Sarıkamış'ın sorumlusu risk yönetimindeki başarısızlıktı

HABER MASASI
Abone Ol

Yenilginin tek sorumlusu olarak Enver Paşa’yı göstermek, onu suçlayıcı kelimelerle anmak çok adil bir hüküm değildir. Tarihî olayları ve kişileri tarihselleştirmeyi/normalleştirmeyi başarırsak, tarih zaten onlar hakkında hükmünü verecektir.

Prof. Dr. Mustafa Budak

Çanakkale zaferinden sonra gerçek mahiyeti bilinmeden, hurafe ve önyargılarla anılan tarihî olaylardan biri de Sarıkamış harekâtıdır. Anma etkinlikleri iç ve dış turizmin canlanması anlamında bir katma değer oluşturmakta, dolayısıyla modern kapitalist dünya sistemi içinde bir ‘tüketim metaı’ haline gelmektedir. Böyle olunca abartılı ve gerçek dışı imgeler ve hatıralar üretilerek olayın cazibesi arttırılmak istenmektedir.

Her yıl Aralık ayında “Allahuekber Dağlarında 90 bin şehit” söylemiyle gündeme gelen harekâtın başarısızlığı dile getiriliyor. Hatta etkinlikler bir Enver Paşa eleştirisine dönüşerek, onun sözümona beceriksiz ve hayalperest kişiliğine yönelik bir yergi haline geliyor. Kimileri hızlarını alamayıp işi Enver Paşa-Mustafa Kemal Paşa mukayesesine götürmekte; ilkinin hayalperest, ikincisinin realist olduğunu söyleyerek bir Mustafa Kemal Paşa övgüsü yapmaktadırlar.

Bu karşılaştırmayı bir başka yazıya bırakarak şu can alıcı 2 soruyu soralım:

1- Sarıkamış harekâtının gerçek niteliği neydi?

2- Enver Paşa’nın bu harekâtın sonucu üzerinde ne tür bir etkisi olmuştu?

Şu bir gerçek ki, Sarıkamış harekâtı 1. Dünya Savaşı başlarında, Kasım 1914’te başlayan Osmanlı-Rus cephe muharebelerinin en önemli ve dramatik olanlarından biriydi. Bu harekât, Osmanlı 3. Ordusu’nun 3 kolordusu (9., 10. ve 11. Kolordular) ile yürütülmüş bir kuşatma/çevirme harekâtı idi. Aslında bu ordunun görevi, Rus ilerlemesine karşı sınırı korumak, sınırdan asker çekmelerini önlemek için taarruz etmekti. Bu görev Osmanlı Başkumandanlık Vekaletince 2 Ağustos 1914’te verilmişti. İşin ilginci, Osmanlı Devleti için savaş başlayınca kadar Enver Paşa dahil herkes ordunun savunmada kalmasında hemfikirdi. Hatta Hafız Hakkı Bey’in Bulgaristan dönüşü verdiği rapora göre 1915 baharına kadar ordu savunmada kalmalı, gerekirse baharla birlikte Kafkasya istikametinde Ruslara karşı taarruza geçilmeliydi.

Öyleyse 3. Ordu taarruz düzenine nasıl ve neden geçmişti? Bunun birinci sebebi, Avrupa cephesinde Almanların karşısındaki Rus üstünlüğü idi. Bundan cesaret alan Ruslar, biraz da Osmanlı gemilerinin Sivastopol ve Odesa limanlarını bombalamasına cevap vermek ihtiyacıyla doğuda birçok yerden Osmanlı topraklarına girdiler. Bunun üzerine Osmanlı Genelkurmayı, strateji değiştirerek hem savaşa iyi bir başlangıç yapmak, hem de askerin moralini yükseltmek için Ruslara karşı taarruza geçilmesine karar verdi. Her ne kadar ordu komutanı Hasan İzzet Paşa bu düşünceye karşı çıkmışsa da emir demiri keser misali istemeyerek emre uymuş fakat esaslı bir plan yapmadan askeri Rusların üzerine parça parça taarruz ettirmişti. Bu da gereksiz yere asker ve zaman kaybına sebep oldu. Yine de Köprüköy ve Azap muharebelerinde kısmî başarılar kazanıldı.

