Nazlı gelinin ak pak mahfazı
HABER MASASI
Osmanlı şiirinde yeşillikler ve rengarenk çiçekleriyle bahar mevsimi bir gelin gibi tasvir edilir. Bugün yeni bir hayatın saf ve temiz başlangıcını temsil eden beyaz gelinlik, tüller ve simlerin ardındaki gelinin mahfazası değil midir? Şeyma Ayın Derin Tarih dergisinde gelin örtülerinin zaman yolculuğunda kazandığı değerleri kaleme aldı.
Yine 'arûs-i bahâr oldı nâz ile peydâ / Gülâb u müşk ile kıldı cihânı anber-sâ” (Yine bahar gelini nazla ortaya çıktı; gül suyu ve miskle dünyayı güzel kokulara bürüdü) diyor 16. yüzyıl şairlerinden Amirî.
Evlilik göçebelik döneminde farklı kabilelerden kız alıp verme ilişkisi olarak tarif edilir. Taraflar anlaşamadığında kız kaçırılır, anlaşıldığı takdirde damat adayı bir süre kayınpederin hizmetinde çalışır, sonrasında törenler düzenlenirdi.
Bu yüzden İngilizce “husband” (koca) ahır hizmetlisi, Türkçe “güvey” de hayvan gütmek köküyle ilişkilidir.
Genç kızların düğünde giydiği elbise, nam-ı diğer gelinlik de bugün olduğu gibi törenin muhtevası gereği sembolik bir dile sahipti.
Aslında gelinlikten çok daha eski olan, gelinin yüzünü örtmesi âdetidir. Asurlular nikâhı, şahitler huzurundaki gelinin başını örtmesiyle tescil ederlerdi. Bu ritüelle bağlantılı olarak İbrani ve Arami dillerinde “gelin”, örtünme karşılığındaki kalattu kelimesine denk gelir. Latincede düğün, peçeyle örtünme (obnubere) demektir. Almancada kadın eş (weib) kelimesinin kökü de örtülmüş, gizlenmiş, önüne perde çekilmiş anlamında wiba kelimesine dayanır.
Kuzey Avrupa'da sadece kaçırılan gelinler yüzlerini örterdi. Bu anlamda örtünün renginden ziyade gizlenme önemsenirdi. MÖ 4. yüzyılda Yunan ve Romalılarda yarı saydam peçeler yaygınlaştı. Bu örtüler iğneyle saça tutturularak veya şeritlerle bağlanırdı. Gelin örtülerinde yaygın renk kırmızıydı. Romalılar ise “flammeum” rengini (alev kırmızısı) yeğlerdi.
Orta Çağ'a gelindiğinde renk önemini tekrar kaybederek kumaşın pahası ve takıların zenginliği öne çıktı. Özellikle 16. yüzyılda modanın kalbinin attığı İngiltere ve Fransa'da bekaretin sembolü olarak beyaz gelinlikler yaygınlaştı. Ruhban sınıfı bekaretin gündeme getirilmesini tasvip etmeyerek beyaz gelinliğe karşı çıktı. Ta ki 1813'te Fransa'nın etkili moda mecmuası Journal des Dames'da ihtişamlı gelinlik ve duvakların boy göstermesine kadar… Batılılaşmayla beraber beyaz bütün dünyada gelinlikler için standart renk olmaya başladı.
Gelin entarisi
Türklerde tuğ (örtü) olan duvak ve gelin başına verilen önem çok eskiye uzanır. Özellikle duvaktan aşağıya uzanan simli tellerin uğurlu olduğuna inanılırdı. Şemseddin Sami, Kamûs-ı Türkî'de 'gelinliği', evlenme çağındaki kız ve geline mahsus esvab olarak tanımlar. Reşad Ekrem Koçu'nun Türk Giyim Kuşam ve Süslenme Sözlüğü'nde de gelin entarisi denilen esvab, gelin pabucu ve gelin terliği, duvak ile duvağa takılan gelin teliyle tasvir edilir.
Eski Türklerde gelinlik kadının ömrü boyunca giyebileceği en pahalı ve süslü entariydi. Düğünden sonra gelin görmeye gelenlere çıkılırken bir müddet daha giyilir, sonra hatıra olarak saklanırdı
Osmanlı'nın gündelik hayatında genç kızların gösterişli kıyafet giymesi hoş karşılanmaz; genelde şalvar, hırka, gömlek, entari ve kaftan tercih edilirdi. Süslü giyinebilmek ise evlilik, dolayısıyla gelinlikle başlardı.
18. yüzyıl Anadolu gelini başında duvak, onun üstünde altın ve gümüş tepelik, belinde elmaslı gümüş paftalı kemer ve şalvarı üstünde entarisiyle, bindallı içinde tasvir edilir. Gelin düğün için süslenirken yanaklarına kıymetli taşlarla bezenmiş gül biçiminde, tellerle süslü gelin çıkarması yapıştırılır, böylelikle yüzü nakışlı bir kumaş halini alırdı.
Osmanlı'da padişah kızlarının, kız kardeşlerinin ve hanedana mensup sultanların evlenmeleri münasebetiyle “gelin alayı” merasimi yapılarak sultan, güveyin evine götürülürdü. Gelin olan sultanın alayı kendisinin bulunduğu Eskihisar'dan yahut Yenisaray'dