Teravih namazı Hz. Peygamber (sas) sünnetidir
İslam âlimi, politikacı ve devlet adamı Prof. Kâmil Miras (1874-1957) Tarih Dünyası dergisinin 1 Ocak 1965 tarihli sayısında çıkan “Bir Ramazan Musahabesi-Teravih Namazı” başlıklı yazısını takdim ediyoruz.
Ramazan ayına mahsus ibadetlerimizden birisi de teravih namazıdır. Teravih namazının Ramazan’a olan bu nisbet ve hususiyetinden dolayı camilerimiz bu ayda elektrikle donatılır. Elektriği bulunmayan yerlerde kandillerle süslenir ve bir meserret kaynağı olur. Teravih namazları bu nuru istiğrak içinde cemaatle kılınır. Halbuki cemaatle kılınması da teravih için ayrı bir nur, ayrı bir sürur membaı olur. Cemaatle kılınmak farz namazlara ait hususî bir şereftir. Umumiyetle sünnet ve nafile namazlar cemaatsiz ayrı ayrı kılınır. Bu umumî kideden yalnız teravih müstesna olarak sünnet bir namaz olduğu halde cemaatle kılınmak şerefini haizdir. Bu sebeple Ramazan’dan başka zamanlarda farz namazlarla bile ilgilenmeyen kimselerin teravih namazına dinî bir vecd ile devam ettiklerini görürüz.
Teravih namazı, istirahat ibadeti demektir. Resul-i Ekrem Efendimiz bu namazı kılarken her dört rekât arasında bir müddet istirahat buyurduğu için bu namazımızın her dört rekâtine bir teraviha denilmiş ve yirmi rekâtine de cemi sıgasiyle teravih namı verilmiştir. (...)
Teravih namazının hatim ile kılınmak gibi bir hususiyeti daha vardır ki: Otuz cüz’den ibaret olan Kur’an-ı Kerim’in her cüzünün bir teravih namazında okunması suretiyle Kur’an’ın hatim edilmesidir. Hatimle teravih kılmak oldukça külfetli olduğu için çok az müminlerin iştirakı ile kılına gelmiştir. Teravih namazının Peygamberimiz ve ashabı zamanlarına ait olmak üzere ve cemaatle, cemaatsiz kılınmak suretiyle geçirdiği bir tarihi vardır. Bunun bütün safhalarını Buhari’nin Sahih’i ile öbür hadis kitaplarından şu suretle hulâsa ediyoruz: Asr-ı Saadette teravih namazı cemaatsiz münferiden kılındı. Yalnız Peygamber Efendimiz iki yahut üç kere gece yarısında cemaatle kıldırdı. Cemaat tarafından da bu mübarek namaza karşı pek ziyade rağbet gösterilmişti. İkinci, üçüncü gece cemaat son derece artmıştı. Üçüncü yahut dördüncü gece Resul-i Ekrem teravih kıldırmağa çıkmadı. Ertesi gün sabah namazından sonra bunun sebebini izah ederek: “Teravih kıldırmağa benim için bir mâni yoktu. Yalnız sizin bu namaza karşı fazla alâka ile devam etmeniz üzerine farz kılınmasından, sonra da devamsızlığınızdan endişelendim. Artık bu Ramazan namazını evlerinizde kılınız!” buyurdu. Bunun üzerine münferiden kılınmağa başlandı. Hz. Ebubekir’in (ra) hilâfeti zamanında da bu suretle cemaatsiz kılınmağa devam olundu…
Hz. Ömer’in (ra) hilâfetinin ilk günleri de bu suretle geçti. Ömer, bir Ramazan gecesi mescitte herkesin münferiden teravih kıldıklarını görünce yanında bulunanlara: “Bu cemaati bir imam arkasında toplamak daha doğru olacaktır!” dedi. Ve Übeyn bin Kâb’ı teravih imamı tayin etti. O zamandan itibaren cemaatle kılınmağa başlandı. Ashaptan hiçbirisi cemaatle kılınmasına itiraz etmediği gibi ashabın en yüksek âlimlerinden Hz. Ali: “Allah Ömer’in kabrini nurlandırsın! Nasıl ki o bizim mescitlerimizi teravih namazının feyzi ile nurlandırdı” diye cemaatle kılınmasını tahsin etmiştir. Bu hususta hatıra gelebilen bir suali İmam Ebu Yusuf, üstadı İmam-ı Âzam’dan sormuştur: “Teravih namazının hükmü nedir? Bu namazın cemaatle kılınması Peygamber tarafından bırakıldığı halde Hz. Ömer nasıl bir delile istinat ederek ihya etmiştir?” İmam-ı âzam şöyle cevap vermiştir: “Teravih namazının Peygamberin devamlı kıldığı ve hiç bırakmadığı sünnet-i müekkede olduğunda şüphe yoktur. Bunun cemaatle kılınması Hz. Ömer’in kendi içtihadı eseri değildir. Belki Peygamber zamanında carî olan ve farz kılınır endişesiyle bırakılan bir sünneti ihya etmekten başka bir şey değildir.