Ümmeti barıştıran halife: Hz. Hasan

HABER MASASI
Abone Ol

“Bu benim oğlumdur; şeref sahibi bir efendidir. Umarım ki, Allah oğlum sebebiyle yakında Müslümanlardan iki büyük fırkanın arasını düzeltir.” Peygamberimiz (sav) bu sözleriyle Müslümanlar arasındaki savaşlara son veren torunu Hz. Hasan’ın İslam tarihindeki yerini müjdelemişti.

Prof. Dr. Adnan Demircan

İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

_____________________________________________

Kerbela’da hunharca şehit edilen Hz. Hüseyin’in şahsiyeti üzerinde çok durulmasına rağmen kardeşi Hz. Hasan genellikle gölgede kalır. Oysa onun da bize örnek teşkil edecek meziyetleri ve ilgi çekici bir hayat hikâyesi vardır.

Peygamber Efendimiz’in (sav) Hz. Ali ve Hz. Fâtıma’dan doğan ilk torunu olan Hz. Hasan, hicretin 3. yılı Ramazan ayı ortalarında dünyaya geldi (Şubat 625). Doğduğunda babası ona “Harb” adını vermişti ancak Peygamberimiz bu ismi değiştirdi ve kulağına ezan okudu, onun için bir koçu akika kurbanı olarak kesti. Ayrıca Hz. Fâtıma’dan torununun saçlarının kesilmesini ve fakirlere bu saç ağırlığınca gümüş dağıtılmasını istedi.

Her şeyden önce Hz. Hasan güzel ahlakıyla seçilmiş bir çocuktu. İkinci olarak da Peygamber Efendimiz’e benzerdi.

Allah Resulü çocuklara değer verir, onlarla oynar, sevgisini hissettirirdi. Yedi yaşına kadar Hz. Peygamber’le beraber yaşayan Hz. Hasan’ın bu döneme dair pek çok hatırasını biliyoruz.

Mesela Akra b. Hâbis adlı sahabî Peygamberimiz’in Hz. Hasan’ı öptüğünü görünce şaşırdı ve “Benim 10 oğlum var. Onları bugüne kadar öpmüş değilim” dedi. Bunun üzerine Allah Resulü “Merhamet etmeyene merhamet edilmez” buyurarak çocukları öpmenin değerini vurguladı.

Bir seferinde Resûlullah (sav) hutbe verirken kırmızı entarileriyle Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin düşe kalka yanına geldiler. Hz. Peygamber aşağı inerek onları kucağına aldı ve Teğabun Suresi’nin “Mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır” mealindeki 15. ayetini okuyarak “Allah Teâlâ ne kadar doğru söylemiş, onları görünce dayanamadım” deyip hutbesine devam etti.

Hz. Hasan’ın Peygamber Efendimiz’e benzediğinden söz etmiştik. Bir gün Hz. Ebubekir küçük bir çocuk olan Hasan’ın yanından geçerken onu kendi omzuna koyup “Yemin olsun ki, Resûlullah’a benziyor, Ali’ye değil!” diye latifede bulundu. O sırada orada bulunan babası Hz. Ali de gülmeye başladı.

Hz. Ebubekir döneminde Hz. Hasan henüz küçücük bir çocuktu. Hz. Ömer dönemi ise gençliğinin ilk yıllarına rastlar. Hz. Ömer divan teşkilatını kurup Müslümanlara yıllık maaş bağlayınca Peygamberimizin bu iki torununa akranlarından farklı davrandı. Onlara babaları Hz. Ali gibi Bedir ehline ödenen 5 bin dirhem maaş bağladığını biliyoruz.

Hz. Hasan, Hz. Osman döneminde (646’da) Mısır Valisi Abdullah b. Sid b. Ebî Serh’e İfrikıyye bölgesine yönelik seferlere yardım etmek üzere gönderilen orduda yer aldı. 651 yılında ise Kûfe valisi Saîd b. el-Âs komutasındaki orduyla Taberistan fethine katıldı.

Babasına halifelik teklif edildiğinde Hz. Hasan, siyasî kargaşanın rahat bir idareye imkân vermeyeceği gerekçesiyle onu uyardıysa da, Hz. Ali sorumluluktan kaçmaması gerektiğini söyleyerek kabul etti.

