Okuma-yazma oranı bir gecede yüzde 12’den yüzde 1’e düştü
MEHMET NİYAZİ
Gerçekte Avrupa ile uyumumuzu sağlayacağı iddiasıyla inkılaplar yapılmıştır. Ama bu bizi 2 temel bağdan koparmıştır: coğrafyadan ve tarihten.
Anadolu'da bir söz vardır, “Türkmenler, deliye ve yeniye hayrandırlar” diye. Bu sözü Türk milletine bağlamak lazım. Aslında medeniyet, birikim demektir. Ama Arnold J. Toynbee gibi tarih felsefesiyle de uğraşan bazı tarihçiler her yüzyılda yeni bir millet olarak görünmemiz sebebiyle uzun ömürlü olduğumuzu iddia ederler.
Cumhuriyet'ten önce Abdullah Cevdet ve onun gibi Batıcı diğer fikir adamları tarafından harf inkılabının Avrupa'nın değerlerine sahip olmamız bakımından lüzumu anlatılmış, Arap harfleriyle okuma ve yazmanın zor olduğu söylenmiştir.
Bana sorarsanız, hangi alfabe olursa olsun, 29 veya daha da detaya inilirse 30-32 harf olur. Bu, Latincede neyse Arapçada da odur. Latincenin herhangi bir kolaylık sağladığını sanmıyorum.
Hem coğrafyadan, hem tarihten koptuk
Coğrafyadan koparmıştır, çünkü Arap harfleriyle yayınlandığı dönemde İstanbul'da basılan bir dergi Taşkent'te, Semerkant'ta, Kazan'da okunuyordu. Aynı harfleri kullanıyorduk. Kazak, farklı bir ses çıkarmakla beraber aynı şeyleri okuyordu. Kırgız, farklı telaffuz etmesine rağmen kelimeye aynı mânâyı veriyordu.
Harfleri değiştirmekle biz bu coğrafyadan kopmuş olduk. Tabii bu sadece bizim orada okunmamızın değil, oradaki kültür havzamızdaki insanların, gelişmelerin veya felaketlerin takibinin de önüne geçmişti. Çünkü harf devrimiyle biz onları, onlar da bizi takip edemez hale geldik.
İkincisi, tarihten koparmıştır. İslamiyet'le beraber Arap harfleriyle yazmaya başladık. Aşağı yukarı 1000 senelik birikimimiz olduğu gibi tarihe gömüldü.
Şunu yapabilirdik belki: Bir komisyon kurularak okunmaya değer bütün kitaplar Latin harflerine çevrilebilirdi. Artı, liselere veya daha yüksek okullara Osmanlıca dersi konabilirdi. Bu bizim maziyle irtibatımızı sağlamak bakımından lüzumluydu. Fakat harf inkılabıyla beraber maziden kopmamak gibi bir derdimizin olmadığını, üstelik bunun maziden kopma gayretimizi desteklemek için yapıldığını görüyoruz
Geri kalmamızı alfabeden bildik
Bir makalede rastlamıştım: İran'ın bizden devamlı bir korkusu vardır. Bugünkü bölücü hareketlerin arkasında da çoğunlukla İran bulunur. Amerika vardır, Almanya vardır, Rusya vardır ama her zaman İran vardır. Diğerleri biraz konjonktüreldir. Neden mi? Çünkü İran'ın yarısı Azeri'dir. Ayrıca Kaşgay Türkleri ve Türkmenler İran'ın çoğunluğunu teşkil ederler.
Eğer biz geçmeseydik, İran Latin alfabesine geçme hazırlığı yapıyordu. Maksat, Türkiye'nin münasebetlerini koparmak. Bölücülüğü desteklemesinin gayesi de er geç buradaki Türk unsurların Acemleri tanıyacak ve bunların ayrı bir başı çekecek olmasıdır. Bu nedenle Türkiye ile İran arasına farklı bir devlet koymak isterler.