Kolordu komutanları ve Başkumandanlık Vekaleti’nin ısrarla taarruz yapılması yönündeki görüşlerine rağmen 3. Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa, ordusunu savunmada tutmakla kalmadı, karargaha haber vermeden 10-15 km de geri çekti. Böylece sınırdaki köyler boşaltılmış, yazdan beri hazırlanmış yiyecek ambarları Ruslara bırakılmış oldu. Tabiatıyla bu durum, başkent İstanbul’da Genel Karargah ile Karadeniz ve Doğu Anadolu’daki yerel yöneticiler arasında rahatsızlık yarattı. Bunlar arasında Erzurum Valisi Tahsin Bey, Van Valisi Cevdet Bey, Trabzon Valisi Cemal Azmi Bey ile Teşkilat-ı Mahsusa Reisi Bahattin Şakir vardı.

Ortak görüşleri ordunun taarruza geçmesi yönündeydi. Ancak bu suretle Kafkasya ele geçirilebilecekti. Özellikle Bahattin Şakir gibi İttihat Terakki’nin etkili ve atak üyelerinin ordu işlerine karışması Enver Paşa’yı rahatsız etmiş ve durumu yerinde görmek üzere Genelkurmay 2. Başkanı Kurmay Albay Hafız Hakkı Bey’i 8 Aralık 1914’te Erzurum’a göndermek zorunda kalmıştı. Sonunda Hafız Hakkı Bey, bir taarruz hareketinin mümkün olduğunu Başkomutanlığa bildirdi.

12 Aralık’ta Erzurum’a gelen Enver Paşa, 3. Ordu karargahında komutanlarla 3 gün boyunca müzakereler yaptı. İlginçtir ki, bu müzakerelerde taarruz fikrine komutanlardan herhangi bir itiraz gelmedi. Bunun üzerine baskın karakterli taarruza karar verildi.

Buna göre 11. Kolordu ile 2. Nizamiye Süvari Tümeni Rusları Sarıkamış-Erzurum yönündeki cephede (Köprüköy, Horasan ve Azap civarlarında) tutmaya çalışırken, Çatak doğrultusunda 9. Kolordu Rusların kuzey kanadını kuşatacak, 10. Kolordu ise Oltu üzerinden Kosur Boğazı’na gelecek ve oradan Allahuekber Dağlarını aşarak Sarıkamış’a ulaşacaktı. Böylece arkadan kuşatılmak suretiyle Kars ile bağlantısı kesilecek olan Ruslar, Aras nehri üzerinde imha edilecekti. Bu taarruz planının ilk sonucu Hasan İzzet Paşa’nın 19 Aralık’ta istifa etmesi ve 3. Ordu Komutanlığı’na Enver Paşa’nın gelmesiydi. 22 Aralık’ta başlayan ve 3 koldan yürütülen harekât 18 Ocak 1915’te Osmanlı 11. Kolordusu’nun Azap’a çekilmesi ve Rusların Sanamir-Ardos-Zars-Yüzviran hattına yerleşmesiyle son buldu. Bunun adı Osmanlı yenilgisi ve Rus zaferi idi.

» Rus esareti altında... Ağır kış şartları ve erzak sıkıntısı nedeniyle büyük kayıplar verdiğimiz Kafkas Cephesi’nde Ruslar tarafından ele geçirilen esir Türk askerlerine ait bu fotoğraf, savaşın hazin çehresiyle yüzleştiriyor bizi.

“Bizi Ruslar değil, bitler yendi”

3 cepheden yürütülen taarruz harekâtı amacına ulaşamamış ve Ruslar karşısında yenilgi mukadder olmuştu. Ancak zorlu kış şartlarına rağmen Osmanlı askeri Allahuekber Dağlarını aşmış ve Yukarı Sarıkamış’a ulaşmayı başarmıştı (26 Aralık 1914). Ne yazık ki 10. Kolordu’nun zamanında hareket edememesi ve bunun sonucunda nispeten dağılması, her düzeydeki komutanlar arasındaki uyumsuzluk ve kararsızlık hali taarruz harekâtının başarısını engelledi.

Sadece kolordu komutanları değil, Enver Paşa da bariz yanlışlar yaptı. Mesela 11. Kolorduyla, hem de önünde Sarıkamış’a gitmişti. Oysa bu, 3. Ordu Komutanı olması itibariyle yanlıştı. Kendisinin ordu karargahında bulunması gerekiyordu. Muhtemeldir ki, Napolyon veya Fatih gibi ordusunun başında Sarıkamış’a muzaffer komutan edasıyla girmek istemişti. Hafız Hakkı Paşa da taarruzla ilgili aşırı düşüncelere sahipti ve Enver Paşa’yı etkilemişti.

