Osmanlı tehciri böyle yargılamıştı
Kan ve gözyaşı ile mayalanan acıların yaşandığı bir dönemde Osmanlılar tehciri nasıl yönettiler? Alınan tedbirler nelerdi? Sevk sırasında ihmali bulunan 1.673 kişi nasıl yargılandı ve hangi cezalara çarptırıldı? Prof. Dr. Süleyman Beyoğlu soruları Derin Tarih dergisinde yanıtladı.
Ermeniler 1. Dünya Savaşı’nın devam ettiği yıllarda Van, Bitlis, Muş, Diyarbakır ve Elazığ’da isyan etmişlerdi. Özellikle Osmanlı ordusuna ve halka verdikleri zarar asayiş ve huzurunu bozmuş, bu yüzden bir Ermenistan devleti kurulmasını önlemek amacıyla ve Başkumandanlığın isteği üzerine 27 Mayıs 1915’te tehcir veya zorunlu göç kanununu çıkarılmıştı.
Buna göre savaş bölgelerinde bulunan Ermenilerden bir kısmının düşmanla işbirliği yapmaları, isyan faaliyetleri, Osmanlı askerini arkadan vurmaları ve casuslukta bulunmaları sebebiyle cephelerden uzak bölgelere sevk ve iskânı gerçekleştirildi. Bu, bir devletin savaş sırasında birlik ve beraberliğini koruma veya meşru müdafaa refleksi olarak değerlendirilebilir. Kaldı ki Tehcir Kanunu Ermeniler için çıkarılmış gibi görünse de geçmişte gerekli görülen her dinî gruba uygulanmıştı.
Ermenilerin Suriye ve Irak bölgesine sevk ve iskânları 30 Mayıs, 10 Haziran, 7 Ekim 1915 tarihlerinde çıkarılan ayrıntılı yönetmeliklerle yapılmış ve göçmenlerin her türlü ihtiyacı temin edilerek sevk ve iskân mahallerine salimen gidebilmeleri için gerekli önlemler alınmıştı.
Osmanlı arşiv belgelerine göre 438 bin kişi tehcir edilmiş, bunlardan 382.148 Ermeni tehcir bölgesine ulaşmıştır. Ancak bu sayının sevk ve iskân edilenlerin tamamını kapsamadığı açıktır.
Sevk ve iskân kararıyla ne kadar Ermeninin Zor, Halep, Urfa, Rakka, Resülayn ve Musul civarına yerleştirildiği hâlâ kesin olarak bilinmemektedir. Bu konudaki araştırmalardan birinde güneye tehcir edilen Ermenilerin 500 bin civarında olduğu ileri sürülmektedir. Ancak bu sayıya kendi inisiyatifiyle Kafkasya’ya giden, sayıları 350 veya 500 bin arasında değişen Ermeni göçmen dâhil değildir. Nitekim yayınlanan tarihsiz bir belge sevk ve teb’idleri (uzaklaştırılmaları) kararlaştırılan Ermenilerin miktarını 987.569, sevk edilenleri ise 413.067 olarak vermektedir.
Devlet aleyhine çalışmayanlar, Katolik ve Protestan Ermeniler, milletvekilleri ve aileleri, asker, subay, sağlık personeli ve amele taburunda çalışanlar ile din değiştirenler kanun kapsamı dışında bırakılmışlardı. Örneğin İstanbul, İzmir, Kütahya, Antalya gibi şehirlerde oturan Ermeniler tehcir edilmemişlerdi.
Ermenilerin sevk ve iskânı sırasında her türlü lojistik ve güvenlik önlemleri alınmasına rağmen bazı suiistimaller, saldırılar, yağma-soygun girişimleri, salgın hastalıklar ve iklim şartları sebebiyle ölümler yaşandı. Bir yıl süren böylesine büyük bir göç hareketinin -her ne kadar titizlikle yönetilmiş olsa da- sevk ve idaresi sırasında istenmeyen olayların meydana gelmesi mümkündür. Bu sebeple hükümet, 15 Mart 1916 tarihinden itibaren vilayet ve mutasarrıflıklara gönderdiği bir talimatla tehciri durdurmuştur.
