Osmanlı’nın ‘çok dilli’ vilayeti: Yanya

ONUR ÖNER
Abone Ol

Değişik kültürlerin iç içe yaşadığı Yanya vilayeti, 20. yüzyılın ilk çeyreğine, hatta mübadele yıllarına kadar bu özelliklerini korumuştu.

Osmanlı İmparatorluğu geniş coğrafyasında onlarca farklı dil, ırk, kültür ve dinin renklerini birlik ve barış içinde korumayı başarmış nadir devletlerdendir. Medeniyetin doruklarına ulaştığımız(!) bu asırda, tatlı bir hayale dönüşmüş bir arada yaşama kültürünü asırlar önce hayata geçirmiştir. 1913 yılına kadar bir Osmanlı vilayeti olan Yanya, dinî ve kültürel çeşitliliğe verilebilecek en güzel örneklerden biridir. Epir bölgesi olarak tanımlanan ve bugünün Kuzeybatı Yunanistan'ı ile Güneydoğu Arnavutluk'unu içine alan Yanya vilayeti Preveze, Reşadiye (Aydonat), Yanya, Ergiri ve Berat sancaklarından oluşmaktaydı. Yaklaşık olarak 20 bin nüfusun yaşadığı bu dağlık coğrafyada Müslümanlar (çoğunluğu Arnavutlar ve Türklerden oluşur) ile Hıristiyan Ortodoks Yunanlılar hemen hemen eşit sayıdayken, 3 bin kadar da Yahudi yaşamaktaydı.

'Osmanlı demokrasisi'
Konuşulan dillere baktığımızda, gündelik hayatta Yunancanın daha yaygın olduğunu görüyoruz. Yanyalı Türklerin Yunancaya, hatta Ulahçaya neredeyse Türkçeden daha fazla rağbet gösterdiklerini, mübadele sonrası geldikleri Anadolu'da yaşadıkları dil kaynaklı problemleri anlatan günceler ve anı kitaplarından biliyoruz. (Özellikle Lozan Mübadilleri Vakfı ve Belge Yayınları gerçekleştirdikleri çalışma ve yayınlarla bu literatüre katkıda bulunmaktadırlar.) Yanya vilayetindeki diğer hakim dil ise Arnavutçaydı. Kuzey Yanya bölgesinde, yani Ergiri ve Berat sancaklarında yaşayan Yunanlılar kendi dilleri kadar Arnavutçaya da aşinaydılar.

Yanya'da bulunduğum sırada çalışmalar yaptığım Epir Araştırmaları Merkezi'nde, Yanya Vilayeti Yerel Meclisi'nde Aralık 1879'dan Mayıs 1880'e kadar yapılan toplantı tutanaklarını içeren 4 defterle karşılaştım. Bu defterleri ilginç kılan şey, Yunanca tutulmuş olmalarıydı. (Osmanlı'nın pek çok vilayetinde oluşturulan bu meclisler, 23 Aralık 1876'da yürürlüğe giren Kanun-i Esasi'nin vilayet, liva ve kaza meclislerinin kurulması hükmüne uygun olarak toplanmaktaydı.)

İlk 2 defter toplamda 25 defa yapılan toplantıların zabıtlarından oluşmaktadır. Üçüncü defter bütün toplantıları ve alınan kararları özetlemekte, son defter ise alınan kararlar neticesinde oluşan taslağı içermektedir.

Vali Ahmed Rasim Paşa başkanlığında toplanan mecliste Vilayet Hakimi Şerif Efendi, Adliye Müfettişi Ohannes Efendi, Defterdar Hacı Osman Efendi, Mektubi Fevzi Efendi ve Müsteşar Artemiadis Efendi bulunmaktaydı. Bunun dışında Müslüman nüfusu temsilen eşraftan 7, Hıristiyan nüfus adına 8 kişi bu mecliste yer alıyordu. Yanya'da yaşayan Yahudi nüfus ise 1 kişi ile temsil ediliyordu.

