Osmanlı casuslarının şehri: Dubrovnik
PROF. DR. VESNA MİOVİČ
Dubrovnikli tüccarların asıl fonksiyonu istihbarat sağlamaktı. Radyo, gazete ve televizyonun olmadığı o dönemlerde Dubrovnikliler bir nevi “medya” vazifesi görüyordu.
Adriyatik'in doğu kıyısını süsleyen en güzel şehirlerden biri olan Dubrovnik, doğanın bahşettiği güzelliği ve zengin tarihsel birikimi ile bugüne seslenmek istiyor sanki. Özellikle Osmanlı döneminde en parlak devrini yaşayan Dubrovnik'in bu büyük imparatorluk ile kurduğu ilişki dikkate değer. Orijinal yapısını muhafaza etmeyi başaran bu şehrin, kesin olmamakla birlikte 7. yüzyılda kurulduğu düşünülüyor. Fakat son zamanlarda yapılan arkeolojik kazılara göre şehrin kuruluşunun daha erken bir döneme rastladığını söyleyebiliriz.
Dubrovnik'i yönetenlere gelince… Şehir 1205 yılında Venediklilerin eline geçti. Venedikliler Dubrovnik'e hakim oldukları ilk günden beri yerli tüccarları hem kara, hem deniz ticaretinde kendilerine rakip olarak görseler de Dubrovnik'in zanaat, tekstil üretimi, kara ve deniz ticaretindeki hızla yükselen başarısını engelleyemediler.
Şehirden cumhuriyete dönüşüm hamlesi
1358'de Dubrovnik halkı Venedik hakimiyetinden kurtularak Macar-Hırvat Kralı Ludovik'in himayesi altına girdi ve senelik 500 dükat (altın) haraç ödemeyi kabul etti. Bu dönemde Dubrovnik hızlı ve başarılı bir şekilde gelişmeye başladı. Komşu hükümdarlardan toprak satın alınarak sınırlar genişletildi. Böylece Dubrovnik şehri artık “Dubrovnik Cumhuriyeti” olarak anılmaya başlandı.
Gelişimini sürdüren ve bir şehir devleti haline gelen Dubrovnik Cumhuriyeti, soyluların oluşturduğu üçlü konsey tarafından yönetiliyordu. Zaman zaman yaş sınırı 20 de olsa, 18 yaşına gelen her soylu Büyük Konsey'in üyesi olurdu. (Bundan, Dubrovnikli bir çocuğun kaç yaşında olgunluğa erişmiş olarak kabul edildiğini öğreniyoruz. Ayrıca soyluların yaşı, anne karnındaki ilk günlerden itibaren hesaplanıyordu. Dolayısıyla soylu bir bebek, dünyaya gözlerini açtığında 9 aylık sayılıyordu.)
Büyük Konsey'in görünürde pek büyük bir rolü yoktu. Ancak üyeleri, Senato'nun ve Küçük Konsey'in üyelerini seçiyordu. Senato, Dubrovnik Cumhuriyeti hükümetini temsil etmekteydi.
Küçük Konsey, Cumhuriyet'in yürütme fonksiyonunu gerçekleştiren organdı. Bu 3 konseyin başında Prens bulunuyordu. Fakat onun rolü gayet sembolik olup gücü ele geçirmemesi adına görev süresi sadece 1 ayla sınırlanmıştı.
Dubrovnik Cumhuriyeti'nin zenginleştiği dönemde Doğuda ciddi bir tehlike olarak telakki edilen Osmanlı da hızla Balkanlar'a doğru ilerlemekteydi. 14. yüzyılın sonuna kadar Osmanlılar Balkanlar'ın kritik bölgelerini fethettiler. Bu gelişmelerin ardından Dubrovnikliler, Osmanlı yerel yöneticileri ile ticarete dayalı olumlu ilişkiler kurmaya özen gösterdiler. İlk yıllarda İstanbul ile ilişki kurmaktan özellikle kaçınmışlardı; zira halen Balkanlar'daki Osmanlı ilerleyişinin Haçlılar tarafından durdurulacağına inanılıyordu. Halbuki dağılmış durumdaki Batı Avrupa devletlerinin, çaba göstermelerine rağmen güçlü bir birlik oluşturamadıkları için organize ve büyük bir orduya sahip Osmanlı'ya karşı koymaları mümkün olmadı. Öte yandan, daha önce Osmanlı ile iyi ilişkiler içinde olan bazı Avrupa devletleri bu güçlü imparatorlukla savaşa girmeyi göze alamadılar.
“İstanbul'u fetheden, elbet bizim de kapımıza dayanır”
Bu gelişmeler denkleminde Dubrovnikliler ortada kaldıklarını anladılar. Hayatta kalmanın bir yolunu bulmaları gerekiyordu. Fatih Sultan Mehmed'in Osmanlı İmparatorluğu'nun başına geçmesinin (1451) ve İstanbul'u fethinin (1453) ardından “İstanbul'u fetheden mutlaka bizim de kapımıza dayanır” düşüncesiyle endişeye kapıldılar. Öte yandan, Bosna'daki akıncılar meselesi de Dubrovnikli yöneticiler için bir problem olarak beliriyordu. Zira on yıllardır Bosna'daki Osmanlı akıncılarından kaçıp Dubrovnik'e sığınan Hıristiyanlar baskı altında kalıp sinmişti. Bu mültecilerin anlattıklarından etkilenen ve korku ile hareket eden Dubrovnik yönetimi, vakit kaybetmeden şehrin savunmasını güçlendirme çalışmalarına başladı. Fakat beklenen olmadı ve 1458'de Fatih Sultan Mehmed uluslararası bir anlaşma mahiyetinde olan bir ahidnâme verdi. Bu anlaşmaya göre Dubrovnikliler senelik 1500 altın haraç vermekle yükümlü kılındı. Ancak bu ahidnâme Dubrovnik'in durumunu netleştirmedi. Fatih ise Dubrovnik'i fethedip etmemek konusunda halen kararsızdı. Bu vesileyle Dubrovniklilere sürekli baskı yapıyor, haraç miktarını arttırıyordu. Öyle ki, Fatih'in saltanatının sonuna doğru senelik haraç miktarı 12.500 altına yükselmişti.
Bu gerilimli dönemin ardından, Fatih Sultan Mehmed'in ölümü Dubrovniklileri rahatlattı. Bu tarihten 1808 yılında Fransızların şehri işgaline kadar Dubrovnik ile Osmanlı Devleti arasında kurulan iyi ilişkiler, istisnai durumlar dışında bozulmadı.
Osmanlı-Dubrovnik arasındaki 350 sene süren dostluk döneminde sadece bir olay Dubrovnik Cumhuriyeti'ni zor durumda bıraktı. Müsebbibi Sadrazam Kara Mustafa Paşa olan bu kriz 6 sene (1676-1682) sürdü. O dönemde tüm Dubrovnik temsilcileri Osmanlı hapishanelerine atıldı. Bu karanlık süreçten 1678'de Silistre (Bulgaristan) Hapishanesi'nde ölen Nikolica Bona hariç tüm temsilciler sağ olarak kurtuldu.
'İstihbarat'ın Dubrovnikçesi
Dubrovnik Cumhuriyeti'nin Osmanlı topraklarındaki temsilcilerinin tamamı Dubrovnik soylularından oluşuyordu. Bunlardan 2 temsilci her sene padişaha haracı teslim etmek üzere İstanbul'a gönderilirdi. Temsilciler aynı zamanda konsolosluktaki diplomatik görevleri de yerine getiriyorlardı. (1688 yılında İstanbul'da Dubrovnik Konsolosluğu açıldı. 18. yüzyılın başından itibaren Luka Çiriç'in özel ikametgâhı konsolosluk binası olarak kullanıldı. Çiriç'in bugün İstanbul'da mevcut olmayan evinin, zamanında günümüzdeki Nuri Ziya Sokağı'nda yer aldığını belirtmeliyim.)
Sultan'a haracı teslim etmek üzere İstanbul'a giden Dubrovnik soylularının önemli bir vazifesi daha vardı: Padişaha istihbarat sağlamak. Ayrıca Babıali'ye Batı'daki Hıristiyan devletleri hakkında bilgi vermekle de mükelleftiler. Öte yandan, Osmanlı Devleti hakkındaki bilgileri Dubrovnik Cumhuriyeti'ne taşıyor, toplanan istihbarat bilgileri bu sefer Batılı devletlere sızdırılıyordu.
İstihbaratın bir de tüccarlar üzerinden gerçekleşen türü vardı. Dubrovnikli tüccarlar Osmanlı topraklarında yün, pamuk, deri, balmumu gibi ürünler satın alıyordu. Bu mallar Dubrovnik limanı üzerinden Batı'ya ihraç ediliyordu. Ardından da Batı'dan satın alınan tekstil ve diğer işlenmiş ürünler yine Dubrovnik üzerinden Osmanlılara ithal ediliyordu. Fakat bu tüccarların asıl fonksiyonu istihbarat sağlamaktı.
