Tarihin bilinçaltı bir kâbus mu?
HABER MASASI
Ne(leri) okuduğu bir toplumun ruhunun aynasıdır. Tabii ki ne(leri) yazdığı da! Prof. Dr. Mim Kemal Öke Derin Tarih dergisindeki yazılarında bizi, tarihin günümüze pusu kuran meselelerini doğru okumayı öğreten kitaplarla buluşturuyor.
Türk Tarih Kurumu eski Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu'nun son kitabına Tarih Korkusu adını vermesi beni hayli düşündürdü doğrusu. Öyle ya, sıradan bir insan için tarih korkutucu ya da ürkütücü olabilir. Tarih okumak, Pandora'nın Kutusu'nu aralamak gibi bir şeydir nihayetinde.
Bu kanaate sahip olanların tarihin hayaletleriyle mezarında bırakılması ve günümüzü “zehirlememesi" lazımdır! Çünkü tarihe vurulan her sondaj, yaşadığımız günlere pusu kuracak bir hesaplaşmayı da beraberinde getirmektedir. Bu nedenle yarını düşünenler, tarihin boyunduruğundan sıyrılmayı bilmelidirler! İşte bu fobiyi aşmak için tarihi doğru okumayı ve yazmayı denemeliyiz.
Ben ne anlatsam boşuna! Çünkü siyasî tarih olmasa bile “siyasî tarih dersi" Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümü öğrencilerinin her zaman korkulu rüyası olmuştur. 1789'dan bu yana ne olmuşsa şu çileli dünyamızda, bilmek zorundadırlar.
Onca detay içinde boğulmadan bir üst sınıfın emin kıyılarına ulaşmak ÖSYM'yi aşmaktan daha çetin “survivor"lar gerektiriyor sanırım. Üstelik tarihi ezberlemek çilesi mezuniyetle de bitmez; yüksek lisans, doktora ve en önemlisi doçentlik jürilerinde de yakalarını bırakmaz ve ben de bu alışkanlıktan çok sıkılmaktayım . “Evladım İkinci Üç İmparatorluklar Ligi'nden bahset bize biraz…" diyen profesör arkadaşlara içten içe içerlesem de nafile. Onlar ÖYM yargıçları gibi görevlerini yapmaktadırlar.
Biz de bir zamanlar bu jürilerden geçtiğimiz için talebeyle empati kurabilmek güç olmasa gerek.
Prof. Dr. Fahir Armaoğlu'nun 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi: 1914-1995 adlı eserini incelediğimde zihnimde işte bu fikirler canlandı. Fahir Hoca, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi'ndeki egemen sol “ambiance"dan dolayı pek sevilmezdi ama kendisi çok değerli ve bilgili bir akademisyendir. Bir süre aynı gazetede karşılıklı sütunlarımız da vardı. Armaoğlu, 19. yüzyılı da kaleme almıştı. Açıkça kaydetmeliyim ki, siyasî tarihi (Batı'nın tabiriyle Modern History) onun kadar iyi yazan henüz çıkmadı. Bu hususta hakkını teslim etmemiz gerek.
Kronolojik mi, tematik mi?
Bir öğrenci de, günümüzü anlamak isteyen bir aydın-vatandaş da bu kitabı alıp kütüphanesine baş tacı etmeli. İçinde her şey mevcut; yani tam manasıyla yok, yok! Siyasî tarih, 1. ve 2. Dünya Savaşları, Soğuk Savaş dönemi sadece Batı'daki gelişimleriyle değil, Türkiye başta olmak üzere tüm dünyadaki izdüşümleriyle beraber irdeleniyor.
Bana göre eserdeki en özgün parça, 16. bölüm. Merhum Armaoğlu “Yeniden Yapılanmaya Doğru" derken, küresel toplumdaki 1980 sonrası süreçleri ele almış. Fevkalade yararlı ve kıymetli bilgilerin yer aldığı bir bahis bu. Gazeteleri taraya taraya altından kalkamayacağınız büyük bir zahmetten kurtarmış bizi.
