Türkçe konuşmayan cezasını öder
Hiçbir gerekçe, anavatanlarından kopup Cumhuriyet yönetimine sığınan göçmenlere ana dilleriyle konuştukları için ceza verilmesini haklı kılamaz
Raif Kaplanoğlu
Tarihçi - yazar / Bursa Araştırmaları Vakfı Genel Sekreteri.
______________________________________________
Eylül ayının 26’sında kutlanan Dil Bayramı vesilesiyle Türkçeyi milletin dili olarak benimsetme faaliyetlerinden “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyasının bilinmeyen yönlerini, şaşırtıcı tanıklıklar ve belgeler eşliğinde sayfalarımıza taşıyoruz.
Osmanlı Devleti’nde 19. yüzyıl sonlarında ilk milliyetçi oluşumlar başladığında Türkçülük bir dil hareketi olarak ortaya çıkmıştı. Özellikle İttihatçıların yönetimi tamamıyla ele geçirdiği 1913’ten sonra Türkçeyi korumak adına birçok ilginç girişimde bulunulmuştu. Ulusal bir devlet olma amacındaki Türkiye Cumhuriyeti ise ülke sınırları içinde yaşayan farklı toplulukları dikkate almadan tek bir dil oluşturma projesini gerçekleştirme yoluna girmişti. İlk Türkçe sözlüklerin hazırlanması milliyetçilik ve Türkçülük hareketinin başlangıcı sayılıyordu.
1880’lerde vuku bulan ‘93 göçleri’ sonrasında Kafkasya’dan Anadolu’ya gelen göçmenlerin neredeyse tamamı ile Rumeli’den gelen Pomaklar, Boşnaklar ve Arnavutlar Türkçe bilmiyorlardı. Bu nedenle İttihatçılar Türkçülük ve milliyetçilik akımını yükselterek Türkçeye ilgiyi arttırma yoluna gittiler.
Örneğin Bursa İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin teşvikiyle kurulan Lisan-ı Osmanî Cemiyet-i Hayriyesi (Osmanlı Dili Hayır Cemiyeti) adlı dernek başta Museviler olmak üzere Bursa’daki yabancılara Türkçeyi öğretmeyi amaçlıyordu (Bursa gazetesi, 6 Nisan 1909). 1911 yılındaki bir başka gazetede ise “Resmî dairelerde mühür Türkçe olur” denilerek bazı kurumlarda Fransızca mühür kullanılması eleştirilmişti (Ertuğrul, 28 Temmuz 1911).
Yine aynı yıl Bayındırlık’ın kullandığı resmî evrakın bir bölümünün Fransızca yazılmış olması da gazetelerde şiddetle eleştiriliyordu (Ertuğrul, 3 Ağustos 1911).
1913 yılında Bursalı gençler sinema afiş ve yazılarının Türkçe olması için eylem yaparken (Ertuğrul, sayı 202), ertesi yıl Gemlik’te Rum belediye başkanının bastırdığı Rumca makbuzlar dönemin gazetelerinde oldukça sert bir tepkiye neden olacaktı.
Türkçe seferberliği
Cumhuriyet dönemine geldiğimizde Türkçe konuşmayanları cezalandırma girişimleri 1928 yılında “Vatandaş, Türkçe Konuş” kampanyasıyla başlatılmıştı.
Darülfünun Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti’nin 13 Ocak 1928’de yapılan kongresinde kabul edilen beyannameye göre “Türkiye’de Türkçeden başka lisan kullanmak, Türk hukukunu tanımamak” demekti.
Bu kararı hemen uygulamaya geçirmeye çalışan Talebe Cemiyeti, yetkili mercilerden izin alarak “Türk Vatanında Yalnız Türkçe Konuşulmalıdır” ve “Vatandaş, Türkçe Konuş” yazılı pankartları gemi, tramvay ve toplu taşıma araçlarına astılar.
Kampanyayla hem gayrimüslimler, hem de anadili Türkçe olmayan Müslüman topluluklar kamusal mekânlarda Türkçe konuşmaya zorlanmış oluyorlardı.
Bu adımın devamı gelmekte gecikmeyecek, Türk Ocaklarında düzenlenen toplantıda “umumi yerlere Türkçe konuşulmasını tavsiye eden” tabela ve flamaların asılması, okullarda konuyla ilgili konferanslar verilmesi kararlaştırılacaktı.
Aradan beş yıl geçmişti ki, 23 Şubat 1933’te yaşanan ünlü “Vagon Li” protestosu Türkçe konuşma davasını bir kez daha gündeme getirdi. Uluslararası Yataklı Vagonlar Şirketi Vogon Li’nin Beyoğlu şubesi Müdürü Dr. Gaetan Jannoui’nin, şubede görevli Naci Bey’i Türkçe konuştuğu için görevinden uzaklaştırması Türk basınının ve üniversite gençliğinin sert tepkisi ile karşılanmıştı (Milliyet, 26 Şubat 1933; Cumhuriyet, 24 Şubat 1933).
Aynı tarihlerde yapılan Türk Ocakları Kongresi’nde Bursa ve Balıkesir belediyelerinde Türkçe konuşmayanlara ceza kesildiği iddia ediliyordu.
Kaynaklara bakılacak olursa, “CHP milletvekili Sabri Toprak, 27 Aralık 1937 tarihinde millî Türk dili yerine yabancı dil kullananların cezalandırılması hakkında bir kanun tasarısı vermişse de kabul edilmediği için bu ceza düşünce aşamasında kalmıştır”.
Anlayacağınız, dönemin hükümeti Türkçe konuşmayanlara ceza vermek istemiş ama bunu kanunlaştıramamıştı. Dolayısıyla bugüne kadar söz konusu cezalandırma işlemlerine ilişkin bir belge bulunmayıp söylenenler birer iddia düzeyinde kalmıştı.
Belgeler ne söylüyor?
Ancak yıllardır anlatılagelen ve gerçek olup olmadığını tartıştığımız “Türkçe konuşmayanlara ceza verilmesine ilişkin” iddiaları kanıtlayacak belgeler artık elimizdedir! Görünen o ki, ilgili makamlar Türkçeden başka dilde konuşanlara resmen ceza kesiyorlarmış. Hem de yasalara gerek duymadan…
Gelin, ilgili belgelere ve bunlarda değinilen ceza gerekçelerine beraberce göz atalım.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında Bursa’nın 21 Boşnak köyünde Boşnakça, 45 Gürcü köyünde Gürcüce, 35 Çerkez köyünde Çerkezce, 5 Laz köyünde Lazca, 9 Abhaz köyünde de sadece Abhazca konuşuluyordu. 70 kadar mübadele köyünün büyük bölümünde ise Rumca ve Pomakça konuşulmaktaydı.
Nitekim 1927 yılında yayınlanan Bursa Coğrafisi adlı kitapta Bursa’da yaygın biçimde Laz, Gürcü, Girit, Yanya ve Preveze göçmenlerinin kendi dillerini konuştuğu ancak Kürt, Boşnak ve Arnavutlar gibi ufak gruplar halinde bulunan göçmenlerin kısa sürede şehre uyum sağladıkları kaydedilmiştir.
Aynı kaynaktaki şu cümleler dikkat çekicidir:
“Museviler çoğunlukla İspanyolca konuşmakta. Bunlar, yüzyıllardan beri Türkiye’de yaşamalarına karşın Türkçeyi öğrenme ihtiyacını duymamışlar. Ticaretle uğraşan Museviler Türkçeyi bir dereceye kadar öğrenmesine karşın hiç Türkçe bilmeyenler dahi var.”
Bursa’da Türkçe konuşmayanlara kesilen cezaları incelediğimizde karşımıza cezalandırılanların sadece Arnavutlar ile Museviler olduğu gibi şaşırtıcı bir durum çıkar. Çünkü bu tarihte şehir merkezinde yaşayanlar içinde ana dili Türkçe olmayanlar sadece Museviler ve Arnavutlardır.
Elimizdeki belgelerde kesilen cezaların tamamı 1925 yılına ait olup 30-40 kadar ceza belgesinin belirlendiğini belirtelim. Genellikle kahvehanelerde yapılan konuşmalar için ceza kesildiği dikkat çekmektedir. Bir bölümü de Uzunçarşı ve Koza Hanı gibi çarşı ve dükkânlarda yapılan konuşmalar nedeniyle Musevi yurttaşlara kesilmişti (KA. Beld, F/74, 1244).
Bir olayda gazinoda Musevice konuşanlara (KA. Beld, E/73, 1814), bir diğerinde de Koza Hanı’na koza satmaya gelen Musevi kadınlarıyla Musevice konuşan Bursa’nın önde gelen fabrikatörlerinden David Kohen’e ceza verildiğini görüyoruz.
