Yavuz Bülent Bakiler: "Tabutluk işkencelerinin müsebbibi Hasan Ali Yücel'dir"

OLCAY CAN KAPLAN
Abone Ol

CHP’nin tek partili yıllardaki zulümlerinden solcular, dindarlar ve Kürtler kadar Türkçüler de nasiplenmişti. Derin Tarih dergisi tarihe “Irkçılık ve Turancılık davası” olarak geçen zulmü 73. yıldönümünde bir bilenle konuştu.

Milliyetçi gençleri 3 Mayıs 1944 günü sokaklara döken şey neydi?

Nihal Atsız Cumhuriyet devrimizin en ciddî tarihçi ve mütefekkirlerinden biridir. Rusya’nın üzerimizde oynadığı oyunlardan haberdardı. Batı dünyasının oyunlarını da iyi biliyordu. Rusya 1917’de Marksist sisteme geçtiği zaman bu defa bizi Rus komünistleri marifetiyle bölüp parçalamak istedi. Bunu Atsız iyi bir şekilde tespit etti ve Türkiye’deki komünist hareket üzerinde çalışmalara başladı. Ona göre komünistler dünyanın en aptal insanlarıdır. Ahmak ve haindirler. Özellikle de Rusya’nın uşaklığı yapar; ondan aldıkları emirleri uygularlar. Rusya Türkiye’deki birtakım komünist odaklarla işbirliği yapmak suretiyle ülkemizi bölmek için çalışmalar yürütmektedir. Bu harekete karşı Atsız ve arkadaşları ciddi bir cephe meydana getirdiler. İşte 3 Mayıs 1944’te meydana gelen hadisenin arkasında yatan bunlardır.

Atsız’ın Başbakan Şükrü Saracoğlu’na yazdığı bir mektup var. Bu meseleyi açar mısınız?

Dönemin başbakanı Saracoğlu o zamana kadar devlet kademesinden kimsenin yapmadığı bir açıklama yaparak herkesi şaşırttı. Meclis kürsüsünden “Biz Türkçüyüz, Türkçü kalacağız, Türkçülük bizim için bir kan meselesi olduğu kadar irfan meselesidir” dedi. Atsız da Edirne’de çıkarmış olduğu Orhun dergisinin 15. sayısında Başbakan’a hitap eden bir mektup kaleme aldı. “Sayın Başbakan, meclis kürsüsünde böyle bir konuşmanız oldu. Başbakan olmasaydınız, bunu dışarıda söyleseydiniz bu kadar heyecan duymazdım. Hem Başbakansınız, hem de Türkçü olduğunuzu söylüyorsunuz, o halde ben de size bazı gerçekleri açıklamak istiyorum. Bu topraklar üzerindeki varlığımıza kasteden yerli komünistlerin faaliyetlerine dikkat etmelisiniz” diyordu. İlk mektubunda olayı umumi olarak ele aldı, sonraki mektuptaysa Saraçoğlu’nun başbakanlığı döneminde devlet kadrolarına alınan komünistleri hatırlattı. Türkçü olduğunu ileri süren bir Başbakanın devrinde komünistlerin devlette ileri noktalara geldiğini açıkladı. Sabahattin Ali’yi örnek gösterdi. “Türkçüyüm diyorsunuz ama Sabahattin Ali’nin bu makamlarda işi ne?” diye sordu. Komünistlerin devlet hayatımızda yer almasının çok tehlikeli olduğunu belirtti. “Mesela partinizin ileri gelen milletvekillerinden biri İstanbul Halkevi’nde konuşma yaparken komünistler salona gelip onu sabote ettiler. Bu adamlar böyledir; bunlara imkân tanınmamalı” diyerek komünist hareketlere dikkat çekti.

Yani mektuptan sonra Yücel devreye giriyor ve 3 Mayıs’a giden yolun taşları döşeniyor.