Eserde her şey iyi, derli toplu, eksiksiz fakat değinmem gereken bazı hususlar var tabii ki. Öncelikle her şey kronolojik. Okuyucularım ukalalık yaptığımı sanmasın sakın ama ben derslerimde bu kolaycılığa kaçmamaya özen gösteriyorum. Kronoloji yazmak bir yerde kolaydır; önemli olan kronolojiyi tema ve trendlerin altında verebilmektir. Bu sıkıntılı bir uğraştır elbette. Akademisyenlerin görevi, öğrenciye internette bulunan bir bilgiyi tekrar etmek değil, cesur da olsa özgün yorumlar kazandırmaktır. Tarihi felsefesiz, antropolojisiz, sosyolojisiz, psikolojisiz anlatamazsınız.
Hülasa öğrencilere zihin açıklığı dileyerek başka eserleri arz edelim.
Mevlevihanelerin doğası canlanıyor
Tevafuk oldu, aynı demlerde iki prestij eser karşıma çıktı. Ortak noktalarından ilki, her ikisinin de Mevlevihanelere odaklanmış olması. İkincisi ise hem zarfı, hem de mazrufları ile takdire şayan olmaları.
Zeytinburnu Belediyesi ilçe sınırları içinde bulunan 'Yenikapı Mevlevihanesi'nin İnsanları'nı Tekke Kapısı adı altında Doç. Dr. Bayram Ali Kaya'ya yazdırmış. Tarihte birkaç kez ciddi yangınlar geçirmiş, yıkılmış, ihmale uğramış, hafıza ve gönüllerden silinmeye çalışılmış, daha sonra (günümüzde) restore edilip Fatih Sultan Mehmed Vakıf Üniversitesi'ne tevdi edilmiş bu tarihî mekânda yaşamış kâmil insanların kısa biyografileri bu önemli eserde kaydedilmiş. Emeği geçen herkesi içtenlikle kutluyorum.
Ayrıca okuyucularımın kitaptaki “Hasan Ali Yücel" bahsine şöyle bir göz atmasını diliyorum. Birini karalamadan önce biraz düşünmek lazımdır. Bilmece kurmak değil niyetim ama merak uyandırmak lazım geldiğini düşünüyorum.
Bu ayki diğer eser ise yine bir Mevlevihaneyi anlatıyor: Bahariye (Eyüp) Mevlevihanesi'ni…
Girişimci İşadamları Vakfı ile İlim, Sanat, Tarih, Edebiyat Vakfı'nın ortak yayını Mevlevi Dünyasında Bahariye Mevlevihanesi. Mevlevihanelerin mimarî özelliklerini en iyi bilen uzman olan Prof. Dr. Baha Tanman bu çalışmada hem geniş bir makale kaleme almış, hem de diğer araştırmacıların çalışmaları ve katkılarından derleme yaparak bir bütün oluşturmuş. Resim, fotoğraf, gravür ve krokilerle kalıcı bir eser ortaya çıkmış doğrusu. Kendisini bu müstesna çalışma için takdir ediyoruz.
Bu eser Eyüp Bahariye'deki Mevlevihaneyi sadece mimarî yanıyla değil, kültürel boyutuyla da irdeliyor. Yenikapı ile benzer bir “derin tarihi" paylaşan Mevlevihanenin iki yıl önce restore edilip kullanıma açıldığını da belirtmeliyiz. Ayrıca ayda bir gün bu kutsal mekânda sema izleyebileceğinizi belirteyim.
Dileğimiz, her iki mekânın da amacıyla mütenasip bir şekilde Mevlevî kültürünü yaşatacak etkinliklerde kullanılmaları.
Zihnimizdeki “engelleri" aşmak
Bu ayki son eserimiz doğrudan tarihle ilgili değil. Ama yine de sizlerle paylaşacağım: Gökçe Esen Hanım'ın Uçlarda Gezintiler: Tourette Sendromuyla Yaşamak (Pan, 2011). 1000 kişide bir görülen bu sendromla doğan oğlu için yaptıklarını ve oğlu Kağan'ın da hayat/toplum ile mücadelesini yazan Gökçe Hanım bizlere insan olmanın, insancıl yaşayabilmenin ipuçlarını veriyor. Onu azminden ve yürekliliğinden dolayı kutluyorum.
Bu kitaplar okunmalı, çünkü bir toplumun “manevî rüşdü" nün ölçütlerinden biri okuduğu kitapların sayısı değil, konularıdır. Bir toplumda Kavgam çok satanlar arasında ise düşünmek ve üzülmek lazımdır.
