Sherlock Holmes'e Sultan'dan selam var
Abdülhamid'in ilgi alanları seleflerinden çok farklıdır. Şiir yazmaz, hattatlıklauğraşmaz veya beste yapmaz mesela. Abdülhamid’in mümeyyiz vasıflarından biri de kitapsever olmasıdır. Yatmadan önce kendisine polisiye roman okunmasını sevmesi zamanın karikatürlerinde de yerini bulmuştu.
François Georgeon, Abdülhamid ile ilgili Fransızca yazılmış hiçbir kitabı, içeriğindeki bilgilerin gerçekçi olmaması, peşin hükümler ve yanlış kanaatler içermesi nedeniyle eserinde referans gösteremeyeceğini açıkça yazmış ve bu durumu gerekçelendiren bazı çarpıcı örnekler vermiştir. Bu, Sultan Abdülhamid’in gerçek çehresine ne denli yabancı kaldığımızı gösteren acı bir tespittir.
Alkole ve belki de uyuşturucuya müptela, borç içinde yaşayan ağabeyi Murad’a göre gerçekçi bir insandır Abdülhamid. Hanedan içinde gayrimüslim bankerlere borçlu olarak yaşamayan tek kişidir; tutumludur. Aldığı ödenekle hayatını tanzim etmeyi bilir, Maslak’taki çiftliğinde yetiştirdiği hayvanları satarak kazanç sağlar, borsada oynar ve dönemin tanınmış bankeri Zarifi gibi danışmanları sayesinde kazançlı çıkar.
Tahta çıktığı ilk günden itibaren vezirlerinin elinde kukla olmayacağını hissettirmiştir. Tahta çıkar çıkmaz tanıdığı bankerlerden imparatorluğun mali durumu hakkında bilgi istemesi, dönemin sadrazamı tecrübeli devlet adamı Rüştü Paşa’yı “Galiba başımıza bela aldık” dedirtecek denli endişelendirecektir. Gerçekten de başlarına bela almışlardır. Karşılarında kolaylıkla parmaklarında oynatabilecekleri bir padişah yoktur zira.
Abdülhamid devasa sorunlarla boğuşurken özel hayatında ilginç uğraşlar edinip bunaltıcı yükün altında nefes almayı dener. İlgi alanları seleflerininkinden çok farklıdır. Şiir yazmaz, hattatlıkla uğraşmaz veya beste yapmaz mesela. Ne var ki, çok iyi bir marangozdur. Avusturyalı Karl Jansen’den ince marangozluk ve oymacılık öğrenir. Devlet işlerinden bunaldığında yahut aksine işler iyi gidip keyiflendiğinde marangozhanesine gider, orada teklifsizce konuşup sohbet ettiği ustalarıyla birlikte (onlardan biri de Kemal Tahir’in babasıdır) oturur, mobilya üretir.
Abdülhamid’in mümeyyiz bir vasfı da bibliyofili (kitapseverlik) ile bibliyomani (kitap deliliği) arasındaki ince çizgide yürüyen bir kitapsever olmasıdır. Bu durum onu döneminin en zengin kütüphanesini Yıldız Sarayı’nda kurmaya yöneltir. Sarayda muhteşem bir kütüphane oluşturduğu gibi hükümdarlığı sırasında kitap yayınlanmasını da ısrarla teşvik etmiştir.
Abdülhamid’in sansürünü eleştirenler onun dönemindeki kitap yayınlarındaki inanılmaz artıştan nedense hiç söz etmezler. Sultan, kitap yazanları madalya, terfi, nakdî mükâfat gibi ödüllerle cesaretlendirirken yayıncılığı da teşvikten geri durmaz. Örneğin tahttan indirilmesinden sonra aleyhinde en ağır neşriyatı yapanlardan Ahmet İhsan (Tokgöz) Bey’in Servet-i Fünun dergisi Sultandan sürekli maddî destek almaktadır.
