Bedava ekonomisi (Dijital medya ekonomisi)
Hemen her gün kullandığımız onca web sitesi, uygulama, arama motoru ve sosyal medya platformuna herhangi bir ödeme yapmıyoruz. Fakat bütün bu dijital olanaklar, sandığımız gibi ücretsiz mi gerçekten?
Telefon veya bilgisayarlarımızda kullandığımız uygulamaların ve web sitelerinin büyük çoğunluğu ücretsizdir. En basitinden, her gün Google’a girip merak ettiğimiz şeyleri sorup cevabını öğreniyoruz. Fakat bunun için hiçbir şey ödemiyoruz. Aynı şekilde Instagram, Facebook ve Twitter gibi platformlarda hesap açarken de herhangi bir ödeme talep edilmiyor bizlerden. Dolayısıyla kullanıcı açısından “bedava” olarak nitelendirilebilecek bir dünya aslında orası. Fakat işin aslı elbette öyle değil. Bu durumda dönüp dolaşıp hepimizin bildiği klişeye geliyoruz: “Bir şeye para ödemiyorsanız, oradaki ürün sizsinizdir.” Buradaki ürün de aslında direkt biz değiliz ama bizim verilerimiz. Yani aslında bu şirketleri zengin eden şey, ellerindeki big data(mız). Bu veriyi toplayıp analiz edebilmek ise petrolü çıkartıp işleyebilmekle eşdeğer, hatta çok daha değerli…
Big data’nın önemine, daha önceki yazılarımda da değinmiştim. Toplamasını ve işlemesini bilen şirketler, bunları satarak veya kendileri kullanarak çok ciddi paralar kazanabilmekte. Sosyal medya şirketleri de temelde bizimle ilgili bilgileri, alışveriş alışkanlıklarımızı diğer şirketlere satarak para kazanıyor diyebiliriz. Tabii bu, gelir modellerinden sadece biri ama temeli. Örneğin Nike’ın 18-24 yaş aralığında olup basketbolla ilgilenen kişilerin verilerini Facebook’tan satın alması veyahut Facebook’un Nike’ın NBA ayakkabılarını akışta dolaşan bu yaş grubundaki basketbolla ilgilenen kişilerin karşısına çıkarmasını düşünün. Aynı şekilde bazı siyasi partilerin Facebook’tan, X’ten, Google’dan aldıkları veriler doğrultusunda sandığa gitmeyecek olan gruplara seçim öncesinde bombardıman yaparak onların bam teline basmak suretiyle son anda karar değiştirtmeye ve sandığa gidip oy kullandırtmaya uğraşmalarına ne demeli? Bu şekilde belirli bir hedef kitleye yönelik, dar alanda yoğun reklamcılık faaliyetine “Targeted ad” deniliyor.
Sosyal medya şirketleri bu şekilde zengin oluyor. Fakat dijital uygulamalar sayesinde zengin olanlar, sadece şirketlerle de sınırlı değil. Bu şirketler, kâr elde ederken aynı zamanda "influencer" ve "youtuber" gibi kişileri de zenginleştiriyor. Zira bu kişiler, uygulamalarda daha fazla zaman geçirilmesini sağlayarak şirketlere daha fazla kullanıcı çekiyor.
Peki, onlar için uygulamalarında kaldığınız süre neden bu kadar önemli? Siz, “Beş dakika reels kaydırsam ne olur, beş saat kaydırsam ne olur?” diye düşünebilirsiniz. Aslında gerçekten de orada kaldığınız süre boyunca maruz kaldığınız reklamlar, sizi kısa veya uzun vadede aksiyon almaya, alışveriş yapmaya itmiyorsa bu dev sosyal medya şirketlerinin pek de bir kazancı olmuyor. Fakat özellikle influencer kavramının hayatlarımıza girmesiyle reklamlar da televizyonda dizi arasında çıktığında sesini kıstığımız konvansiyonel reklamlar gibi açık seçik olmaktan çıktı. Öyle sadece hayatından kesitler paylaşıyor, hoş videolar çekiyor diye düşündüğümüz kişiler, “Bugün uyandım ve ayılmak için kendime bir kahve yaptım,” derken kahve makinasının reklamını; “kahvaltı yaptım,” derken mutfak ürünlerinin reklamını; “sonra da alışverişe çıktım ve bayılarak şunları aldım,” derken de çeşitli mağazaların reklamını yapıyor olabilir. Üstelik tüm bunları izlerken bir reklam izliyormuş gibi de hissetmezsiniz. Bundan ziyade yakın bir arkadaşınızdan o gün yaptıklarını dinliyormuşsunuz gibi hissedersiniz.
