Çavdar tarlasındaki asi J. D. Salınger

HABER MASASI
Abone Ol

"Oldukça cahilimdir ama epey okurum. Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz zaman, bunu yazan keşke çok yakın bir arkadaşım olsaydı da canım her istediğinde onu telefonla arayıp konuşabilseydim diyorsanız, o kitap bence gerçekten iyidir."

Jerome David Salinger kim?

Hayatta herhangi bir şey olabilmek için savaş veren ve ne olmak istediğine uzun süre karar veremeyen birisiydim. Kim olmam gerektiğini anlayana dek sıkıntılı bir ergenlik dönemi geçirdim. Sonunda yazar olarak anılmak istediğime karar verdim. Hayatımı bu şekilde sürdürebileceğime inandım. Yazmak ve yayımlatabilmek hayat felsefem oldu. Seçtiğim bu işin bana zihnen iyi geleceğini biliyordum. Çünkü yazarken etrafımda olup biten saçma sapan her ne varsa birer birer perdeleniyordu. Bu da beni yeterince mutlu ediyordu. Fakat bu hayatta en çok istediğim şeyin aynı zamanda hayatımı alt üst edeceğini bilemezdim. Kitap yayımlandıktan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Yazarken beni insanlardan koruyan kitabım yayımlandıktan sonra onları birer mıknatıs gibi üzerime çekmeye başladı.

Ailenizde yazar var mı? Aileniz bu kararınızı nasıl karşıladı?

Babamın pastırma ve peynir dükkanı vardı. Anlayacağın üzere ticarette iyiydi. Rahat ve konforlu bir hayat sürdüm. Babam dükkanın başına geçip işini devam ettirmemi istedi. Çünkü yazar olabileceğime hiç inanmadı. Gelip geçici bir heves olarak gördü. Annem ise tam tersiydi. Zaman zaman ona kısa hikayelerimi okur fikirlerini dinlerdim. Her zaman yapıcı konuşan ve destekleyen birisiydi. Bunu sırf ben istiyorum diye değil, gerçekten bu işte başarı sağlayabilecek kabiliyette olduğumu bildiği için yapıyordu. Yazarlık okuluna gitmek istediğimi söylediğimde çok mutlu oldu. Maddi destek sağlaması için babamı bana inandırdı. İlk eserimin ithaf bölümüne göz atmanızı tavsiye ederim. Bana inanan ilk insanın adı oradadır.

Yazar olabilmek için nasıl bir eğitimden geçtiniz?

Yaratıcı yazarlık okuluna gittim. Bu benim sayısını dahi unuttuğum bilmem kaçıncı okulum olduğu için babam geri döneceğime sonuna kadar emindi. Ama umduğu gibi olmadı. Bu sefer işler bambaşka bir hâl aldı. Eğitimi Whit Burnett veriyordu. Sıradan bir insana göre üstün zekaya sahip olduğuna inandığım için onunla başladım. Fakat hiçbir hikayemi beğenmezdi. Atölye çalışmalarında yazdığım her şeye güler, paçavra muamelesi gösterirdi. Okulla birlikte birçok dergiye eser gönderdim. O kadar çok ret mektubu aldım ki onları masanın üzerinde üst üste dizdiğimde karşımda oturanı göremez oldum. Bu beni asla yıldırmadı. Pes edeceğime inanan Whit, ret cevaplarımdan sonsuz keyif alırdı ve her bir mektuptan sonra ‘’Şimdi hemen yeni bir şey dene.’’ derdi.

İlk nerede yayımlandınız?

Whit’in çıkardığı Story adlı dergide. Hem de okuluna kabul edilebilmem için gönderdiğim ilk hikayem ile… ‘’Okuduğum ilk an senin için tamam dedim. Fakat sınırlarını görebilmem gerekiyordu. Yayımlatmak için yazmak, yazar olmak değildir. Bunu idrak edebilmen için bir süre koşman gerekiyordu.’’ dedi.

Tanınmaya başladınız mı?

Story iyi bir dergiydi. Ancak bana daha fazlası gerekliydi. Çünkü aynı yıllarda birisiyle tanışmıştım. O kızın dikkatini çekebilmem için bir şeyler yapmam gerekiyordu. Sonunda da bunu başardım. Beni severdi. Yani en azından ben öyle sanıyordum. Evleneceğimize inandığım birisiydi. Ama o da diğer herkes gibi sıradan olduğunu bana ispatladı.

Neden?

Hayatımda istediğim her şeye sahipken savaş başladı. Cepheye gönderildim. Beni bekleyeceğine emindim. Fakat askerde, bir sabah karşımda oturup gazetesini okuyan adama bakarken onun resmini gazetede bir başka adamla yan yana gördüm. Beni beklediğini düşündüğüm Oona, Charlie Chaplin ile evlenmişti.

Askerde hayat nasıl devam etti?

