Türk sembolleri bize ne söyler?
Türk sembol ve motifleri bize neler anlatıyor, öğrenmek ister misiniz? Sembollerin ışığında insanın tekâmül sürecini okuyalım mı beraber? Gelin büyüteçlerimizi çıkarıp işe başlayalım.
Bu ay ‘Derin Kitap’a hızlı bir giriş yapıyorum ve harika bir araştırma kitabıyla satır başı yapalım diyorum değerli okurlarım, ne dersiniz?
Gözde Sazak’ın Türk Sembolleri: Hun Dönemi Türk Motif ve Sembollerinin Sanata ve Hayata Yansıması elime ulaştı. Eserin ilk bölümünde Hunların özgeçmişine yer veriliyor, ikinci kısımda ise “arkeolojik kaynaklar” üzerinden bu tarih yineleniyor. Asıl önemli ve vurucu olan üçüncü bölümde ise motiflerin sanatla hayata yansıması karşımıza çıkıyor.
Eser hem içerik, hem de görselleri açısından tam bir referans kaynağı. Prestij eserler cümlesinden…
Gözde Sazak bu kitabı için Rusya’daki Hermitage Müzesi’nde araştırmalarda bulunmuş, Orta Asya Türk soylu budunların kurganlarda ele geçmiş gündelik/kullanılan eşyaları (ve sanatsal objeleri) üzerinde çalışmış. Amacıysa Türk motif ve sembollerinin arkasında yatan anlamları ortaya çıkarabilmek.
Sosyal bilimlerde disiplinler arası çalışmak 21. yüzyılın cesaretlendirdiği bir yöntemdir. Sazak, sanat tarihimizi daha iyi anlayabilmek/kavrayabilmek için ‘idrak’ (cognitive) odaklı yaklaşımlar doğrultusunda çözümleme çerçevesini idrak psikolojisi, idrak antropolojisi ve idrak arkeolojisi gibi yeni gelişen dalların üzerine inşa etmektedir.
Yöntem bellidir. Ya malzeme? İlginçtir, Sazak Hermitage Müzesi’ndeki görsel envanteri okumak/okuyabilmek için sözel malzemeye başvurur: “Türk destanları”. Bir başka deyişle Sazak vazolarda, tokalarda ve at koşumlarında gördüğü motiflerin, efsanelerimizin “story board”unda hangi kareye isabet ettiğini bulma peşindedir. Bu zorlu uğraşı başarıyla tamamlar ve yap-bozun parçalarını birleştirir. Tablo, tek bir “döngü”ye işaret etmektedir: Bizim 3A ilkesi ile vurguladığımız Yaradılış ve Evriliş kozmolojisine! Ama nasıl? İşte bu bağlamda kurgu önem kazanmaktadır. İşin sihri de burada yatmaktadır.
Sazak’a bakılırsa anahtar kavramımızın adı “böke”dir. Böke’nin zaman/ mekân atlasında başkalaşımı, hayatın özündeki tekâmül zincirini/silsilesini yansıtır. Şöyle ki, böke önce suda resmedilmektedir. Balıktan ejderhaya dönüşümü figürlerde görülmektedir. Ancak böke ile “hayat ağacı” arasında da “rabıta”, daha doğrusu “özdeşleşme” vardır ve birlikte tasvir edilmektedir. Altay mitolojisinde kozmik ağaç başta gelen kutsallardandır. “Kökleri dağların (altın veya demir) altındaki su ile beslenen ve içinde hayat suyunu barındıran, yerden göğe yükselen çam, kayın ağaçları nezdinde Hayat Ağacı ile kökleri göğün başladığı yerde bulunan ve belki de ruhları göğe uçmuş ataların sembolü olan (ilk yaratılan gökteki ölümsüz şamanın gök ağacı (Tuba Ağacı) geçmiş ve geleceği, madde ve manayı birleştirerek ölümsüzlüğü sembolize etmektedir.”
Ağaçların serpiliş yönleri cihetiyle ortaya çıkan çembere dikkatinizi çekerim.
Kemalat’a giden yol Dairemsi hareket, yani devir, balığın balıkçıl kuşla mücadelesiyle başlar. Çeşitli objelere kazınmış figürlerde belli bir akış içinde kuş, kurt, kaplan, boğa, geyik, deve ve en sonunda kartala kadar farklı cinsten hayvanların birbirine girdikleri/savaştıkları işlenmiştir. Ne var ki, gözlerimiz ve onların arkasındaki algılama perdemiz bizi yanıltmasın. Bu basit bir doğa kanunu diye geçiştirilecek “besin zinciri” hadisesi değildir.