Saldırıları engelleme çabası
Yaşanan sorunların en önemlisi, kafilelere eşkıya saldırılarıydı. Saldırılarda Ermeni kafileleri katl ve yağmaya maruz kalmışlardı.
14 Haziran 1915 tarihinde Erzurum’dan Diyarbekir, Mamûretülaziz (Elazığ) ve Bitlis vilayetlerine gönderilen 500 kişilik bir Ermeni kafilesi Erzincan ile Erzurum arasında Kürtlerin saldırısına uğrayıp katledildi. Bu olaydan sonra geçiş yollarında Ermenilerin hayatlarının korunmasına önem verilmesi istenildi.
Firar etmek isteyenlerin ve memurlara karşı çıkanların cezalandırılmasının tabii olduğu fakat ahali arasında bir mukateleye (karşılıklı öldürmelere) meydan verilmemesi, Ermenilerin sevk güzergâhlarında bulunan aşiretler ve köylülerin saldırılarına karşı korunmaları için her türlü tedbirin alınması ve katillerin cezalandırılması emredildi.
Aynı tarihte Erzurum vilayetine sevk için diğer yolun uzak olduğu, bu yüzden Ermenilerin aynı güzergâhtan sevk olunacağı, kafilelerin güvenliğine dikkat edilmesi ve saldırganların şiddetle cezalandırılması hatırlatılıyordu.
26 Haziran 1915’te Mamûretülaziz vilayetine çekilen telgrafta Erzurum’dan sevk edilen Ermeni kafilelerinin Dersim eşkıyası tarafından yolları kesilerek katledildikleri, kafilelerin güvenliği için acilen her türlü tedbirin alınması isteniyordu. 20 Temmuz 1915’te Talat Paşa’nın Mamûretülaziz’e gönderdiği şifrede, Ermeni ailelerini nakleden arabaların Malatya ve ilerisine sevk edildiği için Sivas vilayetinde araba kalmadığı, bu sebeple sevk edilen arabalar iade edilmezse ziraat ve erzak ile ailelerin nakil işinin akamete uğrayacağı bildiriyordu. Bunun üzerine gelecek kafilelerin vilayet hududunda teslim edilmesi ve arabaların mahalline geri gönderilmesi talimatı verildi. 24 Temmuz 1915’te yine Mamûretülaziz vilayetine bu konuda dikkatli olması hatırlatıldı.
28 Ağustos 1915’te yayınlanan talimatnamenin 21. maddesi devlet yetkililerinin yağma ve öldürmelerin önüne geçme isteğini ortaya koyuyor. Bu maddeye göre göç edenlerin gerek kamplarda, gerek yolculuk esnasında saldırıya uğramaları halinde saldırganlar derhal tutuklanarak Divan-ı Harbe sevk edileceklerdi. Yine talimatnamenin 22. maddesinde göçmenlerden rüşvet ve hediye alanlar ile vaat yahut tehditle kadınlarla gayr-ı meşru münasebet kuranların derhal görevden alınıp Divan-ı Harbe sevkleri emrediliyordu.
Aynı tarihte Trabzon vilayetinde Ermenilere karşı gasp ve yağma teşebbüsünde bulunanların şiddetle cezalandırılması gerektiği bildiriliyordu. 29 Ağustos 1915’te sevk olsun olmasın, bütün Ermenilerin her türlü tecavüzden korunmaları ve güvenliklerinin sağlanamadığı mahallerde sevkiyatın durdurulması kararlaştırıldı. Bundan sonra Ermenilere bir tecavüz vaki olursa ilgili bütün memurların sorumlu tutulacağı tekrar edilerek görevlerini yapmayanların Divan-ı Harbe sevk edilecekleri belirtildi.
