Tehcirin ayak sesleri
1915 sevk ve iskânyasasına giden süreçteErmeni çetecilerinisyan hareketleribölgedeki Müslümanhalka büyük zararlarvermişti. Peki isyanlarneden çıkmıştı? DoğuAnadolu’yu kendilerinehedef seçen çetelerinkanlı girişimleri nasılsonuçlandı? Bankabasıp şehirleri ayağakaldıran isyancılarahangi ülkeler destekvermişti?
Ermeniler 1877-78 Osmanlı- Rus Savaşı sonunda Rusya’dan “İşgal ettiği Doğu Anadolu topraklarından çekilmemesini, bölgeye özerklik verilmesini veya Ermeniler lehine ıslahat yapılmasını” talep etmişlerdi. Bu isteklerle Ermeni sorunu ilk kez ortaya çıkacak ve uluslararası bir boyut kazanacaktır.
Savaşın ardından imzalanan Ayastefanos Antlaşması’nın Osmanlı Devleti’nin kabul etmek zorunda kaldığı 16. maddesi “Ermeni Sorunu”nun ilk kez bir uluslararası belgeye yansıması ve “Ermenistan” diye bir yerin varlığından söz edilmesi açısından büyük önem taşır.
16. madde şöyledir: “Ermenistan’dan Rusya askerinin istilası altında bulunup Osmanlı Devleti’ne verilmesi gereken yerlerin boşaltılması oralarda iki devletin dostane ilişkilerinde zararlı karışıklıklara yol açabileceğinden Osmanlı Devleti Ermenilerin barındığı eyaletlerde mahallî menfaatlerin gerektirdiği ıslahat ve düzenlemeyi vakit kaybetmeksizin yapmayı ve Ermenilerin Kürtler ve Çerkezlere karşı güvenliklerini sağlamayı garanti eder”.
1878’de toplanan Berlin Kongresi’nde imzalanan antlaşmanın 61. maddesi bu maddenin yerine şu hükmü getirmiştir: “Osmanlı Hükümeti, halkı Ermeni olan eyaletlerde mahallî ihtiyaçların gerektirdiği ıslahatı yapmayı ve Ermenilerin Çerkezler ve Kürtlere karşı huzur ve güvenliklerini garanti etmeyi taahhüt eder ve bu konuda alınacak tedbirleri yabancı devletlere bildireceğinden bu devletler söz konusu tedbirlerin uygulanmasını takip edeceklerdir”.
Böylece Ermeniler, Ruslar ve İngilizler tarafından kullanılmaya başlanmış; İngiltere’nin elinde Rus yayılmacılığına karşı ileri karakol vazifesi görmüşlerdir.
Komitelerle kavga başladı
Lakin Berlin Antlaşması’ndan sonra umduklarını bulamayan Ermeniler, 1880’lerin sonlarına doğru örgütlenmelerini tamamlamış, komiteler kurmuş, sıra amaca yönelik eylemlere gelmişti. En önemli iki örgüt olan Hınçaklar ve Taşnaklar Osmanlı toprakları dışında kurulmuştu. Ermenileri Osmanlı’ya karşı harekete geçirmeye çalışan bu örgütler terörü en etkili yöntem olarak benimseyeceklerdi.
İhtilâlci Ermeni komiteleri kendilerine taraftar ve destekçi bulmak, parasal kaynak sağlamak amacıyla dindaşlarını tehdit ederek üzerlerinde baskı kurmaktan geri kalmamışlardı. Ermenileri ihtilâlci komitelere girmeye zorlamış, tehditlere boyun eğmeyenler izlenerek öldürülmüş veya yaralanmışlardı.