» Hz. Ali’nin başkenti: Hz. Ali döneminde başkent yapılan Kûfe, Hz. Hasan hilafeti devredinceye kadar bu fonksiyonunu devam ettirmişti. Kûfe Ulucamii veya Mescid-i Kûfe dünyadaki en eski camilerdendir. 7. yüzyılda inşa edilmiş olup Hz. Hüseyin’in ilk kuzeni Muslim b. Akil ile dostu Hani b. Urve ve devrimci Muhtaru’s-Sakafi’nin mezarları da buradadır. (Foto: Eduard Beau)

Hz. Hasan Halife oluyor

Hz. Ali 24 Ocak 661 günü Hâricî suikastçısı Abdurrahman b. Mülcem tarafından yaralandı ve birkaç gün sonra da vefat etti. Vefat etmeden önce yakınları Hz. Hasan’ın kendi yerine halife seçilmesini tavsiye edip etmediğini sordular. Hz. Ali ne onu tavsiye ettiğini ne de kendilerini onu seçmekten men etti, kararı onlara bıraktı.

Onun vefatından sonra Kûfeliler önce isyancılarla savaşmak üzere kendisine biat etmek istediler. Ancak Hz. Hasan kabul etmedi. Başka alternatifleri olmadığı için Kûfeliler Hz. Hasan’a onun istediği şartlarda biat etmek zorunda kaldılar.

Fakat çok geçmeden Muaviye ordusuyla Irak üzerine yürüdü. Hz. Hasan onu karşılamaya çıktı. Suriye ordusu itaatkâr ve düzenli iken Irak ordusu düzensiz ve başıbozuk vaziyetteydi. Irak ordusunda bir ara Muaviye ile barış yapıldığına dair asılsız bir söylenti de çıktı ve akabinde kendi askerlerinden bazıları Hz. Hasan’ın çadırına saldırarak yağmaladılar. Hatta ordu komutanı Ubeydullah b. Abbas akrabası olduğu halde, bir milyon dirhem karşılığında Muaviye ile anlaşarak karşı saflara geçmişti.

Bu gelişmeler üzerine askerlerine güvenemeyeceğini anlayan Hz. Hasan, Muaviye ile barış yapmaya karar verdi. Aralarındaki mektuplaşmalarda Muaviye oldukça saygılı bir dil kullanıyor, Hz. Hasan da aynı şekilde mukabelede bulunuyordu. Ünlü tarihçi İsfihanî’nin Mekâtilu’t-Talibiyyîn’inden öğrendiğimize göre Muaviye, Hz. Hasan’a şöyle demişti:

“Halkı benden daha iyi kontrol altına alabileceğini, ümmeti daha iyi kuşatabileceğini, daha iyi siyaset sahibi olduğunu, malları daha iyi toplayabileceğini, düşmanla daha iyi savaşabileceğini bilsem itaat çağrına uyardım. Seni buna ehil görüyorum. Ancak biliyorum ki, ben senden daha uzun süre idarecilik yaptım. Ümmeti yönetmek için senden daha tecrübeliyim, daha iyi siyaset sahibiyim ve daha yaşlıyım. Asıl senin benim davetime katılman doğru olur.”

Hz. Hasan için karar vermek zordu. Kendisine halife olarak biat edilmişti ve destekleyen binlerce taraftarı vardı. Ancak bir taraftan Müslümanlar arasında çıkabilecek bir savaşın ümmete vereceği zararı düşünen, diğer taraftan güvendiği Iraklılar arasında birlik ve beraberlik olmadığını gören Hz. Hasan, barışın en isabetli yol olduğu kanaatine vardı.

Feragat ve Muaviye’ye biat

Birkaç mektuplaşmadan sonra Muaviye, Hz. Hasan’a boş bir kâğıt göndererek kendisine biat etmesi halinde tüm taleplerini kabul edeceğini bildirdi. İşte bunun üzerine Hz. Hasan bazı talepler karşılığında hilafet hakkından feragat etti.

