Soykırım tezini savunanların objektif delilleri nerede?
“Soykırım” ifadesinipervasızca kullananlar acaba yeterli delilesahip mi? Peki ya tezlerindeki hatalar ifşa
edildiğinde neden susmayı tercih ediyorlar?
Birkaç ay önce Fransa Büyükelçisi (Laurent Bili) Bilkent’i ziyarete geldi ve öğrencilerle sohbet etti. Elbette büyükelçilerin bu tür şeyler yapması normal (Büyükelçinin burs teklifleri bulunduğunu da eklemeliyim). Ancak Fransız diplomatlar 1915 yılında Ermenilerin başına gelenleri anlatırken bir tür talimat doğrultusunda hareket ediyormuş izlenimi veriyorlar. Büyükelçi de aynen böyle yaptı. Fransa’da büyük bir Ermeni diasporası bulunduğundan, kendisinin Ermeni mezarlığı yakınlarındaki bir bölgede büyüdüğünden ve 1915’te yaşananları Türkiye’nin hatırlaması gerektiğinden bahsetti.
Tabii 1. Dünya Savaşı sırasında Türklerin de acı çektiğini söylese iyi olurdu. O an salonda bulunan öğrencilerin büyük dedelerinin, Balkanlarda ya da Kafkaslardaki sayısız mezalim ve talandan kaçıp meteliksiz birer göçmen olarak Anadolu’ya gelen milyonlarca insandan bazıları olduğunu söyleyebilirdi. Hayır! Ekselansları yalnızca Ermenilerden bahsetti. Öyle görünüyor ki, Ermeni diasporası Fransa’da ciddi bir etkiye sahip ve Ermenilerin soykırıma uğradığını inkâr etmeyi neredeyse suç haline getiren kanunu kabul ettirmişler.
1915 olaylarının Fransa ile ne ilgisi olduğu meselesi karmaşıktır. 100 yıl önce yaşanmış bir olay; 2000 kilometre uzaklıktaki bir ülke. Fransız politikacılar başka tartışılacak meseleleri olmayacak kadar şahane bir ülkede mi yaşıyorlar? Osmanlıca bilen Fransız tarihçiler (tıpkı ABD ya da Rusya’daki meslektaşları gibi) bu vakada “soykırım” terimini kabul etmiyor. Okullardaki tarih öğretmenlerinden, Emmanuel Le Roy Ladurie ve Rene Remond gibi akademinin önde gelen şahsiyetlerine kadar bütün Fransız tarihçileri ise hep birlikte siyasetçilerin kendilerine neleri söyleyip neleri söylemeyeceklerini dikte etmesine karşı çıkıyor.
Büyükelçi konuşmasına devam ederken Türklerin bu meseleyle ilgili ne yapabileceği üzerine düşündüm. Bu hususta faydalı bir önerim var. Türkiye Kültür Bakanı Fransa’daki meslektaşına bir mektup yazarak ülkesinin Fransa’ya çok şey borçlu olduğunu söyleyebilir: Fransız yazarlar Osmanlı edebiyatı için bir model sunmuştur; Fransa’nın idari yöntemleri Türk hükümetleri tarafından kullanılmıştır; özellikle de Saint Benoît, Sainte Pulchérie gibi üst düzey bazı okullar açılmıştır.
Bakanımız mektubuna şöyle devam edebilir: Ne var ki Fransızca artık ölü bir dil, bu yüzden bu Fransız okulları tarihî eserleri koruma departmanının himayesi altına alınabilir (Yazılıkaya kabartmaları ve dev testisli Frigyalı çocuk gibi). Birileri Ekselanslarına Fransa’nın dünyanın dikkatini çeken bir uygarlık olarak çöktüğünü hatırlatmalı. Bugün Fransız yazarları okuyup Fransız filmleri seyreden kaç kişi var ki! 50 yıl önce Türkiye’deki üniversitelerde bir sınıfın yarısı Fransızca bilirdi. Şimdi kimse bilmiyor (ki bu beni çok üzen bir durum) ve hepsi İngilizce konuşulan ülkelere, hatta çok uzaklardaki Avustralya’ya gitmek istiyor.
Kurnazca bir hamleBugünlerde İsviçre’de anlam verilemeyecek bazı olaylar meydana geliyor. Ülkede ‘soykırım’ın varlığını inkâr etmeyi suç haline getiren bir yasa kabul edildi. Yasada, çok zekice, her tür ırkçı ifadenin kullanımı yasaklandı ve ‘inkârcılık’ Ermenilere yönelik bir aşağılama olduğu gerekçesiyle yasaya dâhil edildi.
Daha sonra Doğu Perinçek bir tartışma başlattı ve bu yasa gereğince cezalandırıldı. Perinçek de Strazburg Mahkemesi’ne başvurdu ve kazandı. Ermeniler itirazda bulundu ve Geoffrey Robertson adlı son derece saygın bir İngiliz avukatı görevlendirdi (oldukça alımlı Lübnanlı bir kadın olan Bayan George Clooney, Robertson’ın yardımcılığını yapmakta).