Hınçak (“Çan Sesi”) Komitesi, aslen Kafkasya Ermenilerinden Rus uyruklu Avedis Nazarbeg ile eşi Maro ve Kafkasyalı diğer öğrenciler tarafından 1887’de İsviçre’de kuruldu. Komite düşüncelerini yaymak için Hınçak isminde bir gazete çıkarmıştı. Yönetiminde ve üyeleri arasında çoğunluğu Rus uyruklu Ermeniler oluşturuyordu. Kendisine çalışma alanı olarak Doğu Anadolu’yu seçmiş ve bir süre sonra merkezi, İsviçre’den Londra’ya taşınmıştı. 1890’da merkezi İstanbul’da olmak üzere Osmanlının diğer vilayetlerinde de şubeler açtılar. Politik amacı, Türkiye’deki Ermenileri Türklerden, İran Ermenilerini İranlılardan, Rusya Ermenilerini Ruslardan kurtarmaktı.
Bir başka ihtilalci örgüt Taşnaksütyun Komitesi’ydi. Krisdapor Mikaelyan ve arkadaşları tarafından Kafkasya’da 1890’da Ermeni İhtilal Cemiyetleri Birliği (Taşnaksütyun Komitesi) adıyla kurulmuştu. Kendilerine sosyalist-demokrat, sosyalist-ihtilalci, milliyetçi ve adem-i merkeziyetçi vasıflarını veren Taşnaklar terör örgütü olarak ortaya çıktılar. Partinin bayrağında kin, intikam ve terör sembolü olarak hançer yer almıştır.
Taşnaksütyun’un ilk faaliyetleri Türkiye’ye çeteler sokmak, Ermenileri silahlandırmak, köylülere silah kullanmayı öğretmek, çete kurmak, çete başları yetiştirmek, savunma örgütleri oluşturmak, sonra Kürtleri de yanlarına alarak isyanlar çıkartmaktı. Kurulduğu günden itibaren bir terör örgütü olarak faaliyetini sürdürecektir.
İhtilal ateşi yakılıyor
Berlin Antlaşması’ndan sonra Ermeniler karışıklık ve isyan çıkararak Avrupa’nın dikkatini çekmek istemiş, olası bir Avrupa müdahalesiyle Bulgaristan gibi özerk bir yönetime kavuşmanın yollarını aramışlardır. Bu amaçla kurdukları komiteler ve bunların Doğu Anadolu’yu kasıp kavuran eylemleriyle ihtilal ateşini yakmışlardı.
Olayların ilki, Haziran 1890’da Erzurum’da meydana gelen hadisedir. Şehirdeki Ermeni Kilisesi ve okulunun mahzeninde silah imal edildiği haberi üzerine Hükümet, Patrik vekili ve okul müdürünün yardımıyla arama yapmayı kararlaştırmış, aramayı bahane eden Ermeniler komitecilerin tahrikleri sonucu ayaklanmış, olayları yatıştırmak için gelen kuvvetlerin üzerine ateş açmışlar, 1 asker ölmüş, 4 asker yaralanmıştır. Bunun üzerine Müslüman halk ayaklanmış ve meydana gelen kargaşada 8 Ermeni ve 2 Müslüman ölmüş, 6 Ermeni ve 45 Müslüman yaralanmıştı. Buna rağmen Hınçaklar bekledikleri neticeyi alamamışlardı.
Ermeni ayaklanmacıların ikincisi 27 Temmuz 1890 Pazar günü Patrik Horen Aşıkyan’ın, Haç Yortusu için toplanmış büyük bir kalabalığa hitap ettiği sırada meydana geldi. Hınçak Komitesi üyelerinden Harutyun Cangülyan elinde beyannameyle kürsüye yaklaşmış ve Patriğin karşı çıkmasına rağmen Ermeni ıslahatını savunan ve Padişaha hakaret eden bu metni okumuştur. Çeteciler bundan sonra Patriği ve halkı zorla Yıldız Sarayı’na doğru yürüttüler. Patrikhane’den yapılan ihbar üzerine durumu öğrenen zabıta yolları kesmiş, Ermenilerin askerlerin üzerine ateş açmaları sonucu çatışma çıkmış, her iki taraftan da ölen ve yaralananlar olmuştu. Elebaşı Cangülyan tutuklanmış, 20 Ağustos’ta idama mahkûm edilmiş fakat Sultan II. Abdülhamid tarafından cezası müebbet hapse çevrilmişti.