Yazıdan sonra Sabahattin Ali’nin yakın dostlarından Hasan Âli Yücel onu tahrik etti. Atsız hakkında dâva açmasını, onu mahkûm ettirmesini söyledi. Sabahattin Ali de Ankara’da dâva açtı. Atsız Ankara’ya geldiği zaman üniversite gençleri Adalet binasının kapısı önünde Sabahattin Ali’nin kitaplarını yaktılar. Atsız’ın ifadesine göre duruşma salonuna girdiği zaman mahkeme reisiyle sanıkların arasındaki boşluk dahi doluydu. Sabahattin Ali endişelenip birinci kattaki camdan atlayıp kaçtı. Duruşma tehir edildi. Duruşmayı izlemeye gelen gençler Adalet binasından Ulus’a kadar nümayiş yapıp İstiklâl Marşı söyleyerek dağıldılar. Fakat Millî Eğitim Bakanı Yücel durumu İnönü’ye başka türlü anlattı. “Bu gençler sizi iktidardan düşürmek, İlim adamı Zeki Velidi Togan’ı getirip Sovyet safına karşı Almanya tarafında bizi savaşa sokmak istiyorlar” dedi. İnönü de bu yalana inandı ve bu gençleri ağır cümlelerle millete şikâyet etti. Bundan sonra hadiseler büyüdü. O gün 3 Mayıs’tı. Bu hadisenin içinde bulunan mühim kişiler takibata alınıp hapse atılmaya başlandı.

Bunların içinde Atsız, Togan gibi eli kalem tutanlar da vardı…

Atsız’ın kardeşi Nejdet Sancar, Alparslan Türkeş, Reha Oğuz Türkkan, Hikmet Tanyu gibi kimseler de vardı. Bunları İstanbul’a getirdiler. Kendilerini son derece pis bir yerde tutup mahkemeye çıkardılar. Askerî savcı Kazım Alöç, Atsız’ı vatana ihanetle suçladı. Hadise böylece büyümüş oldu. CHP’liler “Vatanı biz kurtardık, devleti de biz idare ederiz” diyorlar; bunun dışındaki taliplere vatan haini gözüyle bakıyorlardı. Dolayısıyla Alöç sanıkları bu suçlamayla mahkemeye verdi.

Atsız’ın evindeki aramalar sırasında yakın arkadaşı Orhan Şâik Gökyay’ın iki mektubu bulundu. Orhan Şaik, Orhun dergisinde yayınlanan yazıları görünce heyecanlanmış, mektup yazmıştı. 1944’te Başbakana açık mektup yazmak cesaret isterdi. Orhan Şâik, “Nihal, sakın böyle bir mektup yazma, seni tevkif ederler. Başına iş açar, bizi de üzersin” demişti. Ama Atsız ikinci mektubu yazınca ve Orhan Şâik’in “İnadına niçin ikincisini yazdın?” dediği mektuplar Atsız’ın evinde bulununca savcı onu da vatana ihanetle suçladı.

Mantık şudur: Devrin iktidarına karşı çıkan Atsız vatan hainidir. Ona mektup yazan Orhan Şâik de öyledir. Böylece edebiyatımızda “Bu Vatan Kimin?” adlı en güzel kahramanlık şiirini yazan Gökyay da suçlular arasına girdi. Dünyaca meşhur ilim adamımız Togan da suçlular arasındaydı. 2. Dünya Savaşı’nda Almanların galip geleceğine inanmış; arkadaşlarını toplayarak Almanların esirleri arasında Türkistan asıllılar olacaktır, bunları kurtarmak için bir cemiyet kuralım demiş. 7 kişi zar zor bulmuş. Kendisinden izin istenen İstanbul Valisi bu işin kendisini aşacağını söyleyerek onları Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’a yönlendirmiş. Togan da Ankara’ya geliyor. Bence İstanbul valisi, Çakmak’ı ikaz etti. Çünkü Mareşal kendisini kabul etmedi. 3 Mayıs yargılamalarında Zeki Velidi’yi gizli cemiyet kurmakla suçluyorlar. Zeki Velidi “Hangi gizli cemiyet? Her şey resmî” demesine rağmen yine de içeri alındı.