Geoffrey Robertson Türklerin bir pişmanlık göstergesi olarak Ağrı Dağı’nı Ermenilere vermesini öneriyor. Hangi gezegende yaşıyor acaba? Ermenistan son derece fakir, 25 yıl önce bağımsızlığını kazanmasından bu yana nüfusunun yarısını kaybetmiş bir ülke. Yarım milyon Azeri çaresiz mülteciler olarak yaşamak üzere Karabağ’dan çıkarıldı ancak askerî harcamalar Ermenistan’ı iyice yoksullaştırdı. Ülke bugün İran ve Rusya’nın eline bakıyor. Belki de Türkler, adının “Kardashian Dağı” olarak değiştirilmesi şartıyla şaşaalı bir tören düzenleyip Ağrı Dağı’nı Ermenilere vermeliler.
Ancak yine de [Robertson] 80’li yıllarda Türk diplomatlarını ve Orly Havaalanındaki sivilleri öldüren bir terörist hareketi savunmak üzere James Bond’daki Dr. No benzeri bir kişi olan; Gestapo şeflerini, Venezuellalı teröristleri ve Yahudileri öldüren herkesi savunan Maître Vergès’i kullanarak hukukî yollara başvurmaya çalışan Ermeni diasporasından bir adım önde.
İnsan haklarıyla adını duyurmuş bir avukat olan Geoffrey Robertson’ın şimdilerde bir ülkede, özellikle de özgürlük taraftarı olarak ün yapmış olan İsviçre’de konuşma özgürlüğünü durdurmaya çalışması ilginçtir. Daha da ilginci, The Guardian’da yayımlanan, faaliyetlerini savunduğu makalenin temel tarihî hatalar içermesidir. Taraftarları ona yeterli araştırma desteği sağlamamışlardır. Yalnızca kendini olağanüstü derecede tekrarlayan bir oyunda köşeleri kıvrılmış kartları dağıtıyor. Ancak konu hakkındaki yeni araştırmalara bakılırsa iddiaları tek kelimeyle yanlış.
İddiaya göre, Hitler 1939’da generallerine, tehdit olarak görülen Polonyalılara zalimce davranmalarını ve eleştirilere kulak asmamalarını söylerken, “Ermenileri kim hatırlıyor?” demiştir. Bu alıntı, Washington’da yer alan Yahudi Soykırımı Anıtı’nda yer almaktadır. Ancak kaynağı o kadar şüpheliydi ki, savaştan sonra yapılan Nuremberg duruşmalarında yargıçlar bu alıntıyı delil olarak kabul etmeyi reddettiler. Benzer şekilde Amerikan Büyükelçisi Morgenthau’nun hatıraları da kabul edilmedi. Bu anılarda İttihat ve Terakki hükümetinin Ermenilere soykırım yapıldığını itiraf ettiği iddia edilmiştir. Ancak bu yazılar savaş zamanı propagandasıydı ve orijinal metin (Profesör Heath Lowry tarafından görülmüştür) bir Ermeni tarafından düzenlenmiş ve değiştirilmişti. Bu ünlü delil (Robertson en azından burada bizi zahmetten kurtarıyor), şimdilerde neredeyse bütün dünyaca sahte olduğu kabul edilen ‘Andonyan belgeleri’ ile geldi.
Ermenistan 1920 yılında yıkılış sürecindeydi; Gürcistan dâhil, neredeyse bütün komşularıyla savaştaydı. Ermeniler, İngilizlerin müdahalesini ve kendilerine yardımını sağlamak istiyordu. Talat Paşa’nın Ermenilere soykırım yapılması talimatı verdiğini iddia eden sahte belgeler düzenlendi. Bu belgeler, bir gazeteci tarafından bir Fransız okulunun kırtasiye malzemeleriyle beceriksizce düzenlenmişti. Bazı temel hatalar vardı ve İngilizler inceleyebildikleri Osmanlı arşivlerinde herhangi bir güçlendirici delil bulamadı. Bu nedenle belgeler dikkate alınmadı ve ortadan kayboldu; kısa bir süre sonra bağımsız Ermenistan’ın da kaybolduğu gibi. Böylece Osmanlı Devleti tarafından kelimenin herkesin anlayacağı anlamıyla bir soykırım planlandığına dair doğrudan bir delil bulunmamıştır. Üstelik aksini ispatlayan bazı deliller mevcuttur.
Ermenilere karşı suça idamTalat Paşa valilerine sınır dışı edilmiş Ermenilerin mallarının kaydedilmesi ve güvende tutulması, Ermenilere koruma, gıda ve gereken yerlerde tıbbî yardım sağlanması hususunda sonu gelmeyen talimatlar göndermiştir. 1916 yılında 1500 civarında Osmanlı yetkilisi Ermenilere karşı işlenen suçlar nedeniyle tutuklanmış ve birçoğu hakkında dava açılmıştır. Hatta bir vali 50 kişiyle birlikte idam edilmiştir. Daha sonra bütün bölgeyi işgal eden Ruslar, Ermenilerin sorunu kışkırttığı, masum Müslümanları katlettiği, öyle ki Türklerin kitleler halinde aşırı tepki gösterdiği ve Ruslara, Kafkasya genel vali yardımcısının sevinçle kaydettiği gibi, ‘Ermenisiz bir Ermenistan’ bıraktığından hiç şüphe etmemişti.
Şimdilerde ABD’de bir Ermeni enstitüsünde çalışan Türk tarihçi Taner Akçam’a göre bunların hepsi oyundu. Ermenilere soykırım yapılması için gizli emirler gönderilmişti. Şimdi tehcir emri verildiğinde yorgunluk (yaz sıcağında) veya hastalıklar nedeniyle ölümlerin olacağından kimsenin şüphesi olamazdı. Ermenilerin Suriye’de gönderildikleri yerler ölüm tuzaklarıyla doluydu. Ağaçları yapraksız bırakan, mahsulleri yok eden bir çekirge istilası vardı. Tifüs ve diğer hastalıklar dünyanın o bölgesindeki nüfusun dörtte birini yok etti, bu yüzden Ermeniler de kitleler halinde öldü.
Ancak bir soykırım planı var mıydı? Akçam bazı deliller topladı ve Batı medyasındaki eleştirmenler onun söylediklerini genel olarak kabul ettiler. Neredeyse hiçbiri Osmanlı kaynaklarından delilleri inceleyecek bir yeterlilikte değildi. Akçam’ın söyledikleri Oxford Üniversitesi tarihçilerinden Eugene Rogan tarafından Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü üzerine yakın zamanda yazılan bir kitapta kabul edilmiş ve The New York Review of Books eleştirmeni Michael Oren da bunları tasdik etmiştir. Ancak genç araştırmacı Erman Şahin, Akçam’ın kaynaklarını incelemiş ve bir dizi ciddi hata tespit etmiştir: yetkililer benzer isme sahip başka insanlarla karıştırılmış; ‘yağma’ kelimesi ‘katliam’ olarak tercüme edilmiş ve alıntılar yanlış kullanılmış, önemli kısımları çıkarılmış. Akçam, akademik kurallara aykırı bir şekilde eleştirilere cevap vermemiştir. Bir cevap bulana kadar onun sözlerine güvenmek tehlikeli olacaktır.
Amerika’da ‘diasporitis’ adlı bir hastalık var. İrlanda’yı ölümcül bir şekilde etkiledi ve İrlanda terörizmi Kuzey Amerika’nın parasıyla devam ettirildi, en azından New York’a terörizmin gerçek anlamını gösteren 11 Eylül’e kadar. İskoç milliyetçiliği absürttür ancak insaflı bir şekilde terör yanlısı değildir. Ermeni diasporasında da durum budur. Yüzbinlerce masumun acı çektiğini, mallarının çalındığını ve Türkiye’nin olanlardan kötü etkilendiğini iddia edebilirlerdi, herkes de bunu kabul ederdi. Ancak bunun yerine ‘soykırım’ iddiasında bulundular ve Almanya’nın İsrail’e ödediği gibi Türkiye’nin de onlara 100 yıl boyunca tazminat ödemesi gerektiğini öne sürdüler.
Bu iddiayı hiçbir zaman usulüne göre kurulmuş uluslararası bir mahkemeye taşımadılar. ‘Tarihçilerin’ onlara katıldığını iddia ettiler, ancak bu doğru değil. Bernard Lewis, Gilles Veinstein ve Andrew Mango’nun önderlik ettiği ‘A’ takımı Osmanlı tarihçileri (ve Ruslar) bir dereceye kadar kışkırtılan kıyımlar dışında ‘soykırım’ın uygun kelime olmadığı görüşündedirler. Ermenilerin takımı aynı sınıfta değil.
Belki de sorunun cevabı eski Sovyet Ermenistan’ında yatıyordur. Ermenilerin Türkiye ile (ve diğer komşularıyla) iyi ilişkiler kurmaya çok ihtiyacı var. Şu anda bu tecrit hali nedeniyle vatandaşlarının 1 milyondan fazlasını, nüfusun üçte birini çoğunlukla Rusya’ya yapılan göçlerle kaybediyor. Ayrı durmayı teşvik eden diaspora, Ermenilere Talat Paşa’dan daha çok zarar verdiğini fark etmeli. Bu farkındalığın oluşması Türklerin de, aynı görüşteki Ermenilerin de hayrına olacaktır.