İsyan hareketleri yayılıyor
1892-93 yıllarında Kayseri, Develi, Yozgat, Çorum, Merzifon, Tenos, Aziziye, Tokat, Gemerek ve diğer bazı yerlerde Hınçak komitesi faaliyetlerini artıracaktı. Bildiriler dağıttılar, bazı cinayetler işlediler ve bir posta arabasını soydular. Bütün bunlardan sonra asayişi bozan Andon Rişduni, Derevenk Manastırı’nda tutuklandı. Manastırdaki aramada Ermeni halkını isyana teşvik eden birçok belge bulundu. Hareketin yöneticilerinin Merzifon’daki Amerikan Okulu öğretmenlerinden Tomayan ve Kayayan oldukları anlaşıldı.
Bunların tutuklanması Merzifon’da yeni ayaklanmalara sebep oldu. Yakalanan şahıslar ve diğer komiteciler Ankara İstinaf Ceza Mahkemesi’nde yargılandılar. Mahkeme bir reis, iki Müslüman, bir Ermeni Katolik ve bir Rum üyeden oluşmuştu. Mahkemede tarafsız yabancı temsilciler de hazır bulunmuştu. Tomayan dâhil olmak üzere 17 kişi idama, 16 kişi çeşitli cezalara çarptırılmış, 14 kişi beraat etmişti.
Büyük devletlere müracaat
Ne var ki Ermeniler isyan teşebbüslerinden bekledikleri neticeyi alamamışlardı. Bu da dış dünyadan bekledikleri desteğin gelmesine engel oldu. Şimdi sıra daha büyük ve organize bir tertibe gelmişti. Böylece Avrupa devletleri müdahale edebilir ve bir Ermeni devleti kurulabilirdi. Bunun için en uygun yer olarak Muş ve Sason civarındaki Taluri vadisi seçildi.
Bölgeye gelen Hınçak komitecisi Hamparsun Boyacıyan, Muş’un güneyinde bulunan Anduk Dağı civarındaki Taluri köyüne gelmiş, orayı merkez kabul ederek diğer köyleri isyana teşvik etmiş ve sonuçta Şinik, Simal, Geliguzan, Hitenk ve Akçeser gibi köyler isyana katılmıştır.
Ermeniler, 1894’te gelenlerle birlikte 3 bin kişi olarak Anduk dağında toplandılar. Bazıları Muş kasabasını basmak istedi. Bu amaçla güneyindeki Delikan aşiretine hücum edip bir kısmını öldürdüler. Bikranlı ve Badıganlı aşiretleri üzerine saldırdılar. Birçok cinayet işleyip yağma yaptılar. Olayların duyulması üzerine bölgeye asker sevk edildi. Anduk dağına çekilen Ermeniler askere silahla karşı koydu. Ancak Hamparsum 11 arkadaşıyla yakalandı.
istekleri isyan hareketleriyle birlikte somutlaştı. Artık Avrupalı bir genel vali ile ıslahat ve genel af istiyorlardı. Kumkapı’da Patrikhane önünde toplanan 3-4 bin kadar Ermeni, Patrik Efendiden büyük devletlere müracaat etmesini istedi. Babıali’ye doğru yürüyüşe geçen kalabalık bir yandan bağırıp çağırıyor, marşlar söylüyor, bir taraftan da ateş ediyordu. Bu arada müdahale etmek isteyen Jandarma Binbaşısını öldürdüler.
