Houston, bir sorunumuz var!

ŞEVVAL BAŞTAN
Abone Ol

Bilim kurgu filmleri hiç şüphesiz bilim ve film severlerin favori film kategorisini oluşturuyor. Sadece onlar değil bilim insanları da bilim kurgu filmlerinin sıkı takipçileri. Bu tür filmlerde salt bilimsellik aramak sinemanın doğasına aykırı olsa da her yaştan seyircinin merakını güdüleyip üretkenliği teşvik etmesi bakımından büyük öneme sahipler. Genelde bu yönü üzerinde pek durulmamasına rağmen bilim, yoğun bir üretkenlik gerektiriyor. Konuya dair Albert Einstein, “Hayal gücü bilgiden daha önemlidir. Çünkü bilgi sınırlıyken, hayal gücü tüm dünyayı kapsar.” sözüyle bilgi üretmede esnek düşüncenin önemine vurgu yapmaktadır.

Le Voyage Dans La Lune.

Bilim insanları bilimsel metodolojiyi uygularken her an kendi dar kalıpları arasında sıkışma riskiyle karşı karşıya. Yeni sorular sormak ve bu yönde önemli hipotezler ortaya koymaksa hayal gücü gibi geniş bir düşünme kabiliyeti gerektirir. Bilimi daha geniş kitlelere taşımakta ise bilim kurgu filmleri estetik bir görev üstleniyor.

Sinema tarihinin ilk bilim kurgu filmi sayılan 1902 yapımı “Le Voyage Dans La Lune” yani “Ay’a Yolculuk” filmi insanoğlunun Ay’a gitme hayallerinin neredeyse bir asır öncesinden var olduğunu gösteriyor. Seyirciye görüntüleriyle masalsı bir dünya sunarken bilim kurguyu ciddiye alarak insanlığın uzay çalışmalarına ilham veriyor.

Ne yazık ki insanlığın bugüne geliş seyrinde önemli yere sahip bilim tarihi, içerisinde her zaman sanatı ve güzelliği bulunduran uğraşlardan ilham almamıştır. Soğuk savaş döneminde Amerika ile Sovyetler’in amansız rekabeti, uzay çalışmalarına hız kazandıran en önemli unsur olarak karşımıza çıkıyor.

Wright kardeşlerin ilk uçağı yaparak elde ettikleri başarı, havacılıkta olağanüstü gelişmelerin fitilini ateşledi. Hızlı gelişen teknoloji ile birlikte insanlık için Ay görevleri artık bir hayal olmanın çok ötesindeydi. İki kutuplu dünyada hâkim konumuna geçmek isteyen devletlerin tek bir hedefi vardı: Ay’a ulaşmak. Çünkü artık biliyorlardır ki uzayı kontrol eden, dünyayı da kontrol edebilir.

Amerika 1958 yılında NASA’yı kurarak uzaya insan göndermek için Merkür programını resmen başlatır. Aradan üç yıl geçip fırlatmaya tam bir ay kala, 1961 yılının 12 Nisan günü Sovyetler Birliği'nden beklenmedik bir haber gelir: Rus kozmonot Yuri Gagarin uzaya gönderilen ve Dünya yörüngesinde dolanan ilk insan olma unvanını kazanmıştır. Bu haber NASA’da şok etkisi yaratır ama artık yapacak bir şey yoktur. Çalışmalarına devam ederler ve Alan Shepard uzaya giden ikinci kişi olur.

Merkür programı ardından geliştirilen Gemini ve Apollo programları astronotları Ay görevine hazır hale getirmiştir. Apollo programı dahilinde 20 Temmuz 1969 günü daha büyük bir ilk gerçekleşir: NASA astronotu Neil Armstrong Ay yüzeyine ayak basan ilk insan olmuştur.

Görev sırasında başına geleceklerden habersizce kapkaranlık bir bilinmezliğe doğru yol alan Apollo aracı, dev Saturn V roketinin en tepesinde bulunuyordu. Roketin komuta bölümünde mürettebat; Neil Armstrong, Buzz Aldrin ve Michael Collins otururken aracın iki önemli parçası daha vardı; servis modülü Columbia (CSM) ve Ay’a iniş modülü Eagle.

  • Ay’a doğru süratle yol alan Columbia yörüngeye girince Eagle bilgisayarı iniş hazırlığında uyarı vermeye başlar. “1202” kodlu bu uyarı, işlemsel hafızanın dolduğunu ve daha fazla işlem yapılamayacağı anlamına geliyordu.

Apollo Guidance Computer.

Sebebi, inişe yardım eden radardan gelen sinyallerdi. Bunlar bilgisayarın işlemsel hafızasına müdahale ederek normalde yapılması gereken işlemleri engelliyordu. Normal şartlarda hafızanın %85’inin dolu olması gerekirken radardan gelen beklenmedik veriler hafızanın %13’lük bir kısmı daha doldurarak her yeri kaplamıştı. Hafızada kalan %2’lik alanın ise iniş işlemlerine yetip yetemeyeceği belli değildi.

Astronotlarda panik yaratan 1202 kodlu alarm üzerine hemen NASA mühendisleriyle iletişime geçilir. Acil durumu çözen, daha önceki görevler için hazırlanmış “öncelik belirleme yazılımı” olur. Yazılım sayesinde bu tür hafıza uyarıları dahil olmak üzere tüm ikincil görevler iptal edilebiliyor ve kritik görevler için alan açılıyordu. Böylelikle yükseklik hesabı ve konumlandırmayı doğru yapan bilgisayar inişi sorunsuzca gerçekleştirebildi.

Fakat daha önce hiçbir insanın ayak basmadığı, Dünya’dakinden tamamen farklı koşullardaki bir gök cismine yaklaşırken teknik aksaklıkların bu kadarla sınırlı olması imkânsız. Arkanızda ne kadar büyük bir ekip de olsa, uzun yıllar geliştirilen testlerden başarıyla da geçseniz ihtimaller evreninde ufak bir hata bile hayatınıza mal olabilir. Bu yüzden Apollo 11 görevinde Ay, küçücük bir hata yüzünden Armstrong ve Aldrin’e neredeyse mezar oluyordu.

Keşifle geçen bir günün ardından Armstrong ve Aldrin Ay modülüne geri tırmanırken sırtlarındaki yaşam destek çantası, Eagle motorunu harekete geçiren anahtara takılıp onu kırar. Sadece birkaç saat daha yetecek oksijeni kalmış iki astronotun ana gemiye geçebilmek için yükselme motorunun mutlaka çalışması, kırık anahtarın tamir edilmesi gerekiyordur. Durumu bildirdikleri NASA uzmanları bunu çözmek için çareler ararken Aldrin ve Armstrong kırılan anahtar deliğine uygun bir cisim yerleştirerek motoru çalıştırabileceklerini fark ettiler. Ama metal bir cisim yerleştirirlerse elektrikli anahtar deliği modüle bir kısa devre yaptıracak ve durum, içinden daha da çıkılmaz bir hale girecekti.

Endişeli bekleyiş sürerken Aldrin, uçuş giysisinin cebinden keçeli kalemini çıkararak plastik ucu anahtar deliğine yerleştirdi. Bu pratik çözümü işe yaradı ve makineyi tekrar çalıştırmayı başardı. Böylece Ay yörüngesindeki komuta modülünde kendilerini bekleyen Collins’e ulaşabildiler.

Astronotların Dünya’ya geri dönmesini sağlayan kalem

Kırık anahtarın yerini alarak Apollo 11 astronotlarının Dünya’ya geri dönmesini sağlayan kalem, bugün Seattle'daki The Museum of Flight'ta sergileniyor.

Bununla birlikte Apollo 11 astronotları ile Houston yer kontrol ekibinin tarihi konuşmalarını eş zamanlı video ve ses kayıtlardan baştan sona takip edebileceğimiz harika bir site mevcut: apolloinrealtime.org (Bahsettiğimiz “1202 hatası” ise kayıtlarından 102. Saat, 38 dakika ve 33. saniyeden itibaren yaşanmakta.)

Astronotların hayatını kurtaranın görünürde sadece bir kalem olması uzay tarihi için oldukça manidar. Öyle ki Amerikalıların milyonlarca dolar harcayarak uzayda kullanılabilecek bir tükenmez kalem geliştirmeye çalışırken Rusların kurşun kalem kullanmayı akıl ettiği fıkrayı pek çok kişi duymuştur. Aslında NASA da ilk uzay görevleri için kurşun kalem kullanmıştı. Fakat kalem tozlarının hem kapsül içindeki cihazlara zarar verme tehlikesi hem de kalem içinde bulunan grafitin hayli yanıcı bir madde olması onu olası yangın risklerine karşı tedavülden kaldırıyordu. Bunun yerine yer çekimine meydan okuyan ve aşırı sıcaklıklara karşı dayanıklı yüksek teknoloji uzay kalemleri geliştirildi.

Uzay çalışmaları her yönüyle heyecan verici. Atmosfer dışına ilk insanın çıktığını öğrenmek, hele hele radyonun başına toplanıp Ay’a bir insanın ilk kez ayak bastığı haberini işitmek binlerce insanı tarihi bir olayın şahidi kılıyor. Bu bir yönüyle idrakleri de zorluyordu. Öyle ki o gün yine binlerce insan radyodan duydukları şeyin piyes olduğunu zannetmişti.

Bugün sahip olduğumuz teknolojik imkanlar sayesinde uzay çalışmalarını daha geniş çaplı takip edebiliyoruz ve hayretimizin büyüklüğü 20. yüzyıla kıyasla çok daha az. Diğer yandan ülkemizin Türkiye Uzay Ajansı ve TÜBİTAK iş birliğiyle hazırladığı Milli Uzay Programını bilim severler olarak adım adım takip etmek bize tarifi zor başka güzel heyecanlar yaşatıyor. Umuyoruz ki bu çalışmalar başarıya ulaşır ve ülkemiz uzaydaki yerini güçlendirir.