Mecnun'un Orucu

GÖKHAN ÖZCAN
Abone Ol

Geçen sene Ramazan ayında sevdiğim bir dostum iftara davet etti. Baklavamı alıp iftara yarım saat kala kapısını çaldım. Ailecek beni her zamanki güler yüzleriyle karşıladılar. İftar saatine kadar geçirmemiz gereken süreyi hoş beş ederek, sofrayı tamam ederek geçirdik. O akşam iftara davetli olan tek kişi bendim, ancak sofranın kurulduğu masanın yanı başında konumlandırılan birkaç küçük kaba başka hazırlıklar da yapılmıştı. İlgimi çekti, belli ki evin kedisi için de bir iftar sofrası kurulmuş, maması suyu hazır edilmişti.

Kedinin adı Mecnun'du, tekirdi. Önceki sene gelişimde kendisiyle müşerref olmuş hatta kendisiyle küçük oyunlar oynamış, çenesinin altının okşanmasından nasıl büyük bir mutluluk duyduğuna bizzat şahit olmuştum. Yemek yerken o da yakınlarında olsun diye olacak, onun yemeği de hemen iftar sofrasının yanına hazırlanmıştı.

Minik kedi sofrasını göstererek "Bakıyorum da…" diye takıldım dostuma, "Mecnun'un sofrasını da iftara hazır etmişsiniz."

"Öyle öyle…" dedi dostum, "İnanmayacaksın ama o da bizimle birlikte oruç tutuyor!"

"Ne diyorsun yahu, kedi ne bilsin orucu!" diyecek oldum.

"Biliyor vallahi, sahura da kalkıyor, iftara da geliyor, arada da bir şey yemiyor, içmiyor." dedi dostum. Tabii inanmamıştım, bu oltaya gelecek kadar sazan değildim.

"Şaka ediyorsun değil mi? İftar öncesi gardım düşük diye benimle kafa buluyorsun." dedim gülerek. "Yok vallahi!" dedi o da gülerek "Görürsün sen de birazdan gözlerinle!"

Tabii yine inanmadım. "Oruç tutan kedi, ne alaka?" diye geçirdim içimden. Kendimden emindim, benimle dalga geçiyorlardı.

İftara birkaç dakika kala Mecnun salonun kapısında göründü, ağır adımlarla gelip kendi küçük sofrasına doğru yaklaştı, en yakın noktaya geldiğinde arka ayaklarını kırarak oturdu.

"Hah... Mecnun şimdi mamasına gömülerek oyunu bozacak." diye geçirdim içimden. Ama yapmadı bunu. Oturdu ve başını pencereye doğru çevirerek beklemeye başladı.

Gerçekten yemek için ezanı mı bekliyordu?

Dostum şaşkın bakışlarımı fark edince, "Başta biz de senin gibi hayretle yaklaştık hadiseye. Ama bu ikinci Ramazan, alıştık artık, Mecnun bizimle oruç tutuyor." dedi. Benim için böyle bir şeye inanmak hâlâ çok güçtü. Ama ezan okunmaya başlayınca bir kedinin oruç tutmasının saçmalığıyla ilgili bütün argümanlarım çöktü. Mecnun, ezanı duyar duymaz önce diliyle birkaç damla su içti, ardından büyük bir iştahla mamayı midesine indirmeye başladı.

Ne diyeceğimi bilemedim, o şaşkınlıkla "Ama dua etmedi…" filan diye bir şeyler geveledim.

"Ediyor muhtemelen." dedi dostum, "Fakat kendi bildiği şekilde!"

Bu olağanüstü hadise onlar için Ramazan ayının sıradan bir olayı hâline gelmişti. Alacakaranlık kuşağında falan mıydım? Hiç öyle görünmüyordu, ortadaydı her şey. İftar soframızın yanı başında Mecnun büyük bir zevkle mırıldanarak kendi iftarını gerçekleştiriyordu.

Yemeğin ardından çaylarımızı içtik, tatlılarımızı yedik ve ben vakitlice ev sahiplerime veda ederek evime döndüm. Şaşkınlığım geçmemiş, aksine daha da artmıştı. Sahura kadar biraz kestiririm diye düşünmüştüm ama bu hâlde beni uyku tutmayacağı çok belliydi.

Kalkıp bilgisayarın başına oturdum. Arama motoruna "oruç tutan kedi" ibaresini yazdım. Çıkan tarama sonuçları şaşkınlığımı daha da artırdı. Kedilerinin oruç tuttuğundan söz eden birkaç kişi daha vardı orada.

Artık söyleyecek bir şeyim kalmamıştı, Mecnun'un orucunu kabullendim ve aslında bunun ne kadar etkileyici bir şey olduğunu da zihnimin bir köşesine yazdım.

Şunu da itiraf edeyim; sahur için bir şeyler hazırlarken, uyanıp mama kabının başında sahuru bekleyen Mecnun'un hayali gözümün önünden hiç gitmedi.