Hep sorduğum gibi “Medenileşmenin neresindeyiz?" Medine-i Fazıla'dan beri sözüm ona ne kadar ilerledik? Aslında tarih bunu yazmalı. Hocalar, doçentlik jürilerinde de bunu sormalı!
“Bugün başımıza musallat olan dertlerin kaynağı tarihin içinde yer alıyor. Bu sadece bizim için değil, tüm dünya milletleri için geçerli bir genellemedir."
Bu kanaate sahip olanların tarihin hayaletleriyle mezarında bırakılması ve günümüzü “zehirlememesi" lazımdır! Çünkü tarihe vurulan her sondaj, yaşadığımız günlere pusu kuracak bir hesaplaşmayı da beraberinde getirmektedir. Bu nedenle yarını düşünenler, tarihin boyunduruğundan sıyrılmayı bilmelidirler! İşte bu fobiyi aşmak için tarihi doğru okumayı ve yazmayı denemeliyiz.
Ben ne anlatsam boşuna! Çünkü siyasî tarih olmasa bile “siyasî tarih dersi" Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümü öğrencilerinin her zaman korkulu rüyası olmuştur. 1789'dan bu yana ne olmuşsa şu çileli dünyamızda, bilmek zorundadırlar.
Onca detay içinde boğulmadan bir üst sınıfın emin kıyılarına ulaşmak ÖSYM'yi aşmaktan daha çetin “survivor"lar gerektiriyor sanırım. Üstelik tarihi ezberlemek çilesi mezuniyetle de bitmez; yüksek lisans, doktora ve en önemlisi doçentlik jürilerinde de yakalarını bırakmaz ve ben de bu alışkanlıktan çok sıkılmaktayım . “Evladım İkinci Üç İmparatorluklar Ligi'nden bahset bize biraz…" diyen profesör arkadaşlara içten içe içerlesem de nafile. Onlar ÖYM yargıçları gibi görevlerini yapmaktadırlar.
Biz de bir zamanlar bu jürilerden geçtiğimiz için talebeyle empati kurabilmek güç olmasa gerek.
Prof. Dr. Fahir Armaoğlu'nun 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi: 1914-1995 adlı eserini incelediğimde zihnimde işte bu fikirler canlandı. Fahir Hoca, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi'ndeki egemen sol “ambiance"dan dolayı pek sevilmezdi ama kendisi çok değerli ve bilgili bir akademisyendir. Bir süre aynı gazetede karşılıklı sütunlarımız da vardı. Armaoğlu, 19. yüzyılı da kaleme almıştı. Açıkça kaydetmeliyim ki, siyasî tarihi (Batı'nın tabiriyle Modern History) onun kadar iyi yazan henüz çıkmadı. Bu hususta hakkını teslim etmemiz gerek.
Kronolojik mi, tematik mi?
Bir öğrenci de, günümüzü anlamak isteyen bir aydın-vatandaş da bu kitabı alıp kütüphanesine baş tacı etmeli. İçinde her şey mevcut; yani tam manasıyla yok, yok! Siyasî tarih, 1. ve 2. Dünya Savaşları, Soğuk Savaş dönemi sadece Batı'daki gelişimleriyle değil, Türkiye başta olmak üzere tüm dünyadaki izdüşümleriyle beraber irdeleniyor.
Bana göre eserdeki en özgün parça, 16. bölüm. Merhum Armaoğlu “Yeniden Yapılanmaya Doğru" derken, küresel toplumdaki 1980 sonrası süreçleri ele almış. Fevkalade yararlı ve kıymetli bilgilerin yer aldığı bir bahis bu. Gazeteleri taraya taraya altından kalkamayacağınız büyük bir zahmetten kurtarmış bizi.
Eserde her şey iyi, derli toplu, eksiksiz fakat değinmem gereken bazı hususlar var tabii ki. Öncelikle her şey kronolojik. Okuyucularım ukalalık yaptığımı sanmasın sakın ama ben derslerimde bu kolaycılığa kaçmamaya özen gösteriyorum. Kronoloji yazmak bir yerde kolaydır; önemli olan kronolojiyi tema ve trendlerin altında verebilmektir. Bu sıkıntılı bir uğraştır elbette. Akademisyenlerin görevi, öğrenciye internette bulunan bir bilgiyi tekrar etmek değil, cesur da olsa özgün yorumlar kazandırmaktır. Tarihi felsefesiz, antropolojisiz, sosyolojisiz, psikolojisiz anlatamazsınız.
Hülasa öğrencilere zihin açıklığı dileyerek başka eserleri arz edelim.
Mevlevihanelerin doğası canlanıyor
Tevafuk oldu, aynı demlerde iki prestij eser karşıma çıktı. Ortak noktalarından ilki, her ikisinin de Mevlevihanelere odaklanmış olması. İkincisi ise hem zarfı, hem de mazrufları ile takdire şayan olmaları.
Zeytinburnu Belediyesi ilçe sınırları içinde bulunan 'Yenikapı Mevlevihanesi'nin İnsanları'nı Tekke Kapısı adı altında Doç. Dr. Bayram Ali Kaya'ya yazdırmış. Tarihte birkaç kez ciddi yangınlar geçirmiş, yıkılmış, ihmale uğramış, hafıza ve gönüllerden silinmeye çalışılmış, daha sonra (günümüzde) restore edilip Fatih Sultan Mehmed Vakıf Üniversitesi'ne tevdi edilmiş bu tarihî mekânda yaşamış kâmil insanların kısa biyografileri bu önemli eserde kaydedilmiş. Emeği geçen herkesi içtenlikle kutluyorum.
Ayrıca okuyucularımın kitaptaki “Hasan Ali Yücel" bahsine şöyle bir göz atmasını diliyorum. Birini karalamadan önce biraz düşünmek lazımdır. Bilmece kurmak değil niyetim ama merak uyandırmak lazım geldiğini düşünüyorum.
Bu ayki diğer eser ise yine bir Mevlevihaneyi anlatıyor: Bahariye (Eyüp) Mevlevihanesi'ni…
Girişimci İşadamları Vakfı ile İlim, Sanat, Tarih, Edebiyat Vakfı'nın ortak yayını Mevlevi Dünyasında Bahariye Mevlevihanesi. Mevlevihanelerin mimarî özelliklerini en iyi bilen uzman olan Prof. Dr. Baha Tanman bu çalışmada hem geniş bir makale kaleme almış, hem de diğer araştırmacıların çalışmaları ve katkılarından derleme yaparak bir bütün oluşturmuş. Resim, fotoğraf, gravür ve krokilerle kalıcı bir eser ortaya çıkmış doğrusu. Kendisini bu müstesna çalışma için takdir ediyoruz.
Bu eser Eyüp Bahariye'deki Mevlevihaneyi sadece mimarî yanıyla değil, kültürel boyutuyla da irdeliyor. Yenikapı ile benzer bir “derin tarihi" paylaşan Mevlevihanenin iki yıl önce restore edilip kullanıma açıldığını da belirtmeliyiz. Ayrıca ayda bir gün bu kutsal mekânda sema izleyebileceğinizi belirteyim.
Dileğimiz, her iki mekânın da amacıyla mütenasip bir şekilde Mevlevî kültürünü yaşatacak etkinliklerde kullanılmaları.
Zihnimizdeki “engelleri" aşmak
Bu ayki son eserimiz doğrudan tarihle ilgili değil. Ama yine de sizlerle paylaşacağım: Gökçe Esen Hanım'ın Uçlarda Gezintiler: Tourette Sendromuyla Yaşamak (Pan, 2011). 1000 kişide bir görülen bu sendromla doğan oğlu için yaptıklarını ve oğlu Kağan'ın da hayat/toplum ile mücadelesini yazan Gökçe Hanım bizlere insan olmanın, insancıl yaşayabilmenin ipuçlarını veriyor. Onu azminden ve yürekliliğinden dolayı kutluyorum.
Bu kitaplar okunmalı, çünkü bir toplumun “manevî rüşdü" nün ölçütlerinden biri okuduğu kitapların sayısı değil, konularıdır. Bir toplumda Kavgam çok satanlar arasında ise düşünmek ve üzülmek lazımdır.
Hep sorduğum gibi “Medenileşmenin neresindeyiz?" Medine-i Fazıla'dan beri sözüm ona ne kadar ilerledik? Aslında tarih bunu yazmalı. Hocalar, doçentlik jürilerinde de bunu sormalı!