Yine 5 Eylül 1915’te Eskişehir mutasarrıflığına Ermeni göçmenlerin sevk, iaşe ve güvenliklerinin sağlanmasına gereken önemin verilmesi, aksi takdirde bütün sorumluluğun kendilerinde olacağı ve ona göre hareket edilmesi uyarısı yapıldı. 8 Eylül 1915’te Urfa mutasarrıflığına Suruç’tan Halep’e sevk edilen Ermenilerden 2 bin kadarının yolda urban (Arap) aşiretlerinin saldırısına uğradığı ve soyuldukları haberinin Halep vilayetinden öğrenildiği hatırlatılarak bu gibi olayların önlenmesi istendi. Ertesi gün 4. Ordu Kumandanı ve Bahriye Nazırı Cemal Paşa, Ermenilere yapılan katl ve gasp suçlarından dolayı Sirozlu Ahmed ve arkadaşı Halil’in Konya’ya sevk edildiğini belirtti ve bunların Divan-ı Harpte yargılanarak firarlarına meydan verilmemesini istedi. Bu iki kişi Şam’daki yargılamadan sonra asılarak idam edildiler.
18 Eylül 1915’te Konya vilayetine gönderilen şifrede Karaman istasyonunda Tevfik Çavuş isimli bir jandarmanın Ermeni göçmenleri yolcuların gözleri önünde kırbaçladığının haber alındığını belirterek bunu yapan kişi ve göz yumanlar hakkında soruşturma açılması isteniyordu. Yine aynı tarihte Tokat Jandarma Kumandanı’nın 4 Ermeni kızını alıkoyduğu söylentisi üzerine hakkında soruşturma başlatılmıştı.
Yargılamalar hemen başladı
Talat Paşa 28 Eylül 1915’te sadarete gönderdiği arzda Ermenilerin sevkleri esnasında bazı memurlar ile ahaliden kimi isimlerin suistimalleri ve kanuna aykırı hareketlerinin olduğunun anlaşıldığını bildiriyordu. Ayrıca yerinde inceleme yapmak ve suçluları Divan-ı Harb’e göndermek amacıyla Hüdavendigar ve Ankara vilayetleriyle İzmit, Karesi, Eskişehir, Karahisar-ı sahib, Kayseri, Niğde livalarına, Mahkeme- i Temyiz Reisi Hulusi Bey’in riyasetinde Şura-yı Devlet azasından Seyyid Haşim ve Jandarma Binbaşılarından Galib Beylerden; Adana, Haleb, Suriye vilayetleriyle, Maraş, Urfa, Zor livalarına Mahkeme-i İstinaf Reis-i evveli Asım Bey’in riyasetinde İzmir Jandarma Mıntıka Müfettişi Kaymakam Hüseyin Muhiddin ve Ankara vilayeti Mülkiye müfettişi Muhtar Beylerden; Erzurum, Trabzon, Sivas, Mamûretülaziz, Diyarbekir, Bitlis vilayetleriyle, Canik livasına Bitlis eski valisi Mazhar Bey başkanlığında İstanbul Bidayet Müdde-i Umumisi (Savcısı) Nihad Bey ile Jandarma Binbaşılarından Ali Naki Beylerden oluşan üç heyetin gönderilmesinin kararlaştırıldığı ve hemen hareket edeceklerinden yevmiyeleri için gereken meblağın ödenmesini ediyordu. 30 Eylül tarihinde de Dâhiliye, Harbiye, Adliye, Maliye nezaretleriyle birlikte Şura-yı Devlet (Danıştay) başkanlıklarına yazılan yazıda Talat Paşa’nın teklifinin kabul edildiği belirtildi. Bu üç heyete de Rum meselesini tahkike giden heyete verildiği gibi 40 kuruş yevmiye, birer derece terfi ve maaşları oranında harcırah verilmesi uygun görüldü.