Bunun gibi İran ile aramızdaki kültürel bağları kesmek bakımından onlar Latin harflerine geçmeyi düşünürlerken İstanbul'daki konsolosluktan aldıkları haberle Türklerin Latin alfabesine geçtiğini öğrenirler. Tabii bunu canlarına minnet sayarlar ve sonuçta harf değiştirmelerine lüzum kalmaz.
Biz Avrupa'nın gücünden çok çektik. Ordularımız mağlup oldu, bütün bu inkılapların altında Avrupa'nın gücünü ele geçirmek gayreti olduğunu iyi niyetle söyleyebiliriz. Ama bu iddiada bulunan insanlar medeniyet mensuplarının gücünün formlardan, biçimsel yeniliklerden gelmeyeceğini görmeliler. Bu medeniyetin gücü, insan unsurundan gelir. İnsanı da büyük yapan telakkileridir, zihniyetidir. Formlar bizi büyük yapmaz.
Yanlış teşhis
Biliyor musunuz, dünyada en çok maymun Cebelitarık Boğazı kıyılarında yakalanırmış. Maymun avcıları maymunu yakalayabilmek için boğazın kenarına fötr şapka, çizme ve ayna bırakıp gizlenirlermiş. Maymun gelip şapkayı, çizmeleri giyip aynaya bakarken de koşup hayvancağızı kıskıvrak yakalarlarmış. Görüyorsunuz ya, şekillerle beraber anlamlar değişmez!
Biz bu eksikliğin sorumluluğunu harflere yükledik. Halbuki imkânsızlıklardan dolayı yaşandı tüm bunlar. O zamana kadar birikmiş % 12 civarında okur-yazar oranımız vardı. Bir sabah kalktık, bu oran % 1'lere inmiş. % 1 diyorum, çünkü Latin harflerini yalnızca okullarda yabancı dil dersi görenler biliyordu. O % 1 de onlardır.
Harfte keramet olsaydı, Japonya ve Çin gibi devletler kullandıkları alfabeleri değiştirirlerdi. Onların yüzlerce, hatta binlerce kelimeden ibaret alfabeleri var ama bugün dev adımlarla kalkınıyorlar. Biz hep “Avrupa'da ne var, işte bundan dolayı bizden ilerideler” deyip onu almaya çalıştık. Bu ise zaman kaybından başka bir şey olmadı!
Cumhuriyet'ten önce Abdullah Cevdet ve onun gibi Batıcı diğer fikir adamları tarafından harf inkılabının Avrupa'nın değerlerine sahip olmamız bakımından lüzumu anlatılmış, Arap harfleriyle okuma ve yazmanın zor olduğu söylenmiştir.
Bana sorarsanız, hangi alfabe olursa olsun, 29 veya daha da detaya inilirse 30-32 harf olur. Bu, Latincede neyse Arapçada da odur. Latincenin herhangi bir kolaylık sağladığını sanmıyorum.
Hem coğrafyadan, hem tarihten koptuk
Coğrafyadan koparmıştır, çünkü Arap harfleriyle yayınlandığı dönemde İstanbul'da basılan bir dergi Taşkent'te, Semerkant'ta, Kazan'da okunuyordu. Aynı harfleri kullanıyorduk. Kazak, farklı bir ses çıkarmakla beraber aynı şeyleri okuyordu. Kırgız, farklı telaffuz etmesine rağmen kelimeye aynı mânâyı veriyordu.
Harfleri değiştirmekle biz bu coğrafyadan kopmuş olduk. Tabii bu sadece bizim orada okunmamızın değil, oradaki kültür havzamızdaki insanların, gelişmelerin veya felaketlerin takibinin de önüne geçmişti. Çünkü harf devrimiyle biz onları, onlar da bizi takip edemez hale geldik.
İkincisi, tarihten koparmıştır. İslamiyet'le beraber Arap harfleriyle yazmaya başladık. Aşağı yukarı 1000 senelik birikimimiz olduğu gibi tarihe gömüldü.