Bir diğer husus da Batılı anlamda halka açık ilk genel kütüphane olan Kütüphane-i Umumiyi Osmani’nin yine II. Abdülhamid döneminde 24 Haziran 1884’de açılmış olmasıdır. Bugünkü Beyazıt Devlet Kütüphanesi onun kitap sevgisinin bir göstergesidir.
Yıldız Sarayı’ndaki kütüphanesine gelince, bu konuda bilgi verenlerden biri İstanbul Darülfünunu Devletler Hukuku Hocası Örikağasızade Hasan Sırrı Bey’dir. Anılarında şu bilgileri nakleder:
“Evvelleri Yıldız Sarayı’nda kütüphane ıtlâkına layık bir yer yokken bilahâre Abdülhamid-i Sâni bu hususa ayrıca ehemmiyet vererek, bahçenin münasip bir yerinde gayetle güzel bir daire-i müstakille inşa ettirip kütüphane ittihaz eyledi. Muhteviyatı 20-25 bin cildi mütecaviz olup meyanında pek muteber âsâr-ı şarkiyye ve ecnebiyye ve yazma kitaplar ve pek latif müzehhebât [tezhib ile süslenmiş eserler] mevcuttu.”
Bu konudaki kaynaklarımızdan biri de Abdülhamid karşıtlarının başvuru kitabı olan ve eserinde padişahı acımasızca eleştiren, hatta anne ve babasının Ermeni olabileceğini söylemekten çekinmeyen Osman Nuri Bey’in Abdülhamid-i Sâni Devr-i Saltanatı, Hayat-ı Hususiye ve Siyasiyesi’dir. Abdülhamid nefretinin şahikası olan bu eserde onun kitap sevgisi inkar edilememiştir:
“Abdülhamid’in Yıldız Sarayı’nda dört kütüphanesi vardır. Öğle yemeğinden sonra muhakkak kütüphanelerini ziyaret eder. Bir tanesi Devlet-i Osmaniye hakkında elsine-i muhtelifede [çeşitli dillerde] yazılmış âsâr [eserler] ile dopdoludur. Bu âsâr meyanında elyazması kitaplar da mevcut olup hakk-ı telifi verildiğinden ve mübayaa [satın alma] ve tâb ü neşri [basım] men edilmiş olduğundan bu kitaplar Yıldız Kütüphanesi’nden başka hiçbir yerde bulunmaz. Türkçe ve Arapça yazılmış âsâr oldukça muntazam surette tertip edilmiş ve numaralı gözlere yatırılmış olarak tanzim edilmiştir. Buralarda bulunan âsârın mecmuu 10 bin kadardır. Bunların birçoğu resimlidir ve gayet güzel bir şekilde ciltlenmiştir. Kütüphanelerde muhtelif kütüphaneciler ve 30 kadar memur ve hademe müstahdem idi. Abdülhamid kütüphanede her gün iki, üç saat kadar oturur; burasını o kadar severdi ki, huzuruna girecek vükelayı (bakanları) ve saray memurlarını burada kabul ederdi.”
Sultan’ın şaheserleri: Kütüphaneler
Abdülhamid’in kütüphanesi hakkında bilgi verenlerden biri de 24 yıl Yıldız Sarayı’nda görev yapan Ali Sid Bey’dir. Söyledikleri, alıntıladığımız iki zattan farklıdır:
“Sultan Hamid’in Yıldız’da tesis etmiş olduğu zengin bir kütüphanenin içinde bulunan eserlere ecnebiler de ehemmiyetle bakarlardı. Seçilmiş eserlerden meydana gelmiş kitaplar arasında güzel yazılarına, tezhiplerine baha biçilemez Kur’an-ı Kerimler ve seçme eserler mevcuttu. Padişah kütüphanecilerini ilim ve irfan sahiplerinin seçkinlerinden seçmişti. Başkütüphanecilik görevini yapan, felsefede derin bilgi sahibi Gelenbevizâde Tevfik Bey ile Arapçaya iyice vâkıf olan Süleyman Hasip Efendi, çeşitli ilimlere sahip olduğu herkes tarafından kabul edilen İsmet Bey’i yazmak ve anmak gerekir.”