Devam etmedi. Zaman durdu. Hayat zordu. Bu kısa bir kelime ama içine tahmin edemeyeceğin kadar çok yaşanılmış anı sığdırmıştır. Burnunuzdan hiç gitmeyen bir insan eti kokusuyla savaştınız mı? Gözümün önünde insanlar öldü. Bu basit ve günlük bir eylem değil. Dün gece siperde yanında uyuyan adamı ertesi sabah ellerinle gömmenin ne demek olabileceğini biliyor musun? Tahayyül dahi edemezsin.

Askerde yazmaya ara verdiniz mi?

Whit, uzaktan da olsa yazmam için elinden geleni yaptı. Devamlı mektup gönderdi. Çavdar tarlasının Holden’ı o yıllarda yazıldı. Savaş yıllarında yazıldığı için savaştan bahsedileceğini düşünen herkesi şaşırtmayı başaran bir karakterdir Holden. İkinci Dünya Savaşı sırasında Amerikan Ordusu’nda hizmet ettim. Normandiya Çıkarması’na katıldım. Çıkarma başladığı sırada kitabın altı bölümü eşyalarımın arasındaydı.

Çavdar Tarlasındaki Çocuklar, Salinger’ın otobiyografisi diyebilir miyiz?

Evet, Holden benim. Hatta eserimi beyaz perdeye taşımak istediklerinde buna ısrarla karşı çıktım. Çünkü onu yalnızca ben oynayabilirdim. Fakat Holden ile aramızda çok yaş farkı olduğu için bunu yapamazdım

Eserde neleri anlatmak istediniz?

Okuldan atılmış bir ergenin eve dönene kadar geçirdiği üç gün. Sadece bu.

Eserin ismi neden Çavdar Tarlasındaki Çocuklar?

‘’... büyük bir çavdar tarlasında oyun oynayan çocuklar getiriyorum gözümün önüne. Binlerce çocuk, başka kimse yok ortalıkta –yetişkin hiç kimse, yani- benden başka. Ve çılgın bir uçurumun kenarında durmuşum. Ne yapıyorum, uçuruma yaklaşan herkesi yakalıyorum; nereye gittiklerine hiç bakmadan koşarlarken, ben bir yerlerden çıkıyor, onları yakalıyorum. Bütün gün yalnızca bu işi yapıyorum. Ben, çavdar tarlasında çocukları yakalayan biri olmak isterdim. Çılgın bir şey bu, biliyorum, ama ben yalnızca böyle biri olmak isterdim. Biliyorum, bu çılgın bir şey.’’

Kitabın çok abartıldığını düşünüyor musunuz?

Evimin etrafında dolaşan küçük Holdenlardan bahsediyorsan, sanırım evet.

Eseriniz çok büyük bir ödüle layık görülüyor. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Time dergisine göre İngilizce olarak yazılmış 20. yüzyılın en iyi yüz eseri arasında. Doğru biliyorum değil mi?

Evet. Peki alışılmışın dışında bir yazım diline sahip oluşunuzu, üslup farklılığınızı nasıl yorumluyorsunuz?

Savaş insanları sadece fiziksel olarak değiştirmedi. Zihinlerimizde ya da ruhumuzda yepyeni yaralar açarak bizi bambaşka biri hâline getirdi. Bunun edebiyata yansımayacağını mı düşünüyorsunuz? Elbette değiştik, bunu da kullandığımız dil ile dışa vurduk. Amerika'da yeni bir kuşak ortaya çıktı. Popüler kültüre, dayatmalara, makineleşmiş düzene kısacası her şeye karşı bir düzen doğdu. Varoluşsal sonraları olan yepyeni bir savaş akımı. Postmodernist yapı kendini göstermeye başladığında edebiyatta kurgulamanın yeni bir boyut kazandığı döneme denk geliyor.

Holden, başka türlerde yazılan eserlere ilham oldu mu?

Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam isimli eserindeki karakter Holden’ın yetişkinlik dönemini yaşıyor diyebilirim. Aynı zamanda Albert Camus’nün Yabancı isimli eserinde de Holden’dan izler görebilirsiniz.

Holden hangi eserin kahramanı ile arkadaş olsun isterdiniz?

Düşüneyim. Sanırım Otomatik Portakal’ın Alex’i ile bazı noktalarda iyi anlaşabilirler.

Holden Caulfield ismine nasıl karar verdiniz?

Bebeğin anne karnında örülü olduğu şeffaf bir zar var. Bu zar bazen yırtılır ve bebek öyle doğar bazen ise zarla birlikte doğar, Caul işte bu anlama gelmekte. Field ise tarla anlamında. Bu iki kelime birleşince eserin özeti mahiyetinde bir isim oluştu.

Eserinizin başınıza dert açtığını düşünüyor musunuz?

