Sivri dilli bir savaş sanatkârı: Hançer
ŞEYMA AYDIN
Farklı biçimlere girerek savaş tarihi boyunca çok canlar aldı hançer. Kâh bir güç sembolü oldu, kâh bir şairin elinde aşk olup nice aşığı kahretti. Bakmayın siz onun keskin sözlerine, sivri diline. Aslında yumuşacıktır kalbi; kullanmayı bilene!
Hançer-i aşkınla ey yâr sînem üzre vurma hiç / Öyle bir derde giriftârım ki hâlim sorma hiç” diyor Halil Soyuer. Aşkın hançeri olur mu bilinmez ama hasmın canına kastetmenin en yakın tanığı olarak hep görev başındaydı hançer. Onun tarihinin insanla başladığını söylesek abartmış sayılmayız. İlk hançerler, Eski Tunç Çağı'nın ortalarından itibaren kemik, fildişi ve çakmak taşı gibi malzemelerle üretildi. Zamanla metalden yapılıp bir mücevher gibi değerli taşlarla süslendi. Roma askeri hançerin keskin tarafını uzatıp yeni bir silah türü oluşturdu. Buna Latince pugno (kavga) kelimesinden türeyen 'pugio' ismi verildi. Gelin görün ki hançere gerek günlük hayatta, gerekse savaş meydanlarında mümtaz bir yer veren Roma İmparatorluğu'nun tarihi, M.Ö. 44'te Casca'nın suikastiyle hançerlenecekti. Sezar'ın boğazını hançerle boylu boyunca kesen Casca'nın yanında, diktatörün kadim dostu Brütüs de vardı. Katiliyle dostunu işbirliği içinde yan yana gören Sezar o tarihe mal olan sözlerini hançerin ıstırabıyla fısıldayacaktı: “Sen de mi Brütüs?” İşte bu olaydan sonra “Dostunu sırtından vurmak” deyiminin kahramanı olan hançerin, adını temize çıkarmak için diyar diyar dolaşıp savaş vermesi gerekecekti.
M.Ö. 14. yüzyıla kadar bronzdan yapılan hançer, demirin dinî açıdan saf bir malzeme olarak görülmeyişinden ötürü altın süslemeli kabzasıyla yalnızca dinî törenlerde kullanılıyor, savaşlarda tercih edilmiyordu.
Yunan mitolojisindeki kahramanların silahlarıyla olan ilişkileri ise günümüzdeki gibi sıradan değildi; zira silahlar tanrısal özellikler taşıyordu. İlyada destanında Apollon silahlar tanrısı, hançer ise Apollon'un kahramandaki keskin ve kudretli aksiydi.
Türklerin savaş ve şeref sembolü
Göçebe Türk askeri için taşınması kolay olan hançer avcılıkta da vazgeçilmez bir silahtı. Şekilleri ise onların savaşçı karakterini gösterircesine görkemli ve ürkütücüydü. Çift başlı yılan gibi geniş ağızlı, kıvrık ve çatal uçlu hançerler ürettiler. Üstelik her iki yanı ve ucuyla kullanılabilen eğik uçlu hançerlerin de mucidiydiler.
Hançer dediğin eğik olmalıydı; çünkü keskinliğiyle tek hamlede düşmanı boynundan ya da omzundan yaralayarak yere serebilmeliydi. M.Ö. 3000'li yıllarda Alacahöyük'te bulunan altın kabzalı ve eğik uçlu hançer hâlâ görenleri büyülemeye devam ediyor. Divânü Lügâti't-Türk'te “Düşmandan yana dik gözle bak, hançerini bile” diye uyarılır savaşçı. Nitekim hançeri suikast aracı olarak kullanan Bâtınîler Nizâmülmülk'ü katlettikleri bu savaş aletiyle özdeşleşmişlerdir.
I.Alâeddin Keykubad döneminde Anadolu'daki bıçak sanatçıları olan sekkaklar büyük itibar görürlerdi. Bu dönemde türlü işçiliklerle nice bıçaklar üretildi. En makbulü de sapı 'hutüvv' adlı maddeden yapılan hançerdi. İnanması güç ama zehire yaklaşınca hutüvvden bir sıvı çıkar, sanki şıpır şıpır terlerdi hançer. Anlayacağınız, sahibinin canını en ölümcül zehirlere karşı bile canından aziz bilirdi. Bugünkü çakı taşıma adeti eski Türklerin yanlarında hançer taşıması geleneğinden kalmıştır. İslam müelliflerinden Gerdîzî, Zeynü'l-Ahbâr adlı eserinde hemen hemen bütün Oğuzların bellerine kemer bağlayıp hançer astıklarını kaydeder.
Savaş meydanlarında görmeye alışığız da, bir düğünde hançerle karşılaşırsanız ne yaparsınız? Anadolu Selçukluları için saadet deyince ilk akla gelen gereçlerden biriymiş hançer. I. İzzeddin Keykâvus'un düğününde Kazvinli, Deylemli, Rum ve Frenk çavuşların hançerleriyle sultanın etrafında durdukları kaydedilir. Yani hem mutlu bir günün tanığı, hem de şeref bekçisi olmuştur o anda.
Bir arabulucu olarak hançer
Osmanlı'da hançerler farklı amaçlara da hizmet eder. Örneğin bir dönem törensel giyimde kuşağın içinden eksik edilmezler. Bazen de bir diplomasi aracı olarak boylarından büyük işlere kalkışıp komşu ülke hükümdarlarına hediye edilerek ilişkileri düzeltmişlerdir. Diyeceğim o ki vakt-i zamanı gelince o keskin diliyle arabuluculuğa bile kalkmıştır hançer.
Hançerler, varlıklarıyla başlı başına bir güç simgesiydi aynı zamanda. Hatice Turhan Valide Sultan'ın tamamladığı Yeni Cami'nin açılış töreninde oğlu IV. Mehmed'e zümrüt kabzalı göz alıcı bir hançer sunması, bu güç simgesinin anneden oğula emanetiydi sanki.
Osmanlı saray geleneğinde simgesel silahlardan olan hançerler, temelde saltanatın göstergesiydi. Bunlar yakut, safir ve zümrütlerle bezeli altın kaplama hançerlerdi. Sultan III. Selim'in tahttan indirileceğini anladığında bildirilmesini beklemeyip belindeki mücevher hançeri yeğeni Şehzade Mustafa'ya takmasıyla Sultan IV. Mustafa hançerin sessiz tanıklığında saltanatı devralmış oluyordu.
M.Ö. 14. yüzyıla kadar bronzdan yapılan hançer, demirin dinî açıdan saf bir malzeme olarak görülmeyişinden ötürü altın süslemeli kabzasıyla yalnızca dinî törenlerde kullanılıyor, savaşlarda tercih edilmiyordu.
Yunan mitolojisindeki kahramanların silahlarıyla olan ilişkileri ise günümüzdeki gibi sıradan değildi; zira silahlar tanrısal özellikler taşıyordu. İlyada destanında Apollon silahlar tanrısı, hançer ise Apollon'un kahramandaki keskin ve kudretli aksiydi.
Türklerin savaş ve şeref sembolü
Göçebe Türk askeri için taşınması kolay olan hançer avcılıkta da vazgeçilmez bir silahtı. Şekilleri ise onların savaşçı karakterini gösterircesine görkemli ve ürkütücüydü. Çift başlı yılan gibi geniş ağızlı, kıvrık ve çatal uçlu hançerler ürettiler. Üstelik her iki yanı ve ucuyla kullanılabilen eğik uçlu hançerlerin de mucidiydiler.
Hançer dediğin eğik olmalıydı; çünkü keskinliğiyle tek hamlede düşmanı boynundan ya da omzundan yaralayarak yere serebilmeliydi. M.Ö. 3000'li yıllarda Alacahöyük'te bulunan altın kabzalı ve eğik uçlu hançer hâlâ görenleri büyülemeye devam ediyor. Divânü Lügâti't-Türk'te “Düşmandan yana dik gözle bak, hançerini bile” diye uyarılır savaşçı. Nitekim hançeri suikast aracı olarak kullanan Bâtınîler Nizâmülmülk'ü katlettikleri bu savaş aletiyle özdeşleşmişlerdir.
I.Alâeddin Keykubad döneminde Anadolu'daki bıçak sanatçıları olan sekkaklar büyük itibar görürlerdi. Bu dönemde türlü işçiliklerle nice bıçaklar üretildi. En makbulü de sapı 'hutüvv' adlı maddeden yapılan hançerdi. İnanması güç ama zehire yaklaşınca hutüvvden bir sıvı çıkar, sanki şıpır şıpır terlerdi hançer. Anlayacağınız, sahibinin canını en ölümcül zehirlere karşı bile canından aziz bilirdi. Bugünkü çakı taşıma adeti eski Türklerin yanlarında hançer taşıması geleneğinden kalmıştır. İslam müelliflerinden Gerdîzî, Zeynü'l-Ahbâr adlı eserinde hemen hemen bütün Oğuzların bellerine kemer bağlayıp hançer astıklarını kaydeder.
Savaş meydanlarında görmeye alışığız da, bir düğünde hançerle karşılaşırsanız ne yaparsınız? Anadolu Selçukluları için saadet deyince ilk akla gelen gereçlerden biriymiş hançer. I. İzzeddin Keykâvus'un düğününde Kazvinli, Deylemli, Rum ve Frenk çavuşların hançerleriyle sultanın etrafında durdukları kaydedilir. Yani hem mutlu bir günün tanığı, hem de şeref bekçisi olmuştur o anda.
Bir arabulucu olarak hançer
Osmanlı'da hançerler farklı amaçlara da hizmet eder. Örneğin bir dönem törensel giyimde kuşağın içinden eksik edilmezler. Bazen de bir diplomasi aracı olarak boylarından büyük işlere kalkışıp komşu ülke hükümdarlarına hediye edilerek ilişkileri düzeltmişlerdir. Diyeceğim o ki vakt-i zamanı gelince o keskin diliyle arabuluculuğa bile kalkmıştır hançer.
Hançerler, varlıklarıyla başlı başına bir güç simgesiydi aynı zamanda. Hatice Turhan Valide Sultan'ın tamamladığı Yeni Cami'nin açılış töreninde oğlu IV. Mehmed'e zümrüt kabzalı göz alıcı bir hançer sunması, bu güç simgesinin anneden oğula emanetiydi sanki.
Osmanlı saray geleneğinde simgesel silahlardan olan hançerler, temelde saltanatın göstergesiydi. Bunlar yakut, safir ve zümrütlerle bezeli altın kaplama hançerlerdi. Sultan III. Selim'in tahttan indirileceğini anladığında bildirilmesini beklemeyip belindeki mücevher hançeri yeğeni Şehzade Mustafa'ya takmasıyla Sultan IV. Mustafa hançerin sessiz tanıklığında saltanatı devralmış oluyordu.