Bunun üzerine polis ve jandarma olaya müdahale etmiş, Ermeni göstericiler çeşitli yönlere kaçmışlar, geçtikleri yerlerde de rastgele ateş ederek halktan pek çok kişiyi yaralayıp öldürmüşlerdi. 30 Eylül’ü takip eden günlerde de olaylar devam etmiş, İstanbul’un çeşitli semtlerinde Müslümanlarla Ermeniler arasında çatışmalar olmuş, ardından hükümet kuvvetleri olayları kontrol altına almıştı.
Avrupa’dan Osmanlı’ya uyarı
Babıali gösterisi, Sason isyanından sonra İngiltere, Fransa ve Rusya’nın ıslahat konusunda yaptıkları müşterek baskının sonucunun alınmasına imkân hazırladığından Hınçak Partisi bunu kendi başarısı olarak kabul etmişti. Ermeni isyancılar dur durak bilmeden Osmanlı topraklarında yeni isyan hareketlerine girişiyorlardı. 1896’nın 14 Haziran gecesi Van’da başlayan olayların hazırlığı bir yıldan beri sürüyordu. İsyan Van ve civar kazalarda yaşayan Müslümanlara saldırılarla başladı. Ermeni halktan toplanan silah vergisi ile silah ve cephane yığılmış, isyanı yönetecek olanlar da İran ve Rusya yoluyla gelerek idareyi ele almışlardı. Devriye gezen askerî müfrezeye ateş açmışlar, ertesi gün yine Müslümanlar üzerine ateş açılmış, fakat askerlerin müdahalesiyle olay çıkması önlenmişti. Daha sonra İngiliz, Fransız ve İran konsolosları Ermenilere gönderilerek silah bırakılması teklif edilmiş, fakat bunu da kabul etmemişlerdi.
Bunun üzerine isyancılarla askerler arasında çatışmalar başladı; birkaç gün sonra isyancılar tamamen kaçtı. Sonuçta 15-24 Haziran arasında yaşanan çatışmalarda birçok Müslüman ile Ermeni hayatlarını yitirdi, birçoğu da yaralandı.
Osmanlı Devleti 1901’de Sason’un idaresini düzene koymak için Taluri ve Şenik tepelerinde kışla yapmaya karar vermişti. Ermeniler bu projeye karşı çıktılar. Antranik’in yönetimindeki çetelerle mücadele fiilen bu tarihte başladı. Ancak asıl isyan 1903 sonlarından itibaren bölgeye yayıldı. 13 Nisan 1904’te üzerlerine asker sevk edilen asiler tutunamadı. Ancak Antranik’in çete savaşları Ağustos’a kadar sürdü, o da Kafkasya’ya kaçmak zorunda kaldı.
Ermeni komitecilerinin Osmanlı ülkesinde çıkardıkları olaylardan neler kazandıkları meçhul ama kaybedenin hep Ermeni halkı olduğu tarihî bir gerçektir. Amerikalı gazeteci George H. Hepworth’un raporunda bu husus açık olarak görülmektedir
“Öldürme olayları Ermeni çeteleri yüzünden olmuştur. Eğer bunlar olmasaydı veya rahat dursalardı asla öldürme hadisesi olmazdı. İnkârı imkânsız olan gerçek budur. Bütün karışıklıkları kendileri çıkardılar, fakat neticelerine Ermeni toplumu katlandı, kendileri kaçtı. Şayet İngiltere ve Rusya’nın sempati ve teşviki olmasaydı bir şey yapamayacak kadar zayıf kalacaklardı.”
Önce ittifak, sonra itiraz 1908’de Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte Türk-Ermeni ilişkileri farklı bir boyut kazandı. Aslında Sultan II. Abdülhamid yönetimini devirebilmek ve Meşrutiyeti getirmek için yurt dışındaki Jön Türkler ile başta Taşnaklar olmak üzere Ermeni komiteleri Paris’te toplanan Jön Türk kongrelerin de işbirliği yapmışlardı. Yalnız Ermeni komitecileri bu işbirliğinde samimi değillerdi. Ermeniler Jön Türkleri ve Meşrutiyeti bağımsız Ermenistan’a giden yolda bir atlama taşı olarak görüyorlardı.
