Masal şehri Marakeş!
Bu ayki metnimizde de tek bir evraka bile gerek duymadan gideceğiniz şehirlerden devam! Bu kez destinasyonumuz, Afrika’nın kuzeyindeki mağrip ülkelerinden Fas. Fas Krallığı Afrika’da bulunmasına rağmen, Akdeniz’de son bulan kocaman bir sahil şeridine sahip. Ee, daha ne olsun?
Batı dillerinde Morocco, Arapça’da El-Mağrip denilen ülkeye, bir tek biz Fas diyoruz. Bunun nedeni aklımı çeliyor. Ülkenin en önemli şehirlerinden Fez’den dolayı bizde Fas deniyormuş. Bu konuda başka rivayetler de var. Sen de gitmeden küçük bir araştırma yapabilirsin.
İstanbul’dan Marakeş’e ve Kazablanka’ya uçuş var. Ben Kazablanka üzerinden gitmeyi tercih ediyorum. Bir şehir fazladan görme şansını hiçbir zaman kaçırmam. Yaklaşık 5 saat süren uçak yolculuğunun ardından “beyaz şehir” Kazablanka’ya varıyorum Ülkenin en büyük şehri Kazablanka aynı zamanda Atlas Okyanusu’na kıyısı olan bir liman şehri. Daha önce 1924 yapımı Hollywood filmi Casablanca ile duymuştum bu şehri. Filmi izledikten sonra adını unutamayacağım şehirler listesine kazınmıştı.
Kazablanka’ya ilk girdiğimde şehrin keşmekeşi beni şaşırtıyor. Her yerden; insan, trafik, gürültü fışkırıyor sanki. Biraz sakinlemek için dünyanın en büyük ikinci camisi olan II. Hassan Camii’nde soluğu alıyorum. Atlas’a kıyısı olan caminin bahçesinin etrafında çocuklar okyanusa atlıyor, kadınlar avlusunda oturuyor. Dört köşe olan minaresi dünyanın en uzun minaresi sayılıyormuş. Yanına gidip fotoğraf çekinmek bile ihtişamını hissetmeye yetiyor.
Kazablanka’da çok durmadan Marakeş’e geçiyorum. Marakeş’e şehirler arası tren hattını kullanarak geçmek istiyorum. Trende birinci ve ikinci sınıf bilet satılıyor. Yerel kültüre karışmak, insanlarla tanışmak, eh biraz da ekonomimi düşünerek herkesin tercih ettiği ikinci kategori bileti alıyorum ve yolculuk başlıyor. Kompartıman insan dolu. Kimi gazete okuyor, kimi sohbet ediyor. Ara ara gözlerini kaçırıp bana bakıyorlar. Çekingen bir iki bakıştan sonra tanışıp kaynaşıyoruz. Faslılar oldukça sıcak insanlar. Hele Türk olduğumu öğrenince büyük bir coşkuyla dizilerimizden konuşmaya geçiyoruz. Şehirde küçük bir otobüste giderken Kurtlar Vadisi müziğiyle çalan telefon duyarsanız şaşırmayın.
Marakeş “kırmızı şehir”. Şehre tepeden bakarsanız yoğunlukla kırmızı rengini ayırt edebilirsiniz. Tabii tepeden bakmadan da bunu anlayabilirsiniz. Marakeş’e girdiğimde kalacağım oteli aramak, Marakeş’in labirente benzeyen sokaklarından dolayı epey zahmetli oluyor. Eski Şehir bölgesinde bulunan Riyad’da kalacağım. Riyadlar egzotik Fas mimarisine sahip evler. Tepesi gökyüzüne açılan avluları, portakal ağaçları, ortasında süs havuzları var. Odaları otantik objelerle düzenleniyor. Eğer böyle bir yere geldiysen şehrin ruhunu hissetmek için Riyadlarda kalmak en iyi seçenek olacaktır. Burada çekeceğiniz fotoğrafların çook beğeni alacağını da garanti ederim!