Heyetlerin hızla oluşturulması, devlet kademelerinde tehcir meselesine verilen dikkati göstermesi bakımından önem arz eder. Talat Paşa’nın başvurusundan 2 gün önce, 26 Eylül 1915’te Sivas’ta bulunan Bitlis eski Valisi Mazhar Bey’e gönderilen yazıda tahkikat sebebi ve mıntıkası hakkında bilgi verilirken, başkanlığında oluşturulacak heyette Jandarma Binbaşısı Ali Naki Bey ile adliyeden uygun birinin bulunacağı duyurulmuştu. Yine 26 Eylül 1915’te Ankara vilayeti Mülkiye Müfettişi Muhtar Bey’in Ermenilerin sevki esnasında vazifelerini suiistimal eden memurlar ve jandarma hakkında tahkikat yapmak ve suçları sabit görülenleri Divan-ı Harbe göndermek üzere Muhakeme-i İstinaf Reis-i Evveli Asım Bey başkanlığında oluşturulan heyette görevlendirildiği ve İstanbul’dan hareketle heyete katılması talimatı verilmiştir.
3 Ekim 1915’te Tahkik Heyeti başkanlarından Bitlis eski Valisi Mazhar Bey’e heyetlerin yetkileri şöyle açıklandı:
1- Jandarma ve polis ile çeşitli şubelere mensup amirler ve memurlar hakkında soruşturma icra edilecektir.
2- Bunlar hakkında yapılacak soruşturma sonucuna göre Divan-ı Harbe sevk kararı verilecektir. Ayrıca bunların Divan-ı Harbe sevkiyle beraber Dâhiliye Nezaretine bir liste gönderilecektir.
3- Vali, mutasarrıf ve kaymakamlar hakkındaki soruşturma sonuçları öncelikle Dâhiliye Nezareti’ne arz olunacak ve alınacak emre göre işlem yapılacaktır.
4- Divan-ı Harb reis ve azaları, mahallî askerî görevlilerin suçlanmaları halinde neticeyi ordu kumandanlıklarına bildirecek ve alacakları emre göre işlem yapacaklardır.
6 Ekim 1915 tarihinde Diyarbekir’de sevk esnasında yolda saldırılara uğrayan Ermenilerin nakit, mücevherat ve eşyalarının çalındığı, Diyarbekir vilayetinin aldığı tedbirlerle bu eşyaların zayiat verilmeden geri alındığı açıklandı ve miktarları hakkında bilgi istendi. 9 Ekim 1915’te Heyet-i Tahkikiye Reisi Hulusi Bey’e gönderilen yazıda Eskişehir Polis Merkezi memurlarının Ermeni sevkiyatında yeterli gayret ve faaliyet göstermedikleri gibi, aleyhimizde dikkat çekici rivayetlerin dolaştığı ve bu durumun sevkiyata memur Muhacirin Müdürü Şükrü Bey’e de bildirildiği, hemen bir tahkikat yapılarak neticenin haber verilmesi talep edildi.
24 Ekim’de Ermeni sevkiyatı sırasında usulsüz hareketleri görülen Tonus (Şarkışla) kaymakamı Cemil Bey’in işten el çektirilmesi ile Divan-ı Harbe sevki kararlaştırıldı. Yine ertesi gün Heyet-i Tahkikiye Reisi Mazhar Bey, Aziziye (Pınarbaşı) Kaymakamı Hamid Bey’in azli ile Divan-ı Harbe sevkini istedi. 30 Ekim 1915’te Dâhiliye Nezareti, Urfa’da güvenlik sebebiyle jandarmaların karakollardan merkeze çekildiğini, ancak birkaç jandarma refakatinde Fırat’tan geçirilerek Urfa’ya getirilen Ermeni kafilelerinin ve Müslüman ahalinin elindeki mahsullerin jandarmanın azlığından yararlanan urban aşiretlerinin saldırısı sonucu telef edildiğini belirtti. Bundan sonra Musul’a sevk edilecek Ermenilerin Urfa yoluyla değil, Diyarbekir yoluyla gönderilmesini Mamûretülaziz vilayetine emretti.
