Anı yaşamak ve gelecek kaygısından kurtulmak

BEYHAN BUDAK
Abone Ol

Ne oluyor da anın tadını kaçırıyoruz, şimdinin güzelliğini kaçırıyoruz. Bu yazımda sana yarının telaşesinden, gelecek kaygısından kurtulmanın ve ânı yaşamanın yollarını anlatacağım.

Tam rahatlamayı düşündüğün anlarda henüz yapamadıklarının endişesi mi kaplıyor ruhunu? Ya da diyelim ki bir alanda çok başarılı olmuşsun, ortaya çok güzel şeyler koymuşsun, uzun zamandır planladığın şeyleri yapabilmişsin mesela… Ama bu başarının keyfi çok mu kısa sürüyor? Hemen, çok kısa bir süre sonra, yine yapamadıklarının endişesi mi kaplıyor yine ruhunu?

Asıl mevzuya giriş yapmadan önce bir parantez açmak istiyorum. Benim anı yaşamaktan kastettiğim şey, dünya yansa umurumda değil mantığından çok ama çok başka. Benim anı yaşamaktan kastettiğim şey, yaşadığımız anın, her anın, her zamanın tam olarak hakkını verebilmek ve tadını çıkarabilmek.

Öyle insanlar var ki çok koşturuyorlar, çok çabalıyorlar, fakat gayretlerinin sonucunda elle tutulur bir başarı elde ediyorlar. Sonrasında dinlenmek için kendine ayırdığı o küçücük zaman diliminde bile bir sonraki görevin sıkıntısını, endişesini yaşamaya başlıyorlar. Oysa o kişilerin elinde ne var o andan başka, yaşadığı andan başka hayatta neyi var?

Eğer hep gelecekteki güzellikleri elde etmek için endişelenirsen, sıkıntı yaşarsan şu anın güzelliklerini kaçırırsın. Hepimiz güzel bir hayat, güzel bir gelecek için çalışıyoruz. Peki bu beklediğimiz güzel geleceğin varış noktası bize ne kadar yakın?

Çoğu insanın yanlış bir inancı var. Bir konu üzerinde ne kadar çok düşünürsem o konu üzerinde o kadar fazla çözüm üretirim ya da daha fazla verimli olurum gibi.

Tam da şu anda durup düşünelim. İçinde bulunduğumuz nokta, geçmişte bir yerlerin geleceğiydi. O zaman da hedeflerimiz vardı, bir şeyleri elde etmek için uğraşıyorduk. Belki de o hedeflediğimiz noktayı çoktan aştık. Eskiden elde etmek için kaygılandığımız noktayı çoktan aştık ama şu anda, tam şu anda yine bir şeyler için kaygılanıyoruz. O zaman gelecek kaygısı işe yarıyor mu yoksa kendi kendimizi mi kandırıyoruz?

Anı yaşamana engel olan şey sadece gelecek kaygısı değil, aynı zamanda da sosyal medyaya olan tutkun. Örneğin gidiyorsun bir tatile, bir manzaraya bakıyorsun, güzel bir yemek yiyorsun ve sonra hemen bir tane özçekim patlatıyorsun ve koyuyorsun sosyal medyaya. Sonra pusuya yatmış bir halde bekliyorsun bakalım kimler beğenecek, kimler beğenmeyecek diye? Sonra diyorsun ki “ya Ayşegül beğenmemiş, kendi gidemedi ya tatile ondan beğenmemiştir,” benzeri kurgular üretiyorsun. Ama sen çekim yaparken o manzara orada duruyor ve o yemek soğudu bile. Sen yorumlara, beğenilere bakarken ne oldu? Aslında oraları gezmek ve kafa tatili yapmak için gelmiştin. Eğer sen de böyleysen anı yaşayamaz, önüne gelen güzelliklerin tadına varamazsın. Kafan her daim kırk tilkiyle doludur ama bunların da çoğu emin ol kuruntulardır.

Bize düşen, bu konuda kendimizi birazcık zorlamamız, kendimizi eğitmemiz. Belki bunun için bir başlangıç noktası olarak kendine odaklanabileceğin tek bir şey bulabilirsin. İlk başta bu nefes alışverişin dahi olabilir. Nefes alıyorsun ya o an gözlerini kapat ve o havanın burnunun deliklerinden içeri girip akciğerlerine ulaşana kadar izlediği yolu düşün, hisset! Yalnız bu sürece odaklanmak bile otokontrol için önemli bir adımdır.

Çoğu insanın yanlış bir inancı var. Bir konu üzerinde ne kadar çok düşünürsem o konu üzerinde o kadar fazla çözüm üretirim ya da daha fazla verimli olurum gibi. Ama benim sıklıkla karşılaştığım şöyle bir gerçek var: Ne kadar çok düşünürsen o kadar çok gerilirsin, gerildikçe de daha çok düşünürsün. Bu durum bir kısır döngü halinde seni içine hapseder.

Peki gerçekte böyle mi? Bir konuda çok düşününce daha mı verimli oluyoruz? Fazlasıyla gelecek kaygısı hissedersek daha mı başarılı oluyoruz? İşin aslı bunun tam tersi. Daha çok düşündükçe geriliyoruz dedim ya, gerildikçe üretkenliğin ve çözüm üretme becerin gitgide azalıyor. Böyle olunca hem bir çözüm üretemiyorsun hem de böyle içsel bir sıkıntı ortaya çıkıyor.

Şimdi kendine şöyle bir telkin vermen lazım: “Ben yeterince düşündüm, artık o işi oluruna, akışına bırakma zamanı geldi.” Bu telkini verirsek yüzde yüz bir çözüm olmasa bile birazcık daha gelecek kaygınız da azalacaktır.

Fransa başbakanının söylediği bir söz: “Saçımı tararken sadece saçımı düşünürüm.” Sen de bunu yapmaya çalış.

Şimdi bir defterin olsun. Benim var mesela, beni kaygılandıran şeyleri yazıyorum. En azından neyle savaştığımı, neye karşı uğraştığımı biliyorum. Sen de geleceğe yönelik kaygılarını bir deftere yaz, bunun için ne yaptığını, ne yapacağını ve neler yapamayacağını o deftere ayrıntılı olarak işle. O zaman şöyle bir baktığın zaman ortaya derli toplu bir şey çıkar. Gerçekten kaygılandığın şeyler gerçekten kaygılanılacak şeyler mi, yoksa abarttığın konular mı bunları çok net şekilde görebilirsin. Bir de defter tutmanın şöyle bir avantajı var. Bir ay sonra, iki ay sonra tekrar o deftere baktığında şunu fark edeceksin ve kendine “Ya ben bunu mu kafaya takıyormuşum?” diyeceksin. İnan kendine çok şaşıracaksın.

Son olarak sana söylemek istediğim bir şey daha var: Eğer anı yaşamak ve yarının telaşesinden kurtulmak istiyorsan aynı anda birkaç işi birden yapma. Diyelim ki yemek yiyeceksin, telefona bakma mesela. Yemek yerken gözün televizyonda olmasın, yemeğin tadını çıkar. Yemekten bir kaşık aldın ya şöyle bir kokla, sonra ağzına götür ve o anı hisset! Hep söylediğim bir söz var, eski Fransa başbakanının söylediği bir söz: “Saçımı tararken sadece saçımı düşünürüm.” Sen de bunu yapmaya çalış.

Peki sen ne düşünüyorsun anlattıklarım hakkında. Senin de hayatında anı yaşamak ve gelecek kaygısı ne kadar yer kaplıyor?