Bazen gerçekten de influencer dediğimiz kişi reklam yapmıyor ve sadece işi gereği sürekli içerik üretmesi gerektiğinden; bir iş birliği olmaksınız, yani bir çıkar elde etmese bile içeriğinde bir markanın adını geçiriyor veya takipçilerine tavsiye ediyor olabilir. Fakat son yasa ile birlikte bu durum da artık reklam kategorisine girmekte ve #reklam ve benzeri ifadelerle reklam olduğu belirtilmek zorunda. Aksi takdirde vergi ile ilgili yasal yükümlülükleri ihlal etmiş sayılabiliyorlar. Çünkü içerik sahipleri, her ne kadar bu paylaşımdan bir kazanç elde etmese de o videolar ürünlerin bilinirliliğini artırarak dolaylı yoldan da olsa bir çeşit reklam olmuş oluyor. Yasalar gereği de bu reklam faaliyetinin vergilendirilmesi gerekmekte.
Sosyal medya aracılığıyla ünlü ve ardından zengin olan bildiğimiz, duyduğumuz, tanıklık ettiğimiz pek çok kişi var. Bunlardan biri de göbek atma videoları ile sadece ülkemizde değil, tüm dünyada viral olan Yasin Cengiz. Şu an Tiktok’ta 15 milyondan fazla takipçisi Yasin’in net servetinin ise 1 milyon dolardan fazla olduğu tahmin ediliyor. Yasin ve bu platformlar aracılığıyla zengin olan diğer içerik üreticileri, bu başarısını 21. yüzyılın petrolü olan “dikkat”ten yararlanabilmelerine borçlular.
Peki, dikkat kavramı neden bu kadar önemli? Esasında yazımın başında da değindiğim gibi, -günün sonunda bundan ekonomik çıkar elde edebilecek olmasalar- sosyal medya şirketleri için sizin onların uygulamalarında ne kadar vakit geçirdiğiniz, dolayısıyla dikkatiniz çok da önemli olmazdı. Fakat sizin dikkatinizi ve vaktinizin bir bölümünü vererek bu içerikleri izlemeniz, sosyal medya şirketlerinin sizler hakkında daha fazla bilgi toplayabilmeleri ve karşınıza daha fazla reklam çıkarabilmeleri anlamına gelmekte. Bu da elbette reklam veren şirketlerden gelecek yeni milyon dolarlar anlamına gelmekte. Sosyal medya şirketleri de bünyelerine insanları çeken ve gün boyu dikkatlerini bu uygulamalar üzerinde tutan bu içerik üreticileri ile kazançlarının bir kısmını paylaşmakta. Oradan gelen gelirler ve harici reklam/ sponsorluk gelirleri birleştiğinde de bu içerik üreticileri için ciddi bir servet oluşturmakta
Her ne kadar bu bölümde işimiz gücümüz ekonomi olduğundan konuyu tamamen ekonomik boyutuyla ele almış olsam da bu şirketler, aslında sadece dev bir ekonomik güce değil; aynı zamanda siyasi güce de sahipler. Zira alt tarafı insanların vakit geçirip sosyalleştiği bir platform olarak görebileceğimiz Facebook, bünyesindeki 2,5 milyar aktif üye ile dünyanın en büyük ülkesi konumunda. Dikkatinizi çekmek istediğim nokta, 2,5 milyar üye sayısı değil, “aktif üye” sayısı. Yani bu veriye son bir ayda bu platformu kullanmamış olan kullanıcılar dâhil değil. Dolayısıyla 2,5 milyar vatandaşı (kullanıcısı) ile aslında bu platform, inanılmaz bir network ağına sahip. Bu denli büyük bir insan topluluğunu yönetiyor olmak, aslında bir devlet yönetmekle benzer, hatta bazen daha güçlü yetkileri içerebilmekte.
Yani devletin gücünü sınırlandırarak bireylerin çıkarlarını korumaktır. Bu doğrultada yasalar, mahkemeler vardır ve siz devletten hukuk önünde şikâyetçi olabilir ve davanızı kazanabilirsiniz. Fakat devletlerden büyük devlet olan Facebook için bu durum geçerli değil. Çünkü o dünyayı tamamen o şirket oluşturdu ve tüm yetki koşulsuz, şartsız onda. Son Filistin-İsrail olaylarından yola çıkarak bu dediğimi daha rahat anlayabileceğinizi düşünüyorum. Filistin’e destek içerikli paylaşımlara sansür getirirken İsrail ile ilgili içerikleri viral yapan Instagram’ı, kendisine şikâyet ettiğinizi bir düşünün. Öyle bir seçeneğimiz var mı? Yok. Dolayısıyla bu şirketlerin hem ekonomik hem de siyasi anlamda çok güçlendiğini ve gelecekte bizleri bekleyen tehditler arasında olabileceğini söyleyebiliriz.