Güç bela Riyad’ı bulup eşyalarımı yerleştirdikten sonra kendimi dışarı atıyorum. Marakeş ülkenin orta kısmında bulunuyor ve okyanusa kıyısı yok. Atlas Okyanusu’na kıyısı yok ama karlarla kaplı Atlas Dağları’nın eteğinde. Aynı zamanda ülkenin ilk başkenti. Fas eskiden Marakeş Krallığı olarak da anılırmış. Şehir, ülkenin tamamı için bu kadar önemli. Ve bugün de turistlerin pek çoğu Marakeş’i görmek için ülkeye geliyor.
Dar sokaklar, renkli kapılardan kurtulup kendimi şehrin kalbi Cema-ül Fenâ Meydanı'na atıyorum. Yılan, maymun oynatıcıları, kına yakan kadınlar, falcılar, salyangoz satan tezgahlar, sokak şarkıcıları, portakal suyu satıcıları bir arada. Meydanın kendine has bir ritmi ve ahengi var. Buna kendimi kaptırıp saatlerce etrafa bakıyorum. Hiçbir şey yapmadan sadece izleyerek bile burada saatlerini harcaman mümkün. Marakeş beni sanki bin bir gece masallarına dalmışım gibi daha ilk dakikadan büyülüyor.
Meydanın hemen kenarında Kutubiya Camii ve Minaresi var. Fas’taki diğer camiler gibi dört köşe minaresi şehrin her yerinden görülüyor. Meydanı ve minareyi içine alan fotoğraflar çektikten sonra Samarin Çarşısı’na birkaç adım uzaklıktaki Ali bin Yusuf Medresesi’ne doğru yola çıkıyorum. Medresenin ahşap süslemeleri, avlusundaki bronzdan yapılmış iki süs havuzu beni mest ediyor.
Şehri karış karış gezmek yorucu, biraz dinlenip soluklanmak istiyorum. Faslıların naneli çayı imdadıma yetişiyor. Sıcak havalarda içini serinletecek nanesiyle, şekerli çayları çok lezzetli. Çaylarını minik cam bardaklara doldururken yaptıkları seremoniyi izlemek de keyif veriyor.
Naneli çayımı içtikten sonra tekrar şehri adımlamaya geçiyorum. Daha akşam bile olmadan attığım adımlar telefonumu da şaşırtmış olmalı, ha bire bildirim geliyor. İstikamet Majorelle Bahçeleri. Sosyal medyada mavinin can alıcı tonuyla çekilen fotoğraflarına mutlaka denk gelmişsindir. Şehrin bütün kaosunu bir kenara bırakan, yalnızca su sesleriyle dolup taşan bu bahçeler; Babil’in Asma Bahçelerini andırıyor. Buranın mimarı Fransız ressam Jacques Majorelle. Bahçe, adını da buradan alıyor. Majorelle öldükten sonra burası ünlü modacı Yves Saint Lauren tarafından satın alınıyor. Bahçesindeki gölette nilüferleri arkama alıp fotoğraf çekiliyorum. Bir kez daha şehrin renklerine hayran kalıyorum.
Akşam olurken Cema-ül Fenâ Meydanı’na geri dönüyorum. Arkadaşlarımın tavsiyesine uyup meydanda sokak yemeği yiyeceğim. Şiş kebaplar, salyangozlar, ünlü Fas kurabiyeleri, kuskus, tajin, zaalouk, bastilla ve diğer bütün yöresel lezzetleri burada bulmak mümkün. Bir yandan satıcılarla sohbet ederken bir yandan önüme gelen şişlerin tadına bakıyorum. Bütün şehir büyük bir sofrada gibiyiz; gülüyoruz, birbirimize bir şeyler anlatıyoruz, şehrin renklerine karışıyoruz...
Marakeş’ten dönmek güzel bir rüyadan uyanmak gibi. Hem hiç bitmesin isteyeceksin hem de herkese bir an önce anlatmak...
Nilüfer Taktak: Yazar-Editör