Tabii kadınlar da cezalandırılmaktan kurtulamamışlardı. Cezalı hanımlar içinde Bursa’nın ünlü fabrikatörlerinden (Bahar) Çokarel’in gelini Ruze, Frankal kızı Havva da bulunmaktaydı. Umumi, yani halka açık yerlerde Türkçe konuşmayanlara ceza kesen kurum Bursa polisi veya mahkemesi değil, Bursa Belediyesi idi. Ancak bu ceza, basit bir zabıta memurunun makbuzu ile gerçekleşmiyordu. Her ceza Bursa Belediye Encümeni tarafından karara bağlanmıştı. Üstelik Bursa Belediyesi halka açık yerlerde Türkçeden başka bir dil konuşanlara ceza vermek için yeni bir yasaya da gerek görmemişti.
Peki hangi yasa veya hangi gerekçeyle ceza kesilebilmişti?
Her cezaya bir gerekçe gerek
Bursa Belediye Encümeni kararlarında verilen cezanın hem amacı, hem de gerekçelerinin mutlaka yazıldığı görülüyor. Ne gariptir ki, verilen cezaya bugün bile geçerli olan 1924 Anayasası’nın 2. maddesi dayanak olarak gösterilmiştir. Bursa Kent Arşivi’nde bulunan birçok belgede “Teşkilat-ı Esasiye’nin 2. maddesi mucibince Türkiye Cumhuriyeti’nin resmî dili Türkçedir” denilerek ceza kesildiği görülüyor.
Bazı kararlarda da gerekçe olarak, “Türkiye ahalisi din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibarıyla kanun-i mezburun 88. maddesi mucibince bazılarının kadimi lisanlarıyla konuşmakta oldukları ve bu halin milli gayelerimizi te’kid ettiği” öne sürülmüştür. Bu gerekçede cezaya dayanak olarak gösterilen Ceza Yasası’nın 88. maddesi şöyledir:
“Türkiye’de din ve ırk ayırt edilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese Türk denir. Türkiye’de veya Türkiye dışında bir Türk babadan gelen yahut Türkiye’de yerleşmiş bir yabancı babadan Türkiye’de dünyaya gelip de memleket içinde oturan ve erginlik yaşına vardığında resmî olarak Türk vatandaşlığını isteyen yahut Vatandaşlık Kanunu gereğince Türklüğe kabul olunan herkes Türk’tür. Türklük sıfatının kaybı kanunda yazılı hallerde olur.”
Bir başka belgede “Teşkilat-ı Esasiye’nin 2. maddesi mucibince Türkiye Cumhuriyeti’nin resmî dili Türkçedir. Türkiye ahalisi, din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibarıyla kanun-i mezburun 88. maddesi mucibince Türk olmadığı, bunlardan bazılarının memleket-i kadimî lisanlarıyla konuşmakta oldukları görülmekte ve bu hâl milli gayelerimize (uymadığı) cihetle” şeklinde ayrıntılı açıklamalar yapılıyordu (KA. Beld, F/74, 1163).
Son günlerinde Osmanlı İmparatorluğu tabiri caizse Anadolu’ya doğru içine büzülürken, dört bir tarafından gelen Müslüman ve Türk unsurların oluşturduğu çoklu etnik yapı, ulusal devlet oluşturmaktan çok, imparatorluğun bir minyatürü gibi görünüyordu.
Ulus-devlet sürecinde devletin Türkçeye önem vermesi elbette son derece önemliydi. Ancak hiçbir gerekçe, anavatanlarından kopup Anadolu’daki Cumhuriyet yönetimine sığınan göçmenlere ana dilleriyle konuştukları için ceza verilmesini haklı kılamaz.
Dükkânda dahi Türkçe konuşula!
Uzunçarşı’da 95 numaralı Bezzaz Moiz Sergi ile babası Kemal ve tezgahdarı Moiz ve Sarraf Paşove ve Bezzaz Şaviya oğlu Mişon mezkur dükkânda suret-i aleniyede Türkçe’nin gayrı lisanla konuştukları işbu müzekkirede beyan olunmasına ve harekât-ı vakıaları (bu hareketleri) mukarrerat-ı belediyeye muhalif bulunmasına binaen
umur-ı belediyeye müteallik ahkâm-ı cezaiye kanununun 5. maddesi mucebince beşinden de beşer lira ceza-yı nakdi ahzına (alınmasına), vermedikleri takdirde beher lira için birer gün hapsedilmek üzere müddei-i umumiliğe (Savcılığa) müzekkire yazılmasına 24 Teşrinievvel 1341/1925 tarihinde karar verildi. (KA, Belediye F73, 1884/81)