Hz. Hasan’ın amcaoğlu Abdullah b. Cafer’in barış sürecindeki gelişmelere dair görüşlerini tarihçi İbn Sa’d, Tabakât’ında şöyle aktarır:

“Hasan bana, ‘Vallahi karar verdim. Senin de bu konuda bana tâbi olmanı istiyorum’ dedi. Ben de ‘Nedir?’ dedim. Hasan ‘Medine’ye çekilmeyi ve Muaviye ile bu işi (kavgayı) sona erdirmeyi düşünüyorum. Çünkü fitne uzadı, kan döküldü, akrabalık bağları koptu ve yarıklar açıldı dedi.’ Bunun üzerine ‘Allah ümmete yaptığın bu hizmetten dolayı seni mükâfatlandırsın. Söylediklerinde seninle beraberim’ dedim”.

Muaviye ile anlaşması yüzünden Hz. Hasan’ın çok eleştirildiğini biliyoruz. Ne var ki o daima yaptığının doğru olduğunu savunmuştur.

Tarihçi İbn Manzur, Lisanü’l-Arab adlı eserinde Ebû Âmir Süfyân b. Leylâ’nın Hz. Hasan Kûfe’ye gittikten sonra yanına giderek “Sana selâm olsun ey müminleri zillete düşüren kişi!” diye hitap etti. Hz. Hasan cevaben, “Ey Ebû Âmir, böyle deme! Ben müminleri zillete düşürmedim. Ancak iktidar uğruna sizi veya onları öldürtmeyi çirkin gördüm” şeklinde bir açıklama yaptı.

Ayrıca eleştirilere cevap sadedinde adamlarından ileri gelenleri Medâin Sarayı’nda toplayıp şöyle konuştuğunu biliyoruz:

“Ey Irak halkı! Sizi terk etmeyi düşünseydim üç şey için terk ederdim: Babamı öldürmüş olmanız, gelirlerimi kesmeniz, bir de eşyalarımı talan etmenizden dolayı. Sizler barıştıklarımla barışmak ve savaştıklarımla savaşmak üzere bana biat ettiniz. Ben Muaviye’ye biat ettim, siz de onu dinleyin ve ona itaat edin.”

Yukarıda Hz. Hasan’ın Muaviye ile anlaşırken bazı taleplerde bulunduğunu görmüştük. Peki neydi bu talepler?

Hz. Hasan, Muaviye’den kendisine bazı yerlerin harç (toprak vergisi) geliri ile yıllık belli bir miktar para verilmesini istemişti.

Haracı tahsis edilen yerler ile paranın miktarı hakkında farklı bilgilere rastlıyoruz. Şiîler bu anlaşmada parayla ilgili şartların bulunduğunu reddetseler de, kaynaklarda geçer. Hz. Hasan’ın bazı sorumluluklarını yerine getirebilmek ve kişisel masraflarını karşılayabilmek için bir miktar para istemiş olması mümkündür.

» Osmanlı’nın vefası: Cennetü’l-Baki Kabristanı’na ait bu eski resimde olduğu gibi Hz. Hasan’ın mezarı üzerine Osmanlılar tarafından yaptırılmış bir türbe bulunuyordu. Bu yapılar Suudi Arabistan tarafından yıktırılmıştır.

Dedesinin yanına gömülemedi

Şartlardan bir diğeri de Hz. Ali’ye lanet okunmamasıydı. Geçmişte yaşananlar sebebiyle kimsenin takibata uğramaması da istekleri arasındaydı.

Barıştan sonra Hz. Hasan Medine’ye yerleşti. Siyasetten uzak, sade bir hayat yaşadı ve yaklaşık 10 yıl sonra 669’da orada vefat etti.

Vefat sebebi hakkında farklı görüşler ileri sürülmüşse de, büyük bir ihtimalle hastalanarak hayatını kaybetmiştir. Cenaze namazı Medine Valisi tarafından kıldırılmıştı. Vefatı sırasında 45-46 yaşlarındaydı.

Ne var ki, Hz. Hasan’ın sıkıntıları vefatıyla bitmedi, nereye defnedileceğiyle ilgili bir sorun yaşandı.

Hastalığı sırasında Hz. Peygamber’in yanına gömülmeyi vasiyet etmiş fakat bunun fitneye yol açması halinde Bakî Mezarlığı’na defnedilmeyi istemişti. Hatta vefatından önce Hz. Âişe’ye haber göndererek Resûlullah’ın yanına gömülme izni istemiş, o da kabul etmişti. Lakin buna o dönemde Medine’de bulunan Mervân b. el-Hakem liderliğindeki Emevîler karşı çıktı. Hâşimoğulları ile Ümeyyeoğulları arasındaki gerginlik giderek büyüdü. Ancak Ebû Hüreyre’nin araya girmesiyle kavgadan vazgeçildi ve sonuçta Hz. Hasan’ın naaşı Bakî Mezarlığı’na defnedildi.