3 Kasım 1915’te Diyarbekir vilayetinde de, Urfa yolu kullanılarak Resülayn ve Nusaybin üzerinden Ermeni kafilelerinin sevkine daha önce teşebbüs edildiği fakat kafilelerin kasabadan çıkar çıkmaz urban aşiretlerinin saldırılarına maruz kaldıkları tekrar edildi. Kafilelerin Siverek yoluyla gönderilmesinin zorunlu olduğu Urfa’ya bildirildi. Fakat bütün gayretlere rağmen Urfa’dan Rakka’ya giden Ermeni kadınların jandarmaların gözü önünde kaçırılması ve göçmenlerin emirlere aykırı yerlere yerleştirilmelerinin önüne geçilemedi.
Bunun üzerine bizzat Talat Paşa 6 Kasım’da Urfa mutasarrıflığına gönderdiği emirde görevli jandarmaların Divan-ı Harbe sevk edilerek cezalandırmalarını istedi. 16 Kasım 1915’te Hulusi Bey’in başkanlığındaki heyette bulunan Şura-yı Devlet azasından Seyyid Haşim Bey’in hastalığı sebebiyle İstanbul’a dönmesi dolayısıyla yerine yine Şura-yı Devlet azasından İsmail Hakkı Bey’in tayini kararlaştırıldı.
Heyet-i Tahkikiye Riyaseti, 17 Kasım 1915’te Sivas vilayetinden Suşehri kaymakam vekili Fahri Efendi’yi Ermenilerin güvenli şekilde sevkini sağlayacak tedbirleri almadığı için Divan-ı Harbe sevk etti. 28 Kasım 1915’te 4. Ordu kumandanı Cemal Paşa’nın isteği üzerine Ermeni sevkiyatında kötü idaresi görülen Osmaniye mutasarrıfı Fethi Bey azledilmiş ve Islahiye kaymakamı Nusret Bey görevden alınmıştır. Sonra yapılan tahkikat neticesinde Nusret Bey Islahiye’deki görevine iade edilmiştir.
Heyet-i Tahkikiye Reisi Mazhar Bey’in bildirmesi üzerine Dâhiliye Nazırı Talat Paşa, Kâhta kaymakamı Hakkı Bey’in Malatya’dan yola çıkarılan Erzurum Ermeni kafilesini sevke memur Hısn-ı Mansur kaymakamından almak üzere kendisine emir ve yetki verilmemesine rağmen, görevi dışına çıkarak kafilenin yanına gittiği, müdahalesi sonucu ihtilaf çıktığı, bu yüzden kafilenin dağ başında 3 gün kaldığı ve mallarının gasp olunduğu, Kâhta kasabasından geçen Ermeni kafileleri ile yerli Ermenilerin sevki esnasında eşya ve paralarının Kaymakam Hakkı Bey’in istihdam ettiği kişilerce alıkonulduğu, paraların alınmasına rağmen mal sandığına teslim edilen paraların sadece 10 bin kuruş olduğu, suistimali delillerle ispat edilen Hakkı Bey’in azledilmesi ve Divan-ı Harbe verilmesi gerektiği 29 Aralık 1915’te Mamûretülaziz vilayetine bildirildi. Talat Paşa, 6 Ocak 1916’da Mamûretülaziz vilayetine ve Heyet-i Tahkikiye Reisi Mazhar Bey’e Kâhta kaymakamı Hakkı Bey’in azil ve Divan-ı Harbe sevk edildiğini belirtti.
Yine oluşturulan 3 Heyet-i Tahkikiye’den birinin reisi olan Hulusi Bey’in isteği üzerine 4 Ocak 1916’da Eskişehir mutasarrıflığına bağlı Mihalıççık Kaymakamı Yuvanaki Efendi, Ermenilere zorla emlak satış muameleleri yaptırdığı ve memurluk vazifesini suistimal ettiği iddiasıyla Divan-ı Harbe sevk edildi. 1 Mart 1916’da Mamûretülaziz vilayetine bağlı Behisni kaymakamı Edhem Kadri Bey, Ermeni tehciriyle ilgili maiyetindeki memurların suistimallerine göz yumduğu ve kendisinin de bazı eşyaları parasız aldığı suçlamasıyla Divan-ı Harbe verildi.