Aynı şekilde 11. Kolordu Komutanı Galip Paşa aldırmaz ve ağırdan alan tavırları, 9. Kolordu Komutanı İhsan Paşa ise Enver Paşa’nın emirlerine rağmen Bardız’dan Sarıkamış’a doğru bir gece baskınını askerin yorgunluğunu ileri sürerek durdurması ile emre itaatsizlik içindeydiler. Tüm bunların ötesinde, ordunun ikmal imkânlarının yetersizliği hayati önemdeydi. Öyle ki, 29 Aralık’a kadar orduya erzak ikmali yapılamamış ve erzak sadece güzergah üzerindeki köylerden sağlanabilmişti Ayrıca açlık da had safhadaydı ve zaferin anahtarı gibiydi. Mesela 29 Aralık’ta Sarıkamış’a girmiş olan Osmanlı askeri şehre dağılarak yiyecek derdine düşünce Rusların karşı taarruzuyla geri atılmıştı.

Bu arada belirtelim ki, ordunun tek derdi yiyecek eksikliği değildi; salgın hastalıklar da baş göstermişti. Ordu Sıhhiye Reisi Tevfik Bey’in (Sağlam) yayımladığı istatistiklere göre en az 40 bin asker salgın hastalıklardan hayatını kaybetmişti. Asker arasında söylenen şu söz, işin ciddî boyutunu ortaya koyuyordu: “Bizi Ruslar değil, bitler yendi!”

Her ne sebeple olursa olsun, Sarıkamış harekâtının en somut ve dramatik sonucu, onbinlerce Osmanlı askerinin şehit olmasıydı. Genel görüş 90 bin askerin şehit olduğu yönündeydi. Bu sayıyı ilk dile getiren ise Fransız Kurmay Binbaşı M. Larşer (Büyük Harbde Türk Harbi I, İstanbul 1927, s.110) idi. Ona göre Sarıkamış harekâtı felaketle sonuçlanmıştı.

Bunun sebepleri ise yolsuz yüksek dağların sebep olduğu güçlük, soğuk, kar, açlık ve tifüs idi. Ne var ki Larşer’den sonra kayıplar konusunda farklı rakamlar söylenip yazıldı. Sonunda Türk Genelkurmayı’nın yayımladığı Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi Kafkas Cephesi 3. Ordu Harekâtı I adlı eser, Türklerin toplam kaybı için son noktayı koydu: 60.000. Yine aynı esere göre Rusların toplam kaybı ise 32.000 kadardı.

Başarısızlığın sebebi neydi?

Fevzi Çakmak, Fahri Belen gibi Türk, Maslowsky gibi Rus askerî isimlere göre bu harekât teorik olarak başarılı bir plana sahipti. Özellikle Fevzi Çakmak, bunun Enver Paşa’nın dağınık kavisli bir harekât planı olduğu düşüncesindedir. Plan sadece Sarıkamış’la sınırlı olmayıp Karadeniz, Hazar Denizi, Volga, Kafkasya ve Türkistan’a yönelikti. Ancak Sarıkamış harekâtı gerçeği, bu geniş ölçekli planın uygulanmasını sekteye uğrattı. Maslowsky’e göre “Başarılacak bir harekât, maiyet kumandanlarının Enver’in emirlerini tatbikte gevşeklik göstermeleri muvaffakiyetsizliğe netice vermiştir”. Aksi varit olsaydı Ruslar Kafkas Dağlarına kadar çekilebilirlerdi.

Genel olarak Rus kaynakları, Sarıkamış harekâtı planını “çok cesur ve cüretli bir hareket” olarak görmüşlerdi. Aynı şekilde, Enver Paşa’nın Kurmay Başkanı Bronsart’a göre Sarıkamış harekâtında yenilginin baş sebebi, Türk kolordularının ayrı ayrı hareket etmeleriydi.

