Lübnan'da aslında neler oluyor?
İsrail, Lübnan'daki Filistinli mülteci kamplarını hedef alarak saldırılarını yoğunlaştırıyor; Nakba'nın genişletilmesi, korkuları büyütüyor. İsrail, Beyrut'u bombalamak için akşam karanlığını bekliyor.
Patlamaların yarattığı şok dalgaları, insansız hava araçlarının vızıltısı ve savaş uçaklarının gürültüsü, Filistinli mülteciler de dahil olmak üzere halkı dehşete düşürüyor. Saldırıların çoğu, başkentin güney banliyösü Dahiye'de yoğunlaşarak, bir zamanlar hareketli olan bölgeyi enkaza çevirdi ve çok sayıda sivili katletti. Yakın bölgelerdeki binlerce insan, İsrail saldırılarından korktuğu için kentin dört bir yanına dağılmış sığınma merkezlerine kaçıyor.
Mecdi, Şatilla'yı terk etmiyor
Sadece bir kilometrekareye sıkışmış yaklaşık 20 bin kişinin yaşadığı Filistin mülteci kampı Şatilla, bir istisna değil. Lübnan'da genelde kalabalık olan sokaklar, İsrail saldırılarından kaçanlar (çoğu kadın ve çocuk) nedeniyle neredeyse bomboş. Suriyeli bir kadınla evli olan 52 yaşındaki Filistinli Mecdi Adam, “Kızım ve eşim, evde bu kadar büyük bir korku altında yaşamaya devam edemeyecekleri için Suriye'ye gitmeye karar verdi,” diyor ve ekliyor: “Ben gitmedim. Çünkü savaşlarla yaşamaya alışkınım. Kendimi Şatilla'ya bağlı hissediyorum ve burayı terk etmekten, burada İsrailliler tarafından öldürülmekten daha çok korkuyorum.” Mecdi'nin kararlılığına karşın pek çok insan buradan ayrıldı. Çünkü Dahiye'nin başına gelenlerin Şatilla'da da yaşanacağından korkuyorlar.
İsrail'in Lübnan'a yönelik saldırılarını artırması, insani krizi de tetikliyor. İsrail, Beyrut'un güneyindeki banliyölerin yanı sıra, şehir ve köyleri de harabeye çevirerek binlerce insanın ölümüne ve bir milyondan fazla kişinin yerinden edilmesine neden oldu. Saldırılar, çoğunlukla ülke genelindeki 12 kampta yaşayan Filistinli mültecilerin canını yakıyor. Bu kamplar, 1948'de İsrail'in kuruluşu sırasında etnik olarak anavatanlarından kovulan yüz binlerce Filistinliyi barındırmak için inşa edildi.
İsrail, yakın zaman önce kuzeydeki Trablus kentinde bulunan Beddawi Kampı'nı, güneydeki Sidon kentinde bulunan Ein el-Hilweh Kampı'nı ve Sur kentindeki el-Buss Kampı'nı doğrudan bombaladı. Beddawi'ye düzenlenen saldırıda yerel bir Hamas komutanı öldürülürken, Ein el-Hilweh'e düzenlenen saldırıda hedeflenen suikast gerçekleştirilemedi. El Aksa Şehitleri Tugayı'nın Filistinli generali Munir El Makdah saldırıdan kurtuldu. Ancak İsrail, oğlunu ve diğer dört kişiyi öldürdü. El-Buss'a düzenlediği saldırıda bir Hamas komutanını daha öldüren İsrail, daha sonra Beyrut'un merkezindeki hareketli bir ulaşım merkezi olan Kola'ya ayrı bir operasyon daha düzenledi. Bu saldırıda, Marksist bir silahlı grup olan Filistin Kurtuluş Cephesi'nden üç savaşçı öldürüldü.
Beyrut'taki Mar Elias Kampı'ndan, önde gelen bir siyasi gruba bağlı olan, ancak savaş stratejisi gereği adının açıklanmasını istemeyen saygın bir Filistinli, mülteci kamplarının İsrail'in hedefi hâline geldiğini söylüyor ve Lübnan'daki kampların Nakba felaketinin canlı tanıkları olduğunu belirtiyor.
Fatima Ahmed'in battaniye seferberliği
Lübnan'da savaşın getirdiği yıkım giderek genişlese de pek çok kişi, saldırılardan etkilenen insanlara yardım etmek için iş birliği yapıyor. Şatilla'da küçük bir dikiş dükkânı işleten 48 yaşındaki Fatima Ahmed, Filistinli arkadaşlarını arayarak çoğu köprü altlarında, sokaklarda ya da barınaklarda yatan, yurtlarından edilmiş insanlar için battaniye yardımı yapmaları için onları ikna etmeye çalışıyor. Dükkânında açıklama yapan Fatima Hanım, “Kampta bombalama seslerinden dolayı hepimiz stres altındaydık. Olanları unutmak için bir araya gelmeye ve çalışmaya karar verdik. Birkaç gün öncesine göre daha iyi durumda olduğumuzu hissediyorum,” diyor.