II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Ermeni komitelerinin yasal hale gelmesiyle, özellikle Taşnaksütyun ve Hınçak komiteleri açıktan açığa faaliyetlere başladılar. İttihatçılar ise ülke içindeki konumlarını güçlendirmek için önce Ermeni siyasî partileriyle işbirliği yapmaya, özellikle de Taşnaksütyun ve Hınçak Partisi’yle ilişkilerini geliştirmeye çalışmışlardı.
Meşrutî düzenin kurulması Ermeni siyasî partilerinin programlarında değişiklik yapmalarına yol açmış, yeni döneme ayak uydurmuş görünen Ermeni komiteleri, ihtilalci emel ve faaliyetlerini bir tarafa bırakarak Meşrutiyet rejimine destek olmaya karar verdiklerini açıklamışlardı. Adana’da meydana gelen olaylar Türk-Ermeni ilişkilerinin aslında nasıl pamuk ipliğine bağlı olduğunu gösteren en önemli delillerden biridir. Adana olayları 13 Nisan 1909’da, İstanbul’daki isyan (31 Mart Vakası) haberi geldiğinde başlamış ve 16 Nisan’da durulmuştu.
Hareket Ordusu’nun isyanı bastırmak üzere başkente girdiği 25 Nisan’da, Adana’da çatışmalar yeniden başlamış ve 27 Nisan’a kadar sürmüştü. Hareket Ordusu isyanı bastırdıktan sonra hükümet Adana olaylarında zarar görenlere maddi yardımlarda bulundu, olayları soruşturmak üzere bir komisyon oluşturdu. Sorumlular Divan-ı Harplerde yargılandı, pek çok kişi idamla cezalandırıldı. Asılanlar arasında yörenin önde gelenleri de vardı.
İttihatçılarla ilişkiler
Bu olayları bir ikaz olarak değerlendiren İttihat ve Terakki Cemiyeti ile Taşnaksütyun Komitesi işbirliği yaparak, el ele çalışmaya karar verdiler. Meclis-i Mebusan seçimleri bu dönemde Türk-Ermeni ilişkilerini en iyi yansıtan göstergelerden biridir. Seçimlerde Ermenilerin büyük bir kısmı İttihat ve Terakki Partisi ile işbirliği yapmış, sadece Hınçakyan Partisi, Hürriyet ve İtilaf Fırkası ile anlaşarak seçimlere girmiştir.
Bütün bunlara rağmen İttihat ve Terakki Partisi ile Ermeniler arasındaki ilişkiler 1910’dan itibaren bozulmaya başladı. İlişkilerdeki değişim Taşnak basınının sayfalarında başlayan İttihat ve Terakki Partisi eleştirileri, ardından daha önce uygulanan Rus karşıtı politikalardan uzaklaşılması ve Rus temsilcilerle ilişki kurma girişimleriyle iyice açığa çıkmıştı.
18 Temmuz 1912’de Taşnaksütyun Batı Bürosu’nun Osmanlı yurttaşlarına “Bağımsız bir parti olarak başka hiçbir partiye bağlı olmadıklarını” açıklayan, iktidara “Güvensizliği önleme, vergileri indirme, İslamcılık ve Türkçülükten vazgeçme, anayasal özgürlükleri güvence altına alma” çağrısı yapan bir bildiri yayımlayarak ittifaka son verildiğini duyurmasının ardından ilişkiler bitme noktasına geldi.
Ve kadim ittifak bozuldu!
Anadolu vilayetlerinde ıslahat meselesi gündeme geldiği zaman Ermeni siyasî partileri büyük devletlerin önüne blok halinde çıkma zorunluluğu yüzünden bütün politik hesaplarını bir kenara bırakarak Ermeni reformları için tek cephe halinde hareket etmişlerdi.
Anadolu vilayetlerinde yapılacak ıslahatla ilgili tartışmalar 1914 yılında yapılan Meclis-i Mebusan seçimleriyle aynı döneme denk gelmişti. Ermeni siyasî partileri gerek siyasî ve millî meselelerde, gerekse mebusların seçilmeleri hususunda birlikte hareket etmeye karar verdiler. Artık Taşnaksütyun Komitesi açıktan açığa İttihat ve Terakki’yi eleştirmeye başlamıştır.
Eleştiriler seçim çalışmaları esnasında Ermenilerin tavır ve davranışlarına da yansımıştı. Osmanlı hükümetiyle pazarlığa girmek istemişler, Ermenilere nüfusları oranında mebus verilmesini ve bu seçimlerin Patrikhane vasıtasıyla Ermeniler tarafından yapılmasını talep etmiş, fakat istekleri hükümet tarafından reddedilmişti.
Bu dönemde Rusya ve Almanya’nın önderlik ettiği Doğu Anadolu ıslahatında son noktaya yaklaşılması, Doğu Anadolu’nun iki bölgeye ayrılarak başlarına iki Avrupalı valinin atanmasının kararlaştırılması ve Avrupa’da Ermeniler lehine bir havanın oluşması, onları daha cüretkâr hareket etmeye sevk etti. 24 Haziran 1914’te Hınçak Partisi’nin Osmanlı topraklarındaki 3. Kongresi İstanbul’da yapılmış, kongrede parti kendisine baskı siyaseti uyguladığını iddia ettiği İttihat ve Terakki’ye karşı, öz-savunmanın örgütlenmesini Ermeni halkının ana hedefi olarak kabul etmişti.
Taşnaksütyun Komitesi de, 8. genel kongresini Erzurum’da toplamış, burada Osmanlı Hükümeti’ne karşı takip edilecek politikaları tespit edilmişti.
Cihan Harbi’nin yansımaları
Taşnaksütyun Kongresi, İttihat ve Terakki’ye karşı muhalefette kalma, siyasî programını eleştirme, kendisine ve teşkilatına karşı şiddetle mücadele kararı vermişti. Kongre çalışmaları tamamlandıktan sonra İttihat ve Terakki Partisi merkez heyetinden temsilciler Erzurum’a gelerek Taşnak liderleri Rostom, Vramyan ve Agnuni ile görüşmüş, Taşnaksütyun’a Kafkasya’da isyan çıkarılmasını önermişler, ancak Ermeniler İttihatçıların önerilerini reddetmişlerdi.
Nihayet 1. Dünya Savaşı başlar başlamaz Ermeniler, bağımsız bir Ermenistan kurmak için harekete geçtiler. Savaşın ilk günlerinden itibaren Ermeni komiteleri Osmanlı Devleti’nin siyasî ve askerî durumu hakkında casusluk yaptılar. Erzurum, Trabzon, Van ve Bitlis gibi savaş sahası olması muhtemel vilayetlerdeki Ermenilerin büyük bir kısmı kendi silahlarıyla Ruslara katıldı
Sınır boylarında Ermeni çeteleri saldırıya geçmiş, Erzincan ve civarındaki Ermenilerin dörtte üçü doğrudan doğruya veya İran üzerinden Rusya’ya gitmişlerdi. Osmanlı ordusunda silah altına alınanlar ise firar edip yollarda rastladıklarına ve çevreye saldırmışlar, gönüllü alayları kurmuş ve Kafkas cephesine katılmışlardı.
Sonuç olarak 1. Dünya Savaşı arifesinde Türk-Ermeni ilişkileri giderek kötüleşen bir grafik izlemiş, Ermenilerin bir kısmının Rus birliklerine katılması, Türklere karşı gönüllü alayları oluşturmaları, Zeytun ve Van’da isyan etmeleri ve nasihatleri dinlememeleri üzerine de tamamen kopmuştu.