Bu kütüphane İstanbul Üniversitesi’ne devredilmiş olup 30 Haziran 1924 tarihli Cumhuriyet’te çıkan bir haber kütüphanenin bir başka boyutuna dikkat çekmektedir: “Kitapların bir kısmını da Abdülhamid’e tercüme edilmiş ve kendisi tarafından okunduktan sonra kütüphaneye vaz olunmuş cinai romanlar teşkil etmektedir.”
Peki nadide eserleri misafir eden bu kütüphanede toplam kaç kitap vardı? Bu soruya kesin bir cevap vermek güç. Çok eski dönemlerden kalmış kıymetli elyazması kitaplar, Türkçe ve başka dillerdeki basılı kitaplar ile sırf onun için çevrilmiş tek nüsha kitaplardan oluşan kütüphanenin eksiksiz bir envanterini çıkarabilmek pek mümkün görünmüyor. Osman Nuri Bey ana kütüphanede 10 bin kitap, Hasan Sırrı Bey ise tüm kütüphanelerde 20-25 bin kitap olduğunu ifade etmekteyse de doğrulukları şüphelidir.
Kütüphaneyi üç bölümde inceleyebiliriz.
Yazma kitaplar: İslamî ilimlere ait kitaplarla dilbilgisi kitapları, manzum veya nesir olarak edebî kitaplar, özellikle divanlar, tarih ve coğrafyayla ilgili eserler. Bunların çoğu tarihî elyazmalarıdır; bazıları Fatih döneminden kalmıştır. Çoğu tek nüsha olan bu eserler o dönemin tabiriyle elsine-i selase, yani üç dilden biri ile (Türkçe, Arapça ve Farsça) yazılmıştır.
Basma kitaplar: Türkçe ve Batı dillerinde yazılmış eserler olup yazmalara göre ikincil önemdeki eserlerdir.
Padişaha mahsus elyazması çeviriler: Abdülhamid’in özel merakı neticesinde Batı ülkelerinde çıkmış kitaplardan yaptırdığı özel çevirilerdir. Çevirenler el yazısı olarak onları kendisine sunmuş; o da bunları ciltlettirmiş, sonra okuyup kütüphanesine koymuştur
Kitapları sütkardeşine okuturdu Abdülhamid’in özel kütüphanesinin kendine mahsus siparişleriyle genişleyen kısmında tutkunu olduğu polisiye roman çevirileri de yer alır. Kimi araştırmacılara göre Abdülhamid vesveseli olduğundan polisiye romanlardaki entrikaları öğrenip kendisini mevhum tehlikelerden uzaklaştırmak istemekte veya onlardan öğreneceği entrikalarla düşmanlarını alt etmeyi amaçlamaktadır.
Bu iddiaların tutarsızlığı ortadadır; çünkü Sultanın okuduğunu saptadığımız polisiye romanlarda entrika pek yoktur ve asıl önemlisi, polisiye roman dünyanın her yerinde ‘kaçış zevki’ için okunur. Abdülhamid de padişahlığı süresince birbirini izleyen ve insan takatını aşan sorunlarla uğraşıp bunalan bir hükümdardır. Aşırı sorumluluk duygusuyla her önemli olayı ayrıntılarına kadar öğrenmek istemekte ve müthiş bir zihnî faaliyet içinde bulunmaktadır. Kanımızca yorgun zihninin dinlenmesini sağlamak ve birkaç saat için de olsa problemlerinden uzaklaşmak amacıyla polisiye roman okutmaktadır.
Vesveseli olduğunu inkâr edemeyeceğimiz Abdülhamid’in yatak odasına girip kendisine polis romanı okuyanlar, pek doğaldır ki en güvendiği yakınları olacaktır. Uzun yıllar bu görevi sütkardeşi olan Esvabçıbaşı İsmet Bey yerine getirir. Abdülhamid’in annesi Tirimüjgan Kadınefendi’nin hasta olması nedeniyle şehzadeye bir sütanne bulunmuş ve onun Abdülhamid ile yaşıt oğlu İsmet, daha sonra şehzadeye intisab etmiş, güvenini kazanmış ve ölünceye kadar maiyetinde çalışmıştır.
Abdülhamid’in polisiye romanları özel olarak çevirttiği hususuna Osman Nuri Bey’in kitabında şöyle değinilmektedir:
“Mabeyn Kitabet Dairesi’nin bir şubesi de tercüme kalemi idi. Burada bütün Doğu ve Avrupa dillerine vakıf birçok tercüman çalışırdı. Abdülhamid, dünyada siyasî ve resimli ne kadar önemli gazete ve dergi varsa hepsine abone olup işbu tercüme kaleminde icab eden yazılar her gün çevrilip hünkâra verilirdi. Burada ‘Mabeyn Mütercimi’ unvanıyla 10 liradan 40 liraya kadar maaş alır 15 kadar çevirmen vardı. Abdülhamid siyasî makalelerden başka her dilden roman ve hikayeler çevirttiriyordu. Mabeyn mütercimleri tarafından çevrilen bu gibi eserlerin miktarı 6 bine ulaşmıştı. Abdülhamid en çok cinai romanları severdi. Hangi dilden olursa olsun hiçbir cinai roman yoktur ki Türkçeye çevrilmemiş olsun. Carmen Silva’nın bütün eserlerinin çevirileri de Yıldız Kütüphanesi’nde mevcuttur. Abdülhamid için yapılan çeviriler, büyük kıtada kenarı yaldızlı büyük kağıtlara yazılır; kırmızı yeşil kurdelalarla bağlanarak takdim edilirdi. Çeviriler bütün haremi dolaştıktan sonra kütüphaneye gelip orada korunurdu.”
Burada çeviri eserlere dair verilen 6 bin sayısının doğruluğunu basit bir hesapla kontrol edebiliriz. Saltanatının ilk gününden son gününe kadar bu büronun hiç tatil yapmadan çalıştığını kabul etsek bile 6 bin kitaba ulaşılması için iki günde bir kitap çevrilmesi gerekir. Bunun imkânsızlığı ortadadır.
Osman Nuri Bey’in konuyu pek bilmediğinin bir kanıtı da Abdülhamid’in en çok sevdiği polisiye roman yazarı olarak Carmen Silva’nın ismini vermesidir. Oysa Carmen Silva polisiye değil, aşk romanları yazan dönemin Romanya Kraliçesi Elisabeth’in takma adıdır.
Gerek İstanbul Üniversitesi, gerekse Osmanlı Arşivi’nde Abdülhamid’in isteği üzerine çevrildiğini saptadığımız kitap sayısı 571’dir. Bunların 505’i İstanbul Üniversitesi’nde, 66’sı Osmanlı arşivlerindedir. Buralarda bulunmayan, herhangi bir nedenle kütüphane dışına çıkmış kitapları da düşünürsek en yüksek tahminle 600-650 roman çevirttiğini söyleyebiliriz.
Sultanın polisiye romandaki aktüel gelişmelerin sıkı bir takipçisi olduğu anlaşılmaktadır. Tüm zamanların en ünlü polisiye roman kahramanı Sherlock Holmes’ü tanıması ise uyanık bir çevirmenin dikkati sayesinde olmuştur.
Sherlock Holmes’ün yazarı Arthur Conan Doyle’un romanlarının tefrika edildiği Strand dergisi de Abdülhamid’in abone olduğu mecmualardan biridir. Ekim 1903 tarihli sayısında bir Hintli tarafından kaleme alınmış Padişahla ilgili bir makale yayınlanmıştır.
Abdülhamid’den Doyle’a nişan
Corci isimli çevirmen bu yazıyı çevirirken, önceki sayfalarda Conan Doyle’un “The Empty House” (Boş Ev) isimli öyküsünün yer aldığını görür ve Sultanın polisiye roman merakını bildiğinden onu da çevirip kendisine sunar. Bu ilginç öykü, o güne kadar Fransız romancılarının kaleme aldığı melodram yapılı polisiye romanları okuyan Sultanın çok hoşuna gider ve Londra Büyükelçisi Musurus Paşa’dan Doyle’un bütün eserlerinin gönderilmesi ister.
Abdülhamid’in en sevdiği polisiye roman yazarı o günden sonra Conan Doyle olmuştur. Hatta Golden Horn (Altın Boynuz - Haliç) kitabını yazan Francis Yeats-Brown’a inanmak gerekirse 31 Mart Vak’ası sonrasının bunalımlı günlerinde Hareket Ordusu Yıldız Sarayı’nı sararken Abdülhamid, Doyle’un “Bruce - Partington Planları” isimli öyküsünü okutup dinlemektedir.
Polisiye tarihinin yazar ve okuyucu olarak sunabileceğimiz bu en ünlü ikilisi belge ve tanıklara bakılırsa en az bir kez karşı karşıya gelmişler. Anılarından öğrendiğimize göre ilk karısı Louisa 1906’da öldükten bir yıl sonra Doyle, Jeanny Leckie ile evlenmiş ve balayı gezisinde İstanbul’a gelmiştir. Bu konuda 1869-1909 yıllarında Osmanlı Deniz Kuvvetleri’nde müşavir olarak çalışan, aynı zamanda Abdülhamid’in fahri yaveri de olan İngiliz Amirali Sir Henry F. Woods (Woods Paşa) anılarında şunları dile getirir:
“Polisiye öykülerden özellikle Sir Conan Doyle’un yazdıklarından çok hoşlanırdı. Birkaç yıl önce Sherlock Holmes dizisinin yaratıcısı, karısıyla birlikte İstanbul’a gelmişti. Benim de katıldığım Selamlık Töreni’nde Abdülhamid, Conan Doyle’a Mecidiye Nişanı takmıştı.”
Bu sözlerin gerçekliğini tahkik etmek için Osmanlı Arşivi Hariciye Vekaleti belgeleri üzerinde yaptığımız araştırmada Conan Doyle’a verilen nişanın beratını bulduk. Buradan kendisine Mecidiye, karısına da Şefkat Nişanı verildiği anlaşılıyor. İşin ilginç tarafı, Doyle’un anılarında padişah tarafından kabul edilmeyi arzu ettiğini, ancak Ramazan olduğu için kabulün gerçekleşmediğini söylemesidir.
Mecidiye Nişanı verildiğini anılarında yazan Doyle, karısına da Şefkat Nişanı takıldığını belirtir. Woods Paşa, “Benim de katıldığım bir törenle Doyle’e nişan verildi” diye yazarken, yazarımızın olayı başka türlü anlatması ilgi çekici bir durumu ortaya çıkarıyor. Acaba Woods Paşa’yı hafızası mı yanıltmıştı, yoksa Doyle’un gizlediği bir şeyler mi vardı? Anlayacağınız tam polisiye romanlık bir muammayla karşı karşıyayız!
Tatlı bir anekdota göreyse Abdülhamid, Doyle’a, uzun öykülerini çok beğendiğini ama romanlarını geriye dönüşler olduğu için biraz ağır ritimli bulduğunu söylemiş ve uzun öykü yazmasını önermiş. Çok gururlu olduğu bilinen yazar da bundan alınıp anılarında bu ayrıntıyı vermemek için huzura kabul edilmediğini yazmış.
Kime inanalım dersiniz? Biri okur, diğeri de yazar olarak polisiyenin büyüsüne kapılmış bu iki önemli ismi polisiye roman tadındaki bir bulmacada buluşturan kaderin cilvesine şaşmamak elde mi?