Sazak, söz konusu devranı bir kut/ güç alışverişi şeklinde değerlendirmektedir. Hayvanların teması ve birinin yenilerek tasfiye olması aslında kaybedenin melekelerinin diğer hayvana geçişini sembolize etmektedir. Bu türün esma ve sıfatlarının diğerine katılışı veya eklemlenmesi…
İlginç olan, bu köprü işlevselliğindeki devirde iki sürecin de bir arada/iç içe yaşamasıdır. Birinci süreç, bütünleşmeye doğrudur. Adeta hayvanların temsil ettiği özelliklerin bir havuza dökülüşü gibi... İkincisi ise bilgeleşmeyi içermektedir. Her birleşme daha üst seviyeye çıkan bir basamaktır adeta. Sazak, bu çift devri daha üst bilince (idrake) varılması şeklinde yorumluyor. Kemalat’a giden yol… Yükselme, uruc… Bu akış, “Kut-Alp”te devrini tamamlayacaktır.
Kartal’dan şamana ve kağana varılır. Mitolojiler kartalın evinin gökteki Tuba Ağacı olduğunu ve bu ağacın dallarında gelecekteki nesillerin yuvalarının bulunduğunu işlerler. Dolayısıyla Kut-Alp, kutsallaşmaya yönelik yükseliş sürecinin son, yani tekemmül etmiş halkası ve dahi ürünüdür, kâmil idrak sahibidir. Âlemin içinde dürüldüğü, temsil edildiği/hemhal olduğu bir âdemdir. Felekleri çevirendir, o. Ünlü Türk klasiği Kutadgu Bilig’te yazıldığı gibi “Bak, feleği yarattı, durmadan döner/Onunla birlikte hayat da durmadan devreder.”
Ezcümle Sazak’ın çalışması okundukça Orta Asya Türk geleneğinde bulunan mistik/metafiziksel damarın İslam öncesi dönemde bile tasavvufî anlayışla nasıl uyuştuğu çarpıcı bir şekilde kanıtlanmaktadır. Türklerin İslamla şereflenme sürecinde Pir-i Türkistan Yesili Hoca Ahmed Yesevî’den etkilenmeleri boşuna değilmiş demekEzcümle Sazak’ın çalışması okundukça Orta Asya Türk geleneğinde bulunan mistik/metafiziksel damarın İslam öncesi dönemde bile tasavvufî anlayışla nasıl uyuştuğu çarpıcı bir şekilde kanıtlanmaktadır. Türklerin İslamla şereflenme sürecinde Pir-i Türkistan Yesili Hoca Ahmed Yesevî’den etkilenmeleri boşuna değilmiş demek
Değerli araştırmacı Sazak’ı kutluyor ve araştırmasını yukarıda altını çizdiğim istikâmette geliştirmesini diliyorum.
100 yıl sonrasını okumak
Bu ay odaklanmak istediğim ikinci eser Bedri Mermutlu’nun yayına hazırladığı kısa bir risale: Yirminci Asırda Âlem-i İslâm ve Avrupa Siyaseti. Bu etüt, Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi’ye (1865-1914) ait Ahmed Hilmi Bey, doğru sözlü olduğundan her devirde dokuz köyden kovulanlardan! Eğitimi iyi, ama özgürlük tutkusu onu Sultan Hamid’e muhalif kılmış. Yurt dışına kaçmış, yakalanmış, Fizan’a sürülmüş. İttihatçılar gelince, onlara da yaranamamış. Ama hep yazmış, anlatmış. Gazeteci, aydın bir zat anlayacağınız. Telif eserleri de çok.
Önümdeki eseri, Batı’nın İslam Dünyası’na bakışını irdeliyor. Bu âlemdeki Selefi-Sufî kavgasına değiniyor, arka planındaki emperyalizm düşüncesiyle birlikte…
Öyle ki, 100 sene önce yazılan bu satırları okudukça acaba bugün mü yazıyor, diye düşünebilirsiniz. Acaba tarih tekerrür mü ediyor? Yoksa bazı şeyler hiç mi değişmiyor?
“Vahhabilerin en ziyade hücum ettikleri şeylerden biri de tarikatlar olup İngilizler ve Fransızların en ziyade işlerine gelen budur. Afrika’da, kısmen Hint’te ve daha birçok yerde İslamî metanet sırf tarikatlar sayesinde muhafaza edilmektedir. Afrika’da İslamiyeti neşr ile İslam âlemine bir asırda 30 milyon nüfuz kazandıran, tarikatlardır.
Tarikatlar ıslah edildiği ve kaba zühd veya tembellik yerine din aşkı ve İslamı yayma fikirlerini havi bir ‘zühd-i kerim faalane’ ikâme olunduğu gün binlerle seyyah İslam âlemini dolaşacak ve Müslümanları sevgi ve ittihada davetle ikaz ve irşad vazifesini ifa edecektir. Burasını İngilizler ve Fransızlar pek güzel biliyor ve bu tehlikeyi görüyorlar.”