Karbeyaz’ın peşinde

YELİZ ALTUN
Abone Ol

Ali, balon satıcıları, cüceler ve sokak müzisyenlerinin arasında kendisini bir Trakya panayırında hissetti. Ah, bir de Karbeyaz’ı bulabilseydi...

Ali, 19 yaşındaydı. Ülkemizin büyük şehirlerinden birinde üniversite okuyordu. Kabuğunu kırıp kendini aşmak istiyordu. Ama ne yapmalıydı? İngilizce öğrenmeyi seviyordu. Bir de seyahat hayalleri kurmayı... Belki bir gün bir yazar bile olabilirdi. Zaten rüyalarında sık sık dünya turuna çıkıyordu. Bir akşam niyeti bozup iki yıldır biriktirdiği harçlıklarını hesapladı. Ardından internette ucuz uçak bileti buldu. Gitmek istediği yerlerin adını içinden tekrarladı: Dalaman, Köyceğiz Gölü, Dalyan, Ekincik… Buraları daha önce görmemişti belki ama fotoğraflardan ve videolardan güzelliğine hayran olmuştu. Ailesinden izin alıp biletlerini ayırttı, ertesi gün yola çıkacaktı. O gece çok mutlu uyudu.

Ertesi sabah Dalaman Havalimanı’na indiğinde hâlâ şaşkındı. Bölgeyi gezmek için sadece bir günü vardı. Tüm gün gezip gece uçağıyla geri dönecekti. Bölgeyle ilgili araştırma yapacak zaman bile bulamamıştı. Sırt çantasını yüklenip şehre ilk adımı attığında, deli bir yağmurla karşılaştı. Burası geldiği yerden çok daha serindi. Ya da ona öyle geldi.

Dalaman’ı ilk bakışta hiçbir yere benzetemedi. Sıradan bir taşra kenti gibiydi. Dolmuşa atlayıp soluğu Dalyan’da aldı. Biraz dinlenmek için sahildeki kır lokantalarından birine yöneldiğinde yanında iri bir gövde belirdi. Yaşlı adam aniden ortaya çıkınca hem korktu hem de sevindi. Bir an günlerdir kimseyi görmüyormuş gibi hissetti. Dağınık saçlarından ve kocaman ellerinden beklenmeyecek ölçüde masum bir yüzü vardı ihtiyarın. Uzun uzun Ali’nin yüzüne baktı. Yıllardır görüşmemiş iki dost gibiydiler. Yaşlı adam, paltosundan sevimli, beyaz bir kedi çıkardı. O an adam Ali’ye, şapkadan tavşan çıkaran eğlenceli bir sihirbaz gibi geldi. Kedinin narin bedeni paltonun derinliklerinde kaybolmuştu. Masum yüzlü ihtiyar kediyi Ali’ye uzatıp, “Ona biraz göz kulak ol! Hemen geliyorum,” dedi.

Karbeyaz’ın peşinden antik bir şehre vardı.

Ali’nin şaşkınlıktan “hayır” diyememiş, kediyi bir anda avuçlarında bulmuştu. Esrarengiz yaşlı adam bir çırpıda sırra kadem bastı. Ali de kediciğe isim koymakta gecikmedi: Karbeyaz. Ona sarılmak isterken Karbeyaz, çevik bir hareketle Ali’nin kollarından kurtulup kendisini ıslak caddeye bıraktı. Karbeyaz koştu, Ali de peşinden... Ne pahasına olursa olsun Karbeyaz’ı bulmalıydı. Çünkü o, bir emanetti.

Karbeyaz’ın peşi sıra, milyonlarca minik ayna gibi ışıldayan berrak bir nehrin kıyısına vardı. Derken tatlı bir bahar güneşi dağların arkasından yükselip, Ali’nin yüzünü ısıtmaya başladı. Ali, ufka doğru uzanıp giden dağların karaltısını izlerken kendisini çok mutlu hissetti.

Ama Karbeyaz hâlâ ortada yoktu. Caddenin hemen arkasına yayılan bahçelerden çiçek kokuları yükseliyordu. Sokaklarda ilerledikçe begonvillerin, şakayıkların, ekinezyaların, papatyaların ve mimozaların sonu gelmiyordu. Baharın tazeliğini sepetlerine dolduran seyyar satıcılar, turistleri çiçeklerle karşılıyor gibiydi. Ali, galiba burayı sevmeye başlamıştı.

Karbeyaz’ın peşinden antik bir şehre vardı. Burası, Kaunos olmalıydı. Ali, buraya gelmeden önce okuduklarından şehrin hamamlarının tarihte büyük bir şöhrete sahip olduğunu hatırladı. Büyük hamamın bitişiğindeki sokaklar ise bambaşka sırlara açılıyordu. Ali, tam da Karbeyaz’ı bulma ümidini kaybetmeye başlamışken köşe başında masum yüzlü ihtiyara rastladı. Paltosun gömülen Karbeyaz, sanki hiç koşmamış gibiydi. Ali, o an iyi bir yazar olup olamayacağını düşündü.