Yargılamaların sonuçları
Divan-ı Harb-i Örfilerde belirttiğimiz yargılamaların yanı sıra devletin iç ve dış güvenliğini bozacak eylemlerde bulunanların davaları da görüldü. Adliye Nazırı, 19 Haziran 1916’da Divan-ı Harbin yetkileri hakkında bilgi vermiştir. Bu tarihte Ermenilerin sevki esnasında öldürme, yaralama ve gasp suçlarından Adana, Ankara ve Suriye vilayetlerinde 56 kişi tutuklu bulunuyordu. Zor bölgesine iskân edilen Ermenilerden 5 bin liradan fazla para irtikâp eden tabur kumandanı Yüzbaşı Salih Efendi hakkında gereken işlemin yapılması 22 Temmuz 1916’da kararlaştırıldı. Savaşın ilk yıllarında görevini ihmal eden ve kanunsuz uygulamalar yapan birçok kişi Divan-ı Harbe verilmiş ve çok ağır cezalara çarptırılmıştır.
Tehcir sırasında toplam 1.673 kişi yargılandı. Bunlardan 67’si idam, 524’ü hapis, 68’si kürek, para, kalebent, pranga ve sürgün cezası almış, 227’si hakkında beraat ve yargılama reddi verilmiş, 4 kişi yaşı küçük olduğundan velisine teslim edilmiş, 109’unun mahkemesi devam etmiş, 674 kişi hakkında ise işlem yapılmamıştır. Bu kişilerin 528’i asker, polis ve Teşkilat-ı Mahsusa üyesi iken 170’i çeşitli kademelerde devlet memurudur. Divan-ı Harbe sevk edilen 1.673 kişi öldürme, yaralama, Ermeni malına zarar verme, çalma, zorla para ve eşya gasp etme, rüşvet, yağma ve yankesicilik, Ermeni kızlarıyla izinsiz evlilik ve vazifeyi suistimal suçlarından yargılanmışlardır.
Sonuç olarak Osmanlı hükümeti tehcir sırasında insana veya mala karşı suistimali görülen görevlilere idarî ve adlî cezalar vermiş; görevini kötüye kullanan memur ve jandarmaları azletmiştir. Daha tehcir sırasında 1.673 kişi Divan-ı Harb-i Örfilerde yargılanarak cezalandırılmıştı.
Tehcir sırasındaki yargılamalar, Mütareke dönemi yargılamalarından daha önemlidir. Hatta birçok emirde bizzat tehcirin mimarı Talat Paşa tarafından tehcirden maksadın Ermenilerin imhası olmadığı; can ve mal güvenliklerinin sağlanması için her türlü tedbirin alınması gerektiğini sık sık ifade edilmiştir.
Meydana gelen kayıp ve suistimallerde devletin kastî bir niyetinin olmadığı anlaşılmaktadır. Savaş yıllarında büyük bir varlık mücadelesi veren Osmanlı Devleti’nin bu konudaki samimiyetinden şüphe etmek pek gerçekçi olmayacaktır. Ermenilere karşı suç işleyenler hakkında yapılan yargılamalar, Osmanlı Devleti’nin sevk sırasında elinden geldiği kadar hassas ve adil davrandığını gösterir.
Mütareke yıllarında da (1919-21) Divan- ı Harb-ı Örfi yargılamaları devam ettirilmiştir. Ancak ikinci dönem yargılamaları işgal altındaki bir devletin mahkemeleri olmaları bakımından daha az güvenilirdir. Bu mahkemelerde yaklaşık 86 kişi yargılanmış; bunlardan 13 kişi için gıyaben ölüm, 3 kişi için vicahen ölüm, 9 kişi için hapis cezası, 41 kişi için beraat, geriye kalan 20 kişi hakkında da çeşitli nedenlerle takipsizlik kararı verilmiştir.