Neredeyse her yeni bilgi, hemen her tarafa dağılmış olan bu tüccarlardan öğreniliyordu. Radyo, gazete ve televizyonun olmadığı o dönemlerde Dubrovnikliler bir nevi “medya” vazifesi görüyordu da diyebiliriz. Osmanlı da, Batılı devletler de Dubrovniklilerin her iki tarafa bilgi sızdırdığından haberdardı. Bu durum zaman zaman gerilimli ilişkilere yol açsa da Dubrovniklilere karşı saldırgan bir politika güdülmüyordu. Zira ikili oynamalarına rağmen Dubrovniklilerin sağladığı istihbarat, zarardan çok fayda getiriyordu.
Bir örnekle açıklayayım: 17. yüzyılda Dubrovnikli tüccarlar bir Osmanlı sadrazamının eline düştüler. Bu durumdan kurtulmak için Osmanlı'ya faydalı ve değerli bir şey sunmak gerekiyordu. Fransız filosu hareketi hakkında bildikleri her şeyi birer birer itiraf edince, Sadrazamı memnun edip serbest kalmaları hiç de zor olmadı.
Yatırımın akıllısı işte böyle olur!
Dubrovnik tarafından Osmanlılara ödenen haraç, yapılabilecek en isabetli, en verimli ve en akıllıca yatırımdı. Zira Osmanlılar Dubrovniklileri özellikle Venedik'e karşı himaye ediyorlardı. Öte yandan, yüklü miktarda et ve buğday satın alma izni vererek Dubrovniklileri açlıktan korumuş oluyorlardı.
Osmanlı himayesindeki Dubrovnik, imparatorluğun vasalleri olan Eflak, Boğdan ve Erdel'den farklı olarak çok daha büyük bir özgürlüğe sahipti. Mesela Dubrovnik'e verilen ahidnâmelerde “İster Sultan'ın dostu, isterse düşmanı olsun, Dubrovnik istediği gibi kendi özgürlüğünde kalacaktır” ifadesi yer almaktadır. Tabii Osmanlı Devleti Dubrovnik'in özgür ve bağımsız bırakılmasının daha makul bir tercih olduğunun bilincindeydi. Osmanlıların bu akıllıca tutumu karşısında Dubrovniklilerin yaklaşımı da bir o kadar zekice idi. Dubrovnik'in Osmanlı'dan istediğini kapma konusundaki becerisinde elçilerin diplomatik maharetinin payını unutmamak gerek. Buna verilecek örneklerden biri, 18. yüzyılda Dubrovnikli elçilerin II. Mustafa'yı ikna etmede gösterdikleri başarıdır. Yıllık haracı ödemeye giden elçiler, II. Mustafa'ya şehrin çok fakirleştiğini, bu şartlarda normalde yıllık 12.500 altın olan haracı artık ödeyemeyeceklerini belirtirler. Sonuç olarak, yapar ne eder, bu miktarın 3 yılda bir ödenmesine Sultan'ı ikna ederler.
Dubrovnikli diplomatların şehirlerinin çıkarlarını korumak adına attıkları ustaca adımları da hatırlamalıyız. Öncelikle hatırı sayılır bir kısmı Osmanlıcaya hakimdi. Örneğin, bu diplomatların en ünlülerinden biri olan Marojica Caboga Osmanlıcayı çok iyi biliyor, Osmanlı'nın üst düzey devlet yöneticileri ile kurduğu samimi ilişkilerle de adından söz ettiriyordu. İlginçtir, kendisi sadece siyasî ve kurnazca amaçlarla ilişki kurmuyor, içtenliği her şeyden önde tutuyordu.
Bazan diplomatların Osmanlı devlet adamları ile kardeşlik derecesinde yakın ve dostane ilişkiler kurdukları bile vakidir. Mesela yukarıda bahsettiğim Marojica Caboga ile Sadrazam Süleyman Paşa birbirlerini kardeş ilan etmişlerdi. (Bosna kökenli Osmanlı devlet adamlarının genelde Dubrovnikliler ile samimi ilişkiler kurduğunun ve Süleyman Paşa'nın da Boşnak olduğunun altını çizmeliyim.)
Son olarak ne söylemeli, nasıl bir sonuca varmalıyım? Kanaatimce Osmanlı'nın da, Dubrovnik'in de ikili siyasî ilişkiler konusunda bilgece tavırları vardı. Bu durum iki tarafın da çıkarlarının örtüşmesini kolaylaştırdı. Dubrovnik Cumhuriyeti çok küçük bir şehir devleti olmasına rağmen özgürlüğünü koruyarak Osmanlı'dan yararlanmayı bildi. Osmanlı da bu liman şehrinin konumunu göz önünde bulundurarak halkının ticaret ve istihbarat sağlama konusundaki yeteneklerinden yararlandı. Fakat bunu kırmadan, dökmeden yaptı. Sanırım o dönemdeki yöneticiler günümüzdeki yöneticilerden çok daha bilge idi.