Şunu yapabilirdik belki: Bir komisyon kurularak okunmaya değer bütün kitaplar Latin harflerine çevrilebilirdi. Artı, liselere veya daha yüksek okullara Osmanlıca dersi konabilirdi. Bu bizim maziyle irtibatımızı sağlamak bakımından lüzumluydu. Fakat harf inkılabıyla beraber maziden kopmamak gibi bir derdimizin olmadığını, üstelik bunun maziden kopma gayretimizi desteklemek için yapıldığını görüyoruz
Geri kalmamızı alfabeden bildik
Bir makalede rastlamıştım: İran'ın bizden devamlı bir korkusu vardır. Bugünkü bölücü hareketlerin arkasında da çoğunlukla İran bulunur. Amerika vardır, Almanya vardır, Rusya vardır ama her zaman İran vardır. Diğerleri biraz konjonktüreldir. Neden mi? Çünkü İran'ın yarısı Azeri'dir. Ayrıca Kaşgay Türkleri ve Türkmenler İran'ın çoğunluğunu teşkil ederler.
Eğer biz geçmeseydik, İran Latin alfabesine geçme hazırlığı yapıyordu. Maksat, Türkiye'nin münasebetlerini koparmak. Bölücülüğü desteklemesinin gayesi de er geç buradaki Türk unsurların Acemleri tanıyacak ve bunların ayrı bir başı çekecek olmasıdır. Bu nedenle Türkiye ile İran arasına farklı bir devlet koymak isterler.
Bunun gibi İran ile aramızdaki kültürel bağları kesmek bakımından onlar Latin harflerine geçmeyi düşünürlerken İstanbul'daki konsolosluktan aldıkları haberle Türklerin Latin alfabesine geçtiğini öğrenirler. Tabii bunu canlarına minnet sayarlar ve sonuçta harf değiştirmelerine lüzum kalmaz.
Biz Avrupa'nın gücünden çok çektik. Ordularımız mağlup oldu, bütün bu inkılapların altında Avrupa'nın gücünü ele geçirmek gayreti olduğunu iyi niyetle söyleyebiliriz. Ama bu iddiada bulunan insanlar medeniyet mensuplarının gücünün formlardan, biçimsel yeniliklerden gelmeyeceğini görmeliler. Bu medeniyetin gücü, insan unsurundan gelir. İnsanı da büyük yapan telakkileridir, zihniyetidir. Formlar bizi büyük yapmaz.
Yanlış teşhis
Biliyor musunuz, dünyada en çok maymun Cebelitarık Boğazı kıyılarında yakalanırmış. Maymun avcıları maymunu yakalayabilmek için boğazın kenarına fötr şapka, çizme ve ayna bırakıp gizlenirlermiş. Maymun gelip şapkayı, çizmeleri giyip aynaya bakarken de koşup hayvancağızı kıskıvrak yakalarlarmış. Görüyorsunuz ya, şekillerle beraber anlamlar değişmez!
Peki ne zaman çocuğunu okullarda okutacaksın? Hangi parayla köylere okul yapacaksın?Biz de okuma-yazma oranının düşüklüğünü harflerin zorluğuna bağlayamayız. Okul yoktu, savaşlardan başımızı kaldıramadık. Son yüzyıla bakarsak, 1897'de Teselya Harbi, 1911'de Trablusgarp Harbi, 1912-13'te Balkan Harbi, 1914-18'de Cihan Harbi, 1919-22'de İstiklal Harbi yaşandı.
Biz bu eksikliğin sorumluluğunu harflere yükledik. Halbuki imkânsızlıklardan dolayı yaşandı tüm bunlar. O zamana kadar birikmiş % 12 civarında okur-yazar oranımız vardı. Bir sabah kalktık, bu oran % 1'lere inmiş. % 1 diyorum, çünkü Latin harflerini yalnızca okullarda yabancı dil dersi görenler biliyordu. O % 1 de onlardır.
Harfte keramet olsaydı, Japonya ve Çin gibi devletler kullandıkları alfabeleri değiştirirlerdi. Onların yüzlerce, hatta binlerce kelimeden ibaret alfabeleri var ama bugün dev adımlarla kalkınıyorlar. Biz hep “Avrupa'da ne var, işte bundan dolayı bizden ilerideler” deyip onu almaya çalıştık. Bu ise zaman kaybından başka bir şey olmadı!