İsrail saldırılarının acımasızlığına rağmen cesur ve onurlu duruşunu koruyan Fatima Ahmed, kadınlardan oluşan ekibinin sadece bir haftada 3 bin battaniye dağıttığını ifade ediyor. Gönüllü yerel gruplardan temin ettikleri battaniyeleri, Beyrut'ta savaş nedeniyle yerinden edilmiş insanlara ve ülkenin güneyindeki ihtiyaç sahiplerine ulaştırıyorlar. Ahmed, herhangi bir kâr amacı gütmüyor. Sadece yardım kuruluşlarından ihtiyaç duydukları malzemelerin karşılanmasını istiyor. O ve ekip arkadaşları, kimi zaman sokaklarda uyuyan insanlara battaniyeleri bizzat ulaştırıyor. Kendisine neden kampta kaldığı sorulduğunda, “Burada da ölebilirim ama başka bir yere sığınırsak İsrailliler bizi yine öldürebilir,” diyor.
Filistin'e geri dönüş hakkı var mı?
Birleşmiş Milletler'in 194 sayılı kararına göre Filistinlilerin anavatanlarına dönme ve kaybettikleri evleri için tazminat alma hakları var. Öte yandan İsrail, uzun zamandır Birleşmiş Milletler'i Gazze, Batı Şeria, Suriye ve Lübnan'daki altı milyon Filistinli mültecinin hayati ihtiyaçlarını karşılayarak onların bu hakklarını korumaya çalışmakla suçluyor. Ayrıca İsrail, Birleşmiş Milletler'in Filistinlilere yardım eden ajansı UNRWA'ya Hamas'ın sızdırıldığını iddia ederek bu kuruluşu zayıflatmaya çalışıyor. Bununla da yetinmeyen İsrail, UNRWA'yı destekleyen Batılı bağışçılara fonlarını askıya almaları için baskı yapıyor.
Mar Elias Kampı'ndan adını açıklanmasını istemeyen bir Filistinli, İsrail'in Filistinlileri daha fazla yerinden etmek için Lübnan'daki mülteci kamplarını da hedef aldığını söylüyor. “Filistinlilerden anayurtlarına geri dönme haklarından vazgeçmeleri ya da etnik kimliklerini ve geçmişlerini unutmaları isteniyor,” diyen Filistinli sözcü, “Filistin mülteci kamplarının varlığı bile Siyonistleri rahatsız ediyor,” şeklinde sözlerini sonlandırıyor.
- Lübnan'da sonu gelmeyen ayrımcılık
- Batı, Lübnan’ı kökleri birkaç asır önceye dayanan son derece vahşi bir sömürgeci anlayışla yeniden kurgulamak ve yönetmek istiyor. İsrail’e karşı ülkesini savunamaktan aciz bir ordu; Washington-Riyad ekseninden gelen talimatlara bağlı Hristiyan bir cumhurbaşkanı, onunla uyumlu bir göstermelik bir başbakan ve olan bitene zorluk çıkarmaya niyeti olmayan Şii bir meclis başkanı. İşte bu Lübnan, ülkesinden sürülen Filistinli mültecilere kucak açıyor gibi görünse de onlara yönelik ayrımcılık, geçmişten bu yana sistematik olarak sürdürülüyor. İlk bakışta fark edilmeyen, ancak meseleye biraz daha derinlikli bakıldığında fark edilerek insanı şaşkınlığa sürükleyen bu acı gerçek, siyonizmin acımasız saldırıları karşında Müslümanların gücünü bölüyor. Lübnan'daki Filistinliler, kamplar dışında yüksek ücretli 39 meslekte çalışmaları yasaklandığı ve miras yoluyla da olsa mülk sahibi olamadıkları için yasal ayrımcılıkla da karşı karşıya. Birleşmiş Milletler'e göre bu kısıtlamalar, Filistinlilerin yüzde 93'ünü yoksulluğa sürüklemiş durumda. Lübnan Hükümeti ise Filistinlilerin bu haklardan mahrum bırakılmasının Lübnan vatandaşlığına geçmelerini önlediğini ve böylece Filistin'e geri dönüş haklarının korunduğunu iddia ediyor. Lübnanlı gruplar, çoğunluğu Sünni Müslüman olan Filistinlilerin Lübnan vatandaşı olmaları hâlinde ülkenin hassas mezhep dengesinin bozulacağından endişe ediyor.
İlk ağızdan
Lübnan Kördüğümü- Taha Kılınç (Yazar)
“Bugün karşımızda duran Orta Doğu manzarasında, azınlık cemaatlerin ve çeşitli dinî grupların kendi beka kavgaları sürerken satranç tahtasında 'şah'ın yeri boş duruyor. Şah, yani her açıdan çoğunluğu oluşturan Sünni kitle. Halklarıyla, teşkilatlarıyla, dinî cemaat ve yapılanmalarıyla ve hatta hükûmetleriyle Sünnilerin gidişata etki etme konusundaki rolleri, sahadaki nüfuslarıyla hiç mütenasip değil. Tarihte Sünnilerin bu kadar dağınık, birbirinden kopuk, başsız ve lidersiz kaldığı dönemler çok nadirdir. Bölgemizin istikbalini her açıdan tehdit eden bu varoluşsal kriz, üzerinde sürekli düşünmeye değecek kadar mühim bir gündem maddesi.”