Minimalizm mi Maksimalizm mi?
Konu: Hükûmet, minimalizmin sunduğu tasarruf fikrini savunmakta, minimalizmi etkili bulmaktadır.
Her insanın durup “Bu çantamı en son beş yıl önce kullandım.” yahut “Şu gömleğimi yıllardır giymiyorum.” aydınlanması yaşadığı bir an vardır. İşte bu an, bazıları için minimalizme açılan kapıdır. Bazıları için ikinci el eşyalar satmaya yarayan çevrimiçi mağazalardan birinde yeni bir hesap demektir. Bazıları içinse “Ee n’olmuş yani?” anıdır, kaldıkları yerden devam ederler. İşte bu yazıda minimalizmin hayatımızda anlamlı bir yeri olup olmadığını ve etki kapasitesini tartışacağız. Kökeni Uzak Doğu felsefesine dayanan minimalizm, 1960’larda ortaya çıkar. Özetle savunduğu şey: Az tüketim, çok huzurdur. Ancak b ence şöyle anlatmak da pekâlâ mümkün: “Seri sonu, sezon ortası, patron çıldırdı indiriminden alıp dolaplara tıkıştırdığın yeter. Biraz boşalt da içeriye oksijen girsin.” Minimalizm bu yanıyla bir anlamda dolapların isyanıdır da diyebiliriz.
Artık hepimiz biliyoruz ki kapitalist sistem bize daima bir şeyler satmak istiyor. Ne kadar çok satarsa “kasa” o kadar çok kazanıyor. Bu durumda da daha ucuza satabiliyor. Ve bir ürün ne kadar ucuzsa biz de o kadar kolayca alıveriyoruz. “Hımm, beş tane var bundan. Ama bu rengi yoktu. Turkuaz ayakkabıyla iyi gidebilecek bir pantolonum muhakkak vardır. Yoksa onu da alıveririm ne olacak.” Minimalizme göre; bu kısır döngü içinde dolaplarımızda yer bulmaya çalıştığımız onca eşya, sonunda bir yük halini alıyor. Oysa ihtiyacımız olan, mevcut miktarın çok çok daha azı aslında. Minimalizm daha az satın al, sadece sürekli kullandığın kıyafetlerini dolabında tut, diyor. Felsefesi satın almakla da sınırlı değil, bu akımın zihinsel süreçleri de belirleyen geniş bir etki alanı var. Mesela daha az sorumluluk almak, daha az insanla iletişimde olmak da önerdikleri arasında. Hatta daha az kelime kullanmayı, daha az gıdayla beslenmeyi de savunuyor. Şimdilerde dijital minimalizm de gündemde. Bu da daha az uygulama, sınırlı sosyal medya kullanımı hatta daha az “like” demek. Gündelik yaşantımızdan yola çıktık ancak sanatta da minimalizmin önemli bir yeri var. Buradaki anlamı da az imge ile çok şey anlatmak. Mimariyle başlayan akım; minimal dekorasyon, minimal sinema, minimal müzik şeklinde farklı alanlarda kendisine yer buldu. Minimalist müzikte; parçalar bir ya da iki enstrümanla icra ediliyor ve bir çoğu sözsüz. Benzer şekilde minimalist yönetmenler de az aksiyon, az diyalog, hareketsiz kamerayla eserler üretiyor. Nuri Bilge Ceylan dediğimde ne demek istediğim kafanızda hemen fotoğraf kareleri şeklinde belirecek.
Peki, gelin şunu bir tartışalım: “Her zaman daha azı yeter.” diyen minimalizm, kapitalizme karşı etkili bir argümana sahip mi yoksa sadece kapitalizmin yeni bir sürümü mü?
Hükûmet
Zaman zaman minimalizmin hafife alındığını, alay konusu edildiğini görmüşsünüzdür. Yahut kurulu düzene laf etme, etki etme konusunda zayıf bulunduğunu duymuş olabilirsiniz. Ancak tüm sistem tüketmek, satın almak üzerine inşa edilmişken buna hayır diyebilmek, sade bir yaşamı tercih etmek kolay değil. Ve pek tabii bu yönüyle takdiri hak ediyor.
Minimalizmin savunduğu fazlalıklardan arınma fikriyle; kendine dönmek, daha çok üretmeye odaklanmak mümkün. Apple’ın kurucusu Steve Jobs, gündelik hayatında minimalizmi benimsemiş ünlü isimlerden biriydi. Söylenenlere göre evinde sadece bir Einstein portresi, bir adet lamba, sandalye ve bir yatak vardı. Einstein portresi de rastgele seçilmiş değil, Jobs’ın örnek aldığı efsane fizikçi Albert Einstein da sade bir hayat sürmüştü.
Benzer şekilde Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg de giyim konusunda sadelikten yana. Kıyafet seçmek gibi konularla aklı meşgul etmenin yaratıcılığı engellediğini düşünüyor. Bunun için hep aynı tarzda kot pantolon ve tişörtler giyiyor. Başarılı insanların minimalizmi seçmiş olması bir tesadüf olmasa gerek. Ve insanlara fayda sağlayan ürünler, hizmetler üreten bu insanların daha fazlası yerine daha azı vurgusu da ayrıca takdire şayan.
Muhalefet
Kapitalist sistem daha çok şey satmanın sihirli formülünü buldu: İnsanın anlam arayışına oynamak. Her insan hayatını ve varlığını anlamlandırma ihtiyacıyla doğar. Kendisini tanımlama, sosyal hayatın içinde bir yer edinebilme, içindeki boşluğu anlamlı bir hedefle doldurma ihtiyacı da diyebiliriz buna. Maslow “kendini gerçekleştirme” diye tanımlıyor, ihtiyaçlar hiyerarşisinin en üstüne yerleştiriyor. Markalara da bu ihtiyacı doyurmak için (!) insanları daha çok tüketmeye yönlendiriyor.
Peki minimalizm ne diyor buna karşılık olarak?
Hiç.
Sadece “Yeterince aldıysanız şimdi de onları atıyoruz.” demekle yetiniyor. Peki, “tüketmek” sanal bir kendini gerçekleştirme edimiyse onun yerini alan “azaltmak” ondan boşalan yeri doldurmuyor mu? Yani kendini oyalamanın yahut kandırmanın yeni bir yolu değil mi?
Satılacak bir metaya dönüşen her şey tüketimin bir parçası. Buna minimalizm belgeselleri, kitapları, youtube videoları, blogları da dâhil değil mi? Minimalizmden ve az tüketmenin kıymetinden bahseden bir kitabın çok satmakla övünmesine ne dersiniz? Ya da bu kitabın ön söz kısmında yazarın, minimalizm yazıları yazdığı bloğunun binlerce kişiye ulaşmasını gururla anlatmasına nasıl yaklaşırsınız?
Minimalizm söz konusu olduğunda örnek gösterilen Steve Jobs’a bir bakın, tüm hikâyeyi özetliyor onun durumu. Yıllarca aynı kıyafet kombinini giymiş biri, fakat ürettiği ürün birkaç yılda bir yeni sürümüyle tüm dünyada milyarlarca satıyor. Benzeri şey Zuckerberg için de geçerli. Aynı kot ve tişörtle bir ömür geçirmesi keşke onun kapitalist sistemin önemli parçalarından biri olduğu gerçeğini değiştirebilse.
Gülsüm Sezgin: Yazar
Yavuz Yiğit: Sayfa Editörü, Münazara Hitabet Derneği Başkanı