Dikkat edilirse harekâtı değerlendirenler, yenilgide hava şartları ve lojistik eksikliğinden daha çok komutanlar arasındaki uyumsuzluk ve hızlı davranmamalarının belirleyici olduğunda hemfikirdirler. Buna rağmen Allahuekber Dağları aşılarak Sarıkamış’a ulaşılmış fakat gerekli destek gelmeyince yenilgi kaçınılmaz olmuştur. Kanaatimce bu, ‘sonu getirilmeyen bir başarı’dır. Bunun şerefi ise kahraman ve fedakâr Osmanlı/Türk askerinindir. Hatta Sarıkamış harekâtından dolayı Enver Paşa’yı son derece acımasızca eleştirip ‘bilgisiz ve deli komutan’ olarak suçlayan Köprülülü Şerif Bey’e göre, “Sarıkamış, bize büyük bir ibret olduğu kadar tarihimizde parlak bir onur sayfasıdır” (Şerif İlden, Sarıkamış, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul 2001, s. 266).

Sarıkamış harekâtında Enver Paşa’nın rolü hakkında Mareşal Fevzi Çakmak’ın değerlendirmeleri son derece dikkat çekicidir. Ona göre “Sarıkamış, Enver Paşa’nın arzusu doğrultusunda alınsaydı, yol (Sarıkamış-Kars yolu) açılamayacaktı ve Ruslar da geri çekileceklerdi”. Ne var ki bu mümkün olmadı. Oysa Maslowski’nin deyimiyle “Türklerin Sarıkamış Muharebesi’ni kazanmalarına ramak kalmıştı. Türk planının başarısı halinde sayılamayacak derecede faydalar elde edilecekti”.

Sonuçta harekât, Fevzi Çakmak’ın ifadesiyle “felâketle” sonuçlandı. Binlerce Türk askeri şehit oldu. Bunun sorumlusu da Başkumandan Vekili ve 3. Ordu Komutanı olmasından dolayı Enver Paşa idi. Ne var ki, çoğu askerî tarihçi ve şahsiyetin değerlendirmelerine bakılırsa, Enver Paşa’nın dışında (hava şartları, askerin lojistik eksikliği gibi hususları hariç tutarsak) alt kademe komutanlarının da büyük paylarını unutmamak gerekir. Bu konuda Enver Paşa’dan önceki 3. Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa ile 9. Kolordu Komutanı İhsan Paşa’nın isteksiz tavırları ve yavaş hareket etmeleri yenilgide başat faktördü.

Diğer taraftan Fevzi Çakmak, Enver Paşa’nın son derece heyecanlı, aktif ve aceleci olduğunu söylemektedir. Daha doğru bir ifadeyle, Sarıkamış harekâtı sırasında komutanlar arasındaki kişilik farkları ve aralarında dengeleyici kimselerin olmamasını, komuta kademesi bağlamında yenilgiyi hazırlayan faktörlerin başında saymakta, Rusların bu dengeyi sağladıkları için başarılı olduklarını belirtmektedir. Şu sözler ona aittir:

“Bizim tarafta Hasan İzzet Paşa pasif, Hafız Hakkı Paşa ve Enver Paşa çok aktif idi. İş başında, ikisinin ortası itidalli biri bulunmadığından Sarıkamış felaketi meydana gelmiştir.”

Görünen o ki, idealler ile onu gerçekleştirecek insanlar ile imkanların uyumlu ve yeterli olmaları elzemdir. Yüksek idealler, büyük riskler içerir. Bunu yönetebilmek büyük maharet ister. Ne yazık ki Enver Paşa bu büyük riski yönetemedi. İmkânları ile bu ideali gerçekleştirecek insan unsuru/kadrosu idealine uygun kimseler değildi. Aksi varid olsaydı, büyük imkânsızlıklara rağmen Sarıkamış harekâtı zaferle sonuçlanabilirdi. Nitekim Türk Genelkurmayı’nın görüşüne göre Sarıkamış yenilgisi, yönetilemeyen riskin en bariz sembolü, Enver Paşa da bunun aktörü idi.

Hal böyleyken, yenilginin tek sorumlusu olarak Enver Paşa’yı göstermek çok adil bir hüküm değildir. Tarihî olayları ve kişileri tarihselleştirmeyi/normalleştirmeyi başarırsak, tarih zaten onlar hakkında hükmünü verecektir.

Unutmayalım ki, hayalperest denilen Enver Paşa, 1917’lerden itibaren Anadolu ve Trakya’nın İtilaf devletlerince muhtemel işgali karşısında direnişi düşünmüş ve ona göre hazırlıklar yapmış bir şahsiyettir. Sadece bu bile Enver Paşa’yı hayırla yâd etmeye yeter de artar bile…