Japonya'nın Mutfağı Osaka
Önce Tokyo, ardından Kyoto derken Japonya’nın diğer şehirlerini de keşfetmeye devam ediyorum. Adada görülecek daha çok yer var: Nara, Kobe, Hiroşima, Osaka… Hangisine gideceğime aslında Shinkansen durakları karar veriyor. Ben en yakın şehirde inip keşfe devam ediyorum.
Kyoto’daki son günün ardından toplanıp yola koyuluyorum. Harita elimde, gözüm en yakın durakta. Geyikleriyle meşhur Nara, Kyoto’ya yakın şehirlerden biri. Buraya gelmeden önce Nara’nın fotoğraflarını görmüştüm. Şehrin orta ye rinde, yolda, sokaklarda geyiklerin gezdiği bu fantastik yere de uğramak istiyorum. Nara ’da bir süre turladıktan sonra Osaka’ya gideceğim. Plan belli, şimdi yola koyulma zamanı!
Nara bir zamanlar Japonya’nın başkenti olmuş tarihi bir şehir. Şehirdeki eserlerin birkaçı UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde. Ormanlarla ve dağlarla kaplı olan bu şehrin alametifarikası geyikler! Nara Tren İstasyonu’nda indikten sonra kendimi özgürce şehre bırakıyorum. Kyoto’dan bavulumla geldiğim için tren istasyonunda onu koyacak bir dolap buluyorum. Turistler için her şey düşünülmüş. Nara, Osaka ve Kyoto’ya bir saat uzaklıkta. Osaka yolculuğumda enfes bir durak oluyor bana.
Şehir merkezinde parkta yürümeye başlıyorum. Parkın ev sahipler i geyikler. Caddelerdeki uyarı levhalarının hemen hepsi geyiklerle ilgili. “Aman dikkat geyik çıkabilir!” uyarısı burada anlam kazanıyor. Ben de birkaçını gözüme kestirip fotoğraf çekmeye başlıyorum. Öyle alışıyoruz ki birbirimize, geyiklerle selfie dahi çekiliyorum. Gelmişken elinizle geyikleri besleyebilirsiniz. Bu da ilginç bir deneyim yaşatıyor insana.
Nara’da Japonya’nın en önemli Budist tapınağı Todaiji Tapınağı var. Burada dünyadaki en büyük bronz Buda heykelini de görüyorum. Tapınak yolunda ahşap bir girişten geçiliyor. Ayrıca bu tapınak dünyanın en büyük ahşap tapınakları arasındaymış. Burası UNESCO tarafından korumaya alınmış bir yer. Çıkışta Nara Ulusal Müzesine de uğruyorum. Japon kültürüne ait eserler ilgimi çekse de çok fazla vaktim yok.
Osaka’ya doğru yola koyulmam gerek. Nara’dan yola çıkıp Osaka’ya varmam metrobüsle Kadıköy’den Beylikdüzü’ne gitmekten daha kısa sürüyor. Buradaki hızlı trenlere her an şaşırıyorum. “Ne yani yeni bir şehre mi geldim ben şimdi?” şaşkınlığıyla Osaka’da iniyorum.
Osaka, şimdiye kadar gördüğüm Japon şehirlerinden farklı. Japonların düzeni biraz esnemiş gibi geliyor. Yolda izmaritler, metroda konuşan insanlar... E peki şimdi ne oldu?
Osaka tam anlamıyla başka bir şehir. Her an farklı, değişik demek istemiyorum ama farklılığı beni şaşırtıyor. Osakalılar için “Americans of Japan” deniyormuş. Çok güleryüzlü ve girişken insanlar. Özellikle Tokyo'daki insanlarla aramızda hissettiğim mesafe burada eriyor, yok oluyor. yok oluyor. Bölge ticaret bölgesi olduğu için de insanların daha farklı olduğunu söyleyenler var.
Osaka’ya iner inmez herkesin sıklıkla tavsiye ettiği Dotonbori Bölgesi’ne doğru istemsizce yürümeye başlıyorum. Karnım çok aç. Bir an önce bir şeyler yemem gerek ama Japonya’nın mutfağı olduğu iddia edilen Osaka şehrinde yemeği geçiştirmek istemiyorum.
