Ayaz

İSMAİL KILIÇARSLAN
Abone Ol

Vakti zamanın berri birinde, yıldızlar daha parlak, güneş daha sıcakken, kirazlar daha kırmızı, başaklar daha yeşilken, yani ki insanın dünyayı bozmadığı, dünyanın insanı bozmadığı demlerden bir demde, iklimlerden bir iklimde, Sultan Mahmutlardan bir Sultan Mahmut’un sarayında geçmiş bu hikâye.

Ben büyüklerden dinledim. Söz onların sözüdür. Bense sadece duyduğumu yarım yamalak anlatan kekeme bir nakilciyim. Öylece biline.

Ayaz isimli bir köle varmış ki belki Hind’den, belki Sind’den, belki Kafkasya’nın dağından, belki Neretva’nın bağından gelip durmuş köle pazarında. O gün, sultanın köle alıp satan memuru pazardaki bilcümle köleleri “Bize lazımdır!” deyip almış.

Ayaz’ın saraya köle olması böyle başlamış işte.

“Kaderin rüzgarının nasıl eseceği belli olmaz.” denilmiştir ve de gayetle doğru denilmiştir. Sarayda geçen kölelik günlerinden birinde Sultan Mahmut, köle Ayaz’ın bir hareketini pek beğenip “Şuncağızı maiyetime alın.” demiş. Bu günden sonra yumuşak yumuşak esmiş kaderin yeli Ayaz için. Gel zaman git zaman, çok çalışkan, az konuşkan, iyilikten başkaca bilmeyen, kötülükten hep beri duran, yüzü tebessümlü, kalbi pak bu kölenin kölelikte kalmasına razı olmamış Sultan Mahmut’un gönlü. Ferman buyurmuş ki “Hele bunu hazineye alasınız ki işlerimizi bir cümle öğrensin.”

Ayaz’a, yeni mevkiine uygun olarak atlastan elbiseler, kadifeden cübbeler vermişler. Ham softan yahut düz abadan köle kıyafeti giymeye alışkın köle Ayaz olmuş sana “naib-i haznedar Ayaz Efendi.”

Zamandır ve de amandır. Kaderin rüzgârı böyle tatlı tatlı akıp giderken haznedar vefat etmiş. Sultan Mahmut da “Ayaz’dan iyisi, Ayaz’dan layığı kimdir?” diyerek ona “haznedar-ı devlet” rütbesi vermiş ki aman diyeyim yabana atılmaya. Dört bucak beş köşenin bilcümle vergisi, savaşın ganimeti, Sultan’ın icarları derken dünyanın gördüğü en büyük hazinenin anahtarı geçmiş mi Ayaz’ın eline.

Ah ki insandır. “Her şeyleri bitip tükense hasetleriyle hırsları tükenmez” demiştir sözü dinlenir adamlar ki pek de doğru demişlerdir.

Pazarda satılan bir köleciğin haznedar olması en çok eski köle arkadaşlarını rahatsız etmiş. Başlamış Sultan Mahmut’un sarayı fokur fokur kaynamaya. “Ayaz bu işi yapamaz”dan başlayan tezvirat, sonunda “Her gün hazineye girip Sultan’ın altınlarını, mücevherlerini çalıyor.”a kadar varmış.

Eh, iyi bir sultan imiş amma Sultan Mahmut da en nihayet bir insan imiş. Ve cümle insanlar gibi dedikoduya kayıtsız kalamayıp içine şüphe korunu düşürmüş. “Belki de çalıyordur.” diye düşünür olmuş yatağa yattığında.

En nihayet, güvendiği vezirlerden biri akıl vermiş Sultan Mahmut’a. Diyesi olmuş ki “Hazine odasının duvarına bir delik açsak da Ayaz’ın ne yaptığını gözlesek gerek; şüphe alevini söndürmek gerek.”

Açtırmışlar o deliği. Demişler ki Sultan’a “Amandır sultanım, dilerseniz uydurun gözünüzü deliğe de bakın bakalım ne yapmakta, ne işlemekte Ayaz kulunuz.”

Çok geçmemiş, Ayaz girmiş hazine odasından içeri. Sultanın gözü delikte tabii. Ayaz, doğruca bir sandığın başına gitmiş. Ağzına kadar mücevherler dolu imiş sandık. Açmış sandığı Ayaz. İçinden bir küçük sandık çıkarmış. Sultan Mahmut kendi kendine “vay ki çalacak” diye düşünedururken Ayaz, o küçük sandığın içinden aba bir urba çıkarıp odadaki aynanın karşısına geçmiş ve başlamış kendine anlatmaya: “Bu elbiseyi giydiğin zamanlar kim olduğunu hatırlıyor musun Ayaz? Bir hiçtin… Pazarda satılan bir köleydin ve Allah, sultanın eliyle sana nimetler lütfetti. Bak ki göresin. Nereden geldiğini unutmayasın. Sakın ola ki nimetçe senden aşağı olanlara kibirle bakma…”

Derler ki Ayaz ayna karşısında bu sözleri söylerken Sultan Mahmut’un gözünü uydurduğu deliğin duvarı gözyaşından erimiş. O gün bugün derler ki “İnsana Ayaz gibisi gerek; ağlayacaksan da Sultan Mahmut gibi ağlayacaksın.” Ve derler ki Sultan Mahmut’u Sultan Mahmut, Ayaz’ı Ayaz, köleliği kölelik, sarayı saray zannedersen hiçbir şey anlamazsın bu hikâyeden. Hele onat fehmeyle ki kalbine inşirah ine.