Evet, bu sebeple ormanın içindeki evimde inzivaya çekildim. Kimse yok. Ben varım, ben, bir de kendim.

Yazmaya devam ediyor musunuz?

Elbette, yazıyorum. Yazmayı seviyorum ve sizi temin ederim düzenli olarak yazıyorum. Sadece yazdıklarımı yayımlamıyorum. Kendim için yazıyorum. Kendi zevkim için. Bunun için de yalnız bırakılmak istiyorum.

Niçin eserlerinizi yayımlatmama kararı aldınız?

Canım tam olarak böyle istediği için. Açıklama yapmak zorunda değilim. Kimse beni tanımasın, ben kimseyi tanımayayım, bu yeter.

Hangi türde eserler okuyorsunuz? İyi bir eserle karşılaştığınızda onu nasıl yorumluyorsunuz?

Oldukça cahilimdir ama epey okurum. Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz zaman, bunu yazan keşke çok yakın bir arkadaşım olsaydı da canım her istediğinde onu telefonla arayıp konuşabilseydim diyorsanız, o kitap bence gerçekten iyidir.

Hakkınızda araştırma yaparken herhangi bir röportajınıza rastlamadım. Bilinçli bir uzak duruş mu?

İnzivaya çekildiğim ilk yıllardı. Bazı gençlere haftada bir evimde ders veriyordum. Genç bir hanım ısrarla okul gazetesi için benimle röportaj yapmak istediğini söylediğinde onu ilk olarak reddettim. Ancak çokça tekrarlayınca bunu sadece bir okul gazetesi olduğu için kabul ettiğimi belirterek röportaj verdim. Ertesi gün röportajımı yerel bir gazetede görünce başta dersleri bitirdim. Sonra da hiçbir yere röportaj vermedim. Sizi de gençlik dergisi olduğunuz için uzun yıllar sonra ilk defa kabul ettim.

Hayat nedir?

Hayat, tabii ki bir oyundur, evladım. Hayat, kurallara göre oynanması gereken bir oyundur.

Yaşlanmak?

Yaşlanmak; imkanlarınızın artması, ama onları kullanma gücünüzün kalmamasıdır.

Teşekkür ederiz. Eklemek istediğiniz herhangi bir şey var mı?

Ben de sana bir soru soracağım. Central Park’ta bulunan göldeki ördekler kışın nereye gidiyor? Yazın hep oradalar ama kışın? Onları topluyorlar mı? Yoksa buz tutmuş gölün içinde mi duruyorlardı?

Hayır. Onlar evrenin mükemmel bir sırrı. Onlar yok olan şeylerin geçip gittiğini gösterir. Eserinizde bu soruyu defalarca soruyorsunuz. Ancak bir yanıt veren olmuyor. Göl metaforunu açıklayabilir misiniz?

"Oradaki onlarca, belki yüzlerce ördekten biri Allie’ymiş gibi düşünülünce Holden için daha kolay aşılabilir. Allie şu anda ulaşamadığımız bir yerde ve tıpkı ördekler gibi onu bulamıyoruz. Biz bahardayız, Allie ve ördeklerse kışta. Bu noktada gölün de metafor olduğunu anlayabilirsiniz. Buz tutmuş hâli olgunluğu, buz tutmamış hâli çocukluğu yansıtıyor. İnsan olgunlaştığı zaman masumiyetini kaybeder hatta kalbi buz tutar. Ne olurdu hep bahar olsaydı, ördekler hep orada ve her insan bir çocuk kadar masum kalabilseydi?

Sizinle tanıştığıma çok memnun oldum. Röportaj için teşekkür ederiz.

Tanıştığıma hiç memnun olmadığım kimselere, durmadan "Tanıştığımıza memnun oldum." demek beni öldürüyor. Ama, hayatta kalmak istiyorsanız, ille de bu zırvaları söylemek zorundasınız.

Bu arada çiçekler için teşekkür ederim. Sonuç itibariyla ‘’Öldükten sonra çiçeği kim ne yapsın?’’

Çavdar tarlasındaki asi Salinger, hayatta kabul görmüş bütün tabuları yıkarak alışılagelmişin dışında sürdürdüğü hayatı ile dikkatleri üzerine çekmiş bir yazardı. Onu anlamayan insanlar tarafından haksızca eleştirilse de o hissettiği gibi yaşamaktan vazgeçmedi. Yazmak onun yaşama gayesiydi. Yaşamının son anına kadar yazmaya devam etti. Herhangi birisi tarafından onay almak ya da beğenilmek gibi düşüncelerden uzakta inzivaya çekildiği evinde daktilosunun sesi hiç kesilmedi. Ve son olarak kendisinin de dediği gibi ‘’Bir insan öldü diye onu sevmekten vazgeçmek zorunda mısın, Tanrı aşkına; özellikle de hayatta olanlardan bin kez daha iyi kalpli bir insansa?’’

Esra Cihanbey