Dotonbori Bölgesi çok canlı. Her yer neon tabelalarla dolu. Tokyo’dan alıştığım kalabalık ve kaotiklik burada da var. Restoranların panoları çok ilginç. Devasa yengeçler, ahtapotlar var. Kocaman dev reklam panolarından gözümü alamıyorum. Ağzım açık yürürken yine midem aklıma geliyor. İlk gördüğüm dükkana girip “Hey kardeş, nerede yenir?” demeye karar veriyorum. Onlar da beni bekliyor olacak hemen yol tarif etmeye kalkıyorlar. E tabii ben anlamıyorum. “Ne yemek istiyorsunuz?” sorusu geliyor önce. Hiç teklemeden “okonomiyaki” diyorum. Okonomiyaki içinde bir sürü sebze, deniz ürünü ya da daha farklı malzemeler olan omlet gibi bir şey. Böyle anlatınca lezzetli durmasa da inanın bana çooook lezzetli. Ben yol tarifini anlamayınca amca çıkıyor dükkandan “Gelin ben sizi götüreyim.” diyor. Aman amca dükkanı yağmalamasınlar, bunlar ne olacak demeye kalmadan birkaç sokak ötede okinomiyaki yapan bir yere bırakıyor beni. Sonra karşılıklı uzun uzun teşekkürlerle vedalaşıyoruz.
Getirdiği restoran minicik bir yer. Yalnızca okonomiyaki yapıyorlar. Ufacık olduğu için Japonya’nın her şehrinden alışık olduğumuz kuyruk burada da peşimizi bırakmıyor. Kuyrukta beklerken fark ediyorum ki restoran Michelin Rehberi’nde olan çok ünlü bir yermiş. İyice heyecanlanıyorum. Yaklaşık bir saat bekledikten sonra minik masaları ve tabureleri olan yere giriyorum. Okonomiyaki’leri şefler gözümüzün önünde yapıyor. Bizim ocakbaşıcılar gibi bir masa düzeni hâkim. Herkesin önünde kendi okonomiyaki’si pişiyor. Veee hayatımda yediğim en enfes şeylerden biri olmaya hak kazanıyor.
Karnım doyduktan sonra Dotonbori’ye dönüyorum. Burada Ebisubashi Köprüsü’nün orada Glico Running Man adında bir tabela var. 1935’ten beri burada olan tabela şehrin simgesi hâline gelmiş. Buranın önünde fotoğraf çekilmek isterken Türklere denk geliyoruz. Dünyanın bir ucunda birbirimizi bulmanın coşkusuyla karşılıklı fotoğraflarımızı çekiyoruz.
Burada Tokyo’dakine benzer alışveriş noktası olan Amerikamura Bölgesi var. Eğer hâlâ Japonya’dan alışveriş yapmadıysanız hakkınızı burada kullanabilirsiniz. Ben de uzun uzun sokaklarını turluyorum.
Osaka’da Universal Studios var. Daha önce hiç gitmediyseniz gelmişken ona da vakit ayırabilirsiniz. Benim vaktim yoktu o yüzden burayı pas geçiyorum.
Osaka’da otele yerleşip günün yorgunluğunu atıyorum. Ertesi gün erkenden uyanıp yine yollara koyulacağım. Sabah alıştığım Japon kahvaltısıyla güne başlıyorum.
Japonlar neredeyse her şeyi şekerli yiyorlar. Sabahları kahvaltıda tuzlu bir şey bulmak oldukça zor. Bu kadar şekerli beslenip nasıl bu kadar zayıf kalabiliyorlar şaşırıyorum.
Osaka Kalesi’ne doğru gideceğim. Osaka’nın en önemli simgelerinden biri burası. Kaleye metro ile gidiyorum. Metrodan inip kaleye doğru yürürken Japonya’da görmeye alıştığım renkli, desenli rögar kapaklarına rastlıyorum. Hepsi sanat eseri gibi. Durup fotoğrafladığım pek çok kapak oluyor.
Kaleye vardığımda önce biraz uzak mesafeden, sonra yakınından fotoğraflar çekiyorum. Her köşesini fotoğrafladıktan sonra sıra içine girmeye geliyor. Ancak kötü bir haber alıyorum. Tam da bugün kale kapalıymış. Bütün ülkeyi saran şiddetli tufandan dolayı kaleyi ziyarete kapamışlar. Üzülerek Osaka Kalesi’nden ayrılıyorum.
Osaka’ya veda etmeden önce Dotonbori Bölgesi’ne tekrar gidiyorum. Buradan ayrılmadan önce şehrin en önemli lezzetlerinden olan takoyaki’yi de denemem gerek. Takoyaki una ve bulamaça batırılmış ahtapot topları. Hamurun içinde ahtapot, zencefil turşusu, soğan gibi yiyecekler olabiliyor. Osaka’da sokaklarda, restoranlarda takoyaki bulmak mümkün. Ayaküstü bir yerde denk gelip hemen mideme indiriyorum. Japonya’da denediğim hemen hemen her şey çok lezzetli. Yemeklerinin sırrı özenlerinden geliyor. Yaptıkları her işi en güzelini yapmak için yapıyorlar.
Osaka Japonya’nın bir başka yüzünü gösteriyor bana. Nasıl oluyor da ülkenin her şehri şaşırtmayı başarıyor bilmiyorum ama Osaka’yı da çok seviyorum.
Nilüfer Taktak / Yazar-Editör