Hapisteki zulümlerden bahsetseniz…

Tertemiz vatan evlatları 1,5 yıl İstanbul’da zulüm gördüler. Bana göre bu dâva Cumhuriyet tarhimizin en rezil dâvalarından biridir. Bir de Yassıada Mahkemesi var tabii. Dümbüllü İsmail’in orta oyunları Yassıada duruşmalarından daha ciddi idi. Ve yine bana göre bu iki davanın savcıları, hâkimleri, kararları bütün hukuk fakültelerimizde öğretilmeli. Kazım Alöç, Ömer Altay Egesel gibi savcıların fotoğrafları büyütülerek bütün hukuk fakültelerine asılmalı. Altlarına da “Sakın bunlar gibi olmayın” diye not düşülmeli. Zahiri zulümlere gelecek olursak; mesela Togan’ın yatağı adeta bit yuvası hâlindeydi. Yatağa yatamayınca bitleri eliyle kırmış ve 450 biti duvara yapıştırarak öldürmüştü. İkinci gün Emniyet Müdürü’nü çağırdı ve dedi ki: “Biz Romen Diyojen’i mağlup ettik, onu memleketine geri gönderdik, güçlen ve tekrar karşımıza çıkabil diye. Ruslar zamanında bizi yendi fakat böyle bir muameleyi reva görmedi. Ben de cumhurbaşkanlığı yaptım, suçum ne?”

Atsız’ın savunması muhteşemdir. “Türkçülük nedir, Turan nedir, Türk milliyetçiliğinin unsurları nelerdir?” gibi suallere müthiş cevaplar verdi. Bu kişileri ırkçılıkla suçlayanlar kendileri ırkçılık yapmaya başladılar. Atsız’ın üçüncü göbekten Rum olduğunu söylediler. Reha Oğuz Türkkan’ın Berberî Araplarından geldiğini iddia ettiler.

Tabutluk günleri o 1,5 yıllık müddet içindeydi, değil mi? 1,5 yıl sonra mahkeme bitti. Atsız’a 4 yıl 3 ay 15 gün hapis, ayrıca Adana’da 3 yıl bütün haklardan mahrum edilerek sürgün cezası verildi. Kardeşi Sancar’a 1 yıl, 2 ay hapis. Orhan Şâik beraat etti. Müdafaası mükemmeldi. Türkeş 9 ay, 10 gün hapis yattı. Fethi Tevetoğlu’na 11 ay, 20 gün, Togan’a 10 yıl hapis, 4 yıl da sürgün cezası.

Sonuçta Temyiz Mahkemesi mahallî mahkemenin verdiği kararları bozdu ve hepsi beraat etti. Bu önemli isimler hiçbir suçları olmadığı, tek bir cam dahi kırmadıkları halde 1,5 yıl çok zor şartlarda hapis yattılar. İnönü’yü ve dönemin savcısı Alöç’ü affetmek mümkün değil. O zulümlerden geçen Osman Yüksel Serdengeçti bana dedi ki “Tabutluk, bir insanın ancak ayakta duracağı büyüklükte ve genişlikte bir yerdi. Alnımızdaki bir çemberle bizi duvara vidalıyorlardı. Ayrıca diz kapaklarımızdan ve bileklerimizden de geçirdikleri çemberle bizi duvara yapıştırıyorlardı. Yani sağa sola dönmemiz, çömelmemiz mümkün değildi. Sonra üstümüze kapıyı kapatıyorlardı. Başımızın üzerinde beş yüzer mumluk üç lamba yakıyorlardı. Bir süre sonra müthiş bir ter boşanıyor, bunalıyor ve bayılıyorduk. Kapıyı açıp dışarı çıkarıyorlar, yüzümüze soğuk su serpip kendimize gelmemizi sağlıyorlardı. Gözümüzü açar açmaz soruyorlardı “hükümeti nasıl devirecektiniz! İnönü’nün yerine kimi Cumhurbaşkanı yapacaktınız!” Sonra yine aynı yere götürüyorlar ve 15-20 saniyelik aralıklarla yukarıdan başımıza birer damla su damlatıyorlardı. 10-15 dakika sonra o her damla su bir balyoz gibi beyninize iniyordu. Bütün gücünüzle feryadlar koparıyordunuz lakin duyan kim” Bunları yaşayanları bizzat dinledim ve İnönü’ye kızgınlığım her geçen gün arttı. Togan’ın dosyasını okuduğum zaman hıçkıra hıçkıra ağladım. Bu kadar zulüm ve ahlâksızlık olmaz. Türkkan 5 yıl hapis aldı; bazıları da beraat etti. Esasen 23 kişi hakkında dava açılmıştı ancak ben 13’ünün müdafaasını bularak yayınladım. Bu mahkeme adeta kansız bir cinayet işledi.

Atsız arkadaşlarıyla 3 Mayıs’ı Türkçülük Bayramı olarak kutlamak istedi. Ankara’da tahsildeyken 3 Mayıs Bayramlarına katıldığım oldu. Şimdi kutlanıyor mu bilmiyorum ama Azerbaycan’da gördüm kutlandığını.

Kitabınızda 23 sanıklı davanın 13 sanığının savunmasına yer verdiniz. Diğer 10 sanığın savunmaları neden yok eserinizde?

Bu kitabı bir vasiyet üzerine hazırladım. Nihal Atsız’ın kardeşi Nejdet Sancar hanımına bu dava dosyasını “Bülent yayınlasın” diyerek bırakmış. Dosyayı ele alıp inceleyince kimi sanıklar hakkında eksikler olduğunu gördüm. Birçok yerlere başvurdum fakat dava dosyasının orijinalini maalesef bulamadım. Bende Nejdet Sancar’dan aldığım haliyle yayına hazırladım.

İnönü’nün 3 Mayıs’ı kullanarak Almanya’nın yanında yer almadığını ispat etmeye çalıştığı, BM’ye üye olabilmek için “içimdeki faşistleri temizliyorum” dediği iddia ediliyor.

İnönü kesinlikle Yücel tarafından kandırılmıştır. Almanya meselesi olmasa da o başka türlü hareket etmezdi. Kendisinin iktidardan düşürüleceğine ve Togan’ın cumhurbaşkanı yapılacağına inandırıldı. İnönü 19 Mayıs nutkunda Türk milliyetçilerini beyinsizlikle, ihanetle suçladı.

Yavuz Bülent Bâkiler kimdir? 1936’da Sivas’ta dünyaya geldi. 1960’da AÜ Hukuk Fakültesi’nden mezun olduktan sonra Yeni İstanbul gazetesinde çalıştı. TRT Ankara Radyosu’nda kültür programları hazırladı ve sundu. 1969- 75 yılları arasında avukatlık yaptı. Adalet Partisi Sivas İL Başkanlığı yaptı. 1975-76 yıllarında Başbakanlık Toprak ve Tarım Reformu Müsteşarlığı’nda hukuk müşavirliği görevinde bulundu ve 1976-79 yıllarında Ankara Televizyonu’nda çalıştı. Kültür ve Turizm Bakanlığı müsteşar yardımcısı olarak görevlendirildi. 12 Eylül Darbesi’nin ardından müşavir kadrosuna atandı. Başbakanlık müşaviri olarak 1994’te emekli oldu. Hisar dergisi şairleri arasında yer aldı. Uzun süre Tercüman ve Türkiye gazetelerinde köşe yazıları yazdı. Kitaplarından bazıları: Yalnızlık (1962), Duvak (1971), Seninle (1986), Harman (2003), Üsküp’ten Kosova’ya (1979), Türkistan Türkistan (1986).

“Komünistler her zaman tehlikeydi”

Türkeş’in hareketi Atsız çizgisine ne kadar benziyor?

Beraber yola çıktıkları doğru. Beraber tevkif edildikleri de. Ama herhâlde siyasete atıldıktan sonra Alparslan Tükeş, Atsız’ın fikirlerini beğenmedi. Atsız’ın çıkardığı Ötüken dergisinin milliyetçiler tarafından alınıp okunmamasını istedi. O bakımdan bir soğukluk meydana geldi.

Sizce 3 Mayıs yıldönümlerinde kutlanıp üzerine paneller yapılmalı mı?

Buna bazı kimseler gülecektir ama ben böyle bir durumun bize zarar vereceğine inanmıyorum. Gençlerimiz bilhassa Marksist sistemin nasıl bir bela olduğunu bilmelidirler. Vakti zamanında tatbik edilen oyunları öğrenmelerinin bana göre sayısız faydaları var.

Peki milliyetçiler Sovyet korkusuyla ABD tarafından desteklendi mi?

Amerika dost gibi gözüküyor ama dost olmadığı ortada. Bizim onlarla menfaate dayalı münasebetimiz olabilir ancak. Sovyetlerden o dönem çekinildiği için Batı’ya dönülmek mecburiyetinde kalındı. Ama Bağdat Paktı’nın kurulması ve dağılmasında, 27 Mayıs’ta nasıl dahli olduğu aşikâr. Adnan Menderes Ortadoğu’da lider devlet olmamız için Bağdat Paktı’na girdi. Irak, İran, Pakistan ve biz varız. Bu dört devlet arasında büyük devletlerin oyunları oldu. Irak’ta bir hükümet darbesi yaşandı. İran’da Şah devrildi. Türkiye’de askerî darbe oldu. Arkasından Pakistan ikiye bölündü. Bütün bunlar tesadüfen mi meydanı geldi? Türkiye ne zaman Ortadoğu’da kuvvetlense kayıtsız şartsız büyük devletler müdahale ediyorlar.

Türk milliyetçilerine doğrudan Amerika’nın destek verdiğini görmedim. 1955’te yüksek tahsil için Ankara’ya gittiğimde 3 Mayıs’ta zulüm görmüş ağabeylerimizden bunu dinlerdim. Hiçbirinden böyle bir açıklama duymadım. 3 Mayıs sonrası komünist hareketlere Sovyetlerin nasıl arka çıktığına bizzat şahit oldum. Bakın Romen devlet adamı Djuvara Türkiye’yi Bölmek İçin 100 Plan isimli bir kitap yazdı ve bunu Fransa’da Sorbonne Üniversitesi’nde sunarak tarih doktoru unvanını aldı. Kitap Türkiye’de basıldı ve satılıyor ancak gençlerin haberi yok. Doğu ve Batı dünyası bize hasmâne duygularla yüklü.

Görüştüğünüz milliyetçiler İnönü devrine nasıl bakıyorlardı?

Hiçbiri CHP’ye ve İnönü’ye yakınlık duymuyor, hepsi büyük bir öfke besliyordu. Serdengeçti bunların başında gelir. Onun bir esprisi var. Evlendi, çocuğu oldu ve çocuğu vefat etti. Yakınlarına -karısının adı İsmet’ti- “Nedir bu İsmetlerden çektiğim, birincisi hürriyetimden, ikincisi zürriyetimden etti” derdi.

Son olarak milliyetçiler açısından CHP’nin tek partili yıllarını değerlendirir misiniz?

Onlar “Bu vatanı biz kurtardık, biz idare ederiz” diyorlardı. O bakımdan başka siyasî partilerin kurulmasına izin vermediler. Kurulanları da kapatıp iftira attılar. Çünkü kendilerine muhalefet etmek vatana ihanetti. 1950’de CHP çok büyük bir hezimete uğradı. Bu defa “Kim ki CHP’lidir, Atatürkçüdür; kim ki değildir, Atatürk düşmanıdır” demeye başladılar. Bu safsata maalesef 2017’de de devam ediyor. Mustafa Kemal’in icraatlarını eleştirdiğim zaman “Vay Atatürk düşmanı” diye saldırıyorlar. Mustafa Kemal bunların putudur, eleştiriye tahammülleri yoktur. Zamanında Mustafa Kemal de böyleydi, kendisini kim eleştirdiyse siyaset dışına ‘zorla’ çıkarıldı.