Bu toplantılarda vilayetin bütçesinden eğitimine, birden fazla dilin gündelik hayatta yarattığı problemlerden hayvancılığa, eşkıya sorunundan Yunan Devleti ile olan sınır bölgelerine, kaçakçılıktan yerel basına, hatta atanan valilerin yerel dillere aşina olmalarına kadar 23 ana başlık ve 449 madde üzerinde kimi zaman toplantılara ara verdirecek kadar hararetli tartışmalar yaşanmıştır. Bazı önemli konular birkaç toplantı boyunca devam etmiş, kimi maddeler ise sadece bir kez okunarak geçilmiştir.

İlginç olan nokta, toplantıların kimi zaman Türkçe, kimi zaman da Yunanca ve Arnavutça olarak yapılmış olmasıdır. Hatta bir toplantıda Ermeni Ohannes Efendi Yunanca anlamadığı gerekçesiyle konuşmaların Türkçe yapılmasını talep etmiştir. Öte yandan, Vali Ahmed Rasim Paşa'nın Hıristiyan kökenli olduğu söylenmekle beraber Yunanca biliyordu.


Yanya Gölü’nün dünü ve bugünü Dağlık alanlarla çevrili bulunan Yanya’da yer alan ve benzersiz bir panorama oluşturan Yanya (Pamvotis) Gölü’nün dününden ve bugününden 2 kare…

Yunanca ikinci resmî dil miydi?
Toplantılarda en uzun -yaklaşık 5 toplantı boyunca- tartışılan konu, Yunancanın toplumsal hayat içindeki tanımıyla ilgilidir. Yerel dil olarak tanımlanan Yunanca, o zamana dek mahkemelerde dava açmak, savunma ve tanıklık gibi aşamalarda kullanılıyordu. Bu durum mahkeme görevlilerinin de bu dile az veya çok aşina olmalarını gerektirmekteydi. Vilayet Meclisi'nin Hıristiyan üyeleri, Yunancanın resmî dil olan Osmanlıcanın yanında ve aynı seviyede tanınmasını talep etmekteydiler.

Burada söz alan Hıristiyan üye Asbestas Efendi neden böyle bir talepte bulunduklarını açıklayarak vilayetin hangi sancak ve kazalarında hangi dillerin konuşulduğunu içeren uzun bir konuşma yapmıştır. Yanya vilayetinin bu ayrıntılı tasviri sosyal tarih açısından son derece önemlidir. Arnavut kökenli Naki Bey de aynı şekilde Arnavutçanın konuşulduğu yerler üzerine bilgiler vererek tasarıya karşı çıkmıştır.

Uzun tartışmalar neticesinde Asbestas Efendi'nin önergesi 11'e karşı 7 oyla reddedilmiş; fakat Yunanca ikinci resmî dil sıfatı kazanmasa da adlî ve idarî işlerde yerel dil olarak varlığını sürdürmeye devam etmiştir.

Özetlemek gerekirse, gündelik yaşam açısından farklılıkları birbirinden ayıran keskin çizgilerin olmadığı ve değişik kültürlerin birbiri içine geçtiği Yanya vilayeti 20. yüzyılın ilk çeyreğine, hatta mübadele yıllarına kadar bu özelliklerini korumuştur.

Bu duruma verilebilecek en iyi örneklerden biri, 1871-1893 ve ardından 1910-1913 yıllarında Yanya Belediye Reisi olan Yahya Bey'in bu görevi Yanya'nın 1913'te Yunanistan'a geçmesinden sonra da devam ettirmiş olmasıdır. Üzerine çalışılmayı sabırla bekleyen Yahya Bey, vilayetteki hem Müslüman, hem de Hıristiyan nüfusun desteğiyle 1913-16 yıllarında da Yanya Belediye Başkanlığı görevini üstlenmiştir.

Bir diğer önemli nokta, Osmanlı Devleti içinde -sadece günlük hayatta değil, resmî işlerde dekullanılan dillerin çeşitliliği ve bu dillerde yazılı olan kaynakların, en az Osmanlıca olanlar kadar önem taşıdığıdır. Osmanlı toplumunu tüm yönleriyle ve derinlemesine anlamamızı sağlayacak çalışmalar, ancak bu tür özgün kaynakların kullanımının artmasıyla gerçekleşecektir.