya niyeti yoktur. Sıra evin annesi Sybil’e gelmiştir. Eva Smith, Sybil’in başkanı olduğu Kadınlar Hayırsever Derneği’ne yardım için başvurur. Yakında bir bebeği olacağını söyler. Ona bakmak için de paraya ihtiyacı vardır. Sybil bebeğe niye babasının bakmadığını sorar ve aralarında şöyle bir diyalog geçer.

-Parası yok. Çok genç ve çok içiyor.

-Bu bir mazeret değil, böyle bir kabahati işleyecek kadar olgunmuş.

Sybil mülakatta bu cümleyi bu kadar rahat söyler ancak o kabahati işleyen kişinin kendi öz oğlu olduğunu öğrenmesi de uzun sürmez.

Sorgu sırası evin küçük oğlu Eric’tedir. Eric de Eva ile tanışmış ve zor kullanarak onunla ilişkiye girmiştir. Anne Sybil bunları duyduktan sonra bile oğluna toz kondurmaz, hatta intihar ettiği için Eva’yı suçlayarak kalbinin katılığını gösterir.

Sorgulama artık bitmiştir. Inspector Goole, evdeki herkesin bu olayda payının olduğunu söyler ama hiçbir tutuklama yapmadan evden ayrılır. Evden ayrılmadan önce sözünü, kulaklara küpe olması gereken şu anlamlı paragrafla bitirir:

“Eva Smith öldü artık. Ona daha fazla zarar veremezsiniz. Özür bile dileyemezsiniz. Ama şunu unutmayın. Hâlâ bizimle birlikte yaşayan; hayatları, umutları, korkuları, acıları ve mutlu olma şansları bizim hayatlarımızla, düşüncelerimizle, söylediklerimizle ve yaptıklarımızla iç içe olan milyonlarca Eva Smith ve John Smith var. Dünya üzerinde yalnız yaşamıyoruz. Bütün insanlığın sorumluluğu hepimizde. İnsanoğlu bu dersten sınıfta kalırsa gün gelecek dersini etrafı, ateşle, kanla ve ızdırapla çevrili şekilde öğrenmek zorunda kalacak.”

Yazının başında katilin kim olduğunu sormuştuk. Bunun birden çok cevabı var. Eğer mevcut hukuk sistemine göre soruyorsak hiç kimse katil değil. Hiçbiri eline bir silah alıp Eva Smith’i öldürmedi çünkü. Ama vicdanımıza sorarsak salonda bulunan herkes belli oranda Eva Smith’in katili. Biri çalışırken hakkı olan ücreti vermeyerek, biri kıskanıp nüfuzunu kullanarak işten attırarak öldürdü onu.

Karşılaştığımız her insanın hayatında bir etki bırakıyoruz, bazen bilinçli şekilde bazen farkında bile olmadan. Olumlu olanlardan haberimiz oluyor belki ama olumsuz olanlardan ya bilerek kaçıyoruz ya da haberimiz dahi olmuyor. Bazen hukuk, yaptığımız kötü etkiye suç adı koymadığı için sıyrıldığımızı zannediyoruz ama gerçekten sıyrılıyor muyuz?

Film bundan yüz yıl öncesinde geçen kurmaca bir hikâyeyi anlatsa da yaşananların her biri binlerce yıl önce de binlerce yıl sonra da yaşanmaya devam edecek türde olaylar. İnsan, güçle, parayla, makamla, kıskançlıkla imtihan edilmeye her an devam ediyor. Teknoloji değişiyor, hukuk kuralları değişiyor, sosyal kurallar değişiyor, yer ve zaman değişiyor ama bu gerçek hiçbir toplumda hiçbir zaman değişmiyor.

Filmde vicdanı temsil ettiğini düşündüğüm Müfettiş Goole, sadece başımız kanunlarla derde girdiğinde, topluma afişe olma korkusu duyduğumuzda değil de en azından günde bir sorgulasa bizi, acaba tek bir yanlış yapabilir miyiz? Bir gün kılı kırk yaran mutlak adaletin yerini bulacağına gerçekten inanıyor olsak kimsenin tek bir hakkına girebilir miyiz? Jenerik akarken insan bu soruları kendine sormadan edemiyor.

Film âdeta Hz. Ömer’e atfedilen şu sözün bir buçuk saatlik anlatımı gibi: “Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin.”

Yazan: Ali Burak Cesur