Kaynaklar Hz. Hasan’ın dünya malına önem vermediğini belirtir. Nitekim malını iki defa Allah rızası için dağıttığı, üç defa da ikiye bölerek paylaştırdığı bilinir. Yardım isteyene mutlaka elini uzatırdı. Muhtaç biri kapısına geldi mi, geri çevirmekten utandığını söylerdi.

Hz. Hasan’ın babasının zamanından beri barışa taraftar olduğunu ve fitneye engel olmaya çalıştığını görüyoruz. Bu tavrı hilafete gelişiyle uygulama alanı bulmuştu.

Öncülüğünü yaptığı barışa muhalif olanlara karşı sert bir tutum içine girmemesi, ikna yoluna gitmesi, hatta şahsına yapılan hakaretlere soğukkanlılıkla cevap vermesi olgun bir şahsiyete sahip olduğunu gösterir. Gerek Kûfe’de, gerekse Medine’ye yerleştikten sonra şahsına hakaret edenlere karşı takındığı tutum zamanla onların sevgisini kazanmasına yol açmıştı.

Hz. Hasan’ın her gece vitir namazında dedesinin öğrettiği şu duayı okuduğu bilinir:

“Allah’ım! Hidayet ettiklerin içinde bana da hidayet ver. Afiyet verdiklerin içinde bana da afiyet ver. Dost edindiklerin içinde beni de dost edin. Bana verdiklerine bereket ihsan eyle. Hükmettiğin şeylerin şerrinden beni koru. Çünkü sen hükmedersin ama kimse sana hükmedemez. Hiç şüphesiz sana dost olanlar zelil olmaz. Ey Rabbimiz! Sen yüce ve aşkınsın”.

Hz. Hasan verdiği tarihî kararla Müslümanların birbiriyle savaştığı ve yaklaşık 90 bin kişinin öldüğü fitne dönemini sonlandırmıştı. Öte yandan bu kararın sonucunda Hilafetin Hz. Muaviye’ye devriyle Emevi Devleti kurulacak ve böylece Raşid Halifeler dönemi sona erecekti.

» Kerbela’dan önce: Fuzulî’nin Hadikatü’s-Süedâ adlı eserinden acıklı bir sahne. Hz. Hasan ölüm döşeğinde yatarken kardeşi Hz. Hüseyin onu ziyaret ediyor. (Metropolitan Museum)

Biat Merasimi

Tarihçi İbn Sa’d anlatır:

Anlaşma için Muaviye Kûfe’ye geldi, halk etrafında toplandı ve Hz. Hasan ona biat etti. Muaviye konuşma yapmasını isteyince Hz. Hasan minbere çıktı, Allah’a hamd ü sena ettikten sonra şunları söyledi:

“Vallahi eğer doğudan batıya kadar benim ve kardeşimin dışında dedesi Peygamber olan bir adam arasanız bulamazsınız. Muaviye’ye biat etmiş bulunuyoruz. Biz düşündük ki, Müslümanların kanlarının durdurulması, akıtılmasından hayırlıdır.”

Sonra parmağıyla Muaviye’yi işaret ederek Enbiya Suresi’nin 21. ayetini okudu:

“Vallahi bilmem; belki de bu mühlet, sizin için bir imtihan ve bir vakte kadar yararlanmadır.”

Bunun üzerine Muaviye öfkelenerek neyi kastettiğini sordu. Hz. Hasan da “Allah neyi kastetmişse onu” diye cevaplandırdı.

Küçük süvari!

Bir gün Resûlullah Efendimiz (sav) sevgili torunu Hz. Hasan’ı omzuna almıştı. Onları gören birisi “Ey çocuk! Ne güzel bir bineğe binmişsin!” diye takılmış, Resûlullah Efendimiz de aynı şahsa “Omuzdaki de ne iyi bir süvari!” diye aynı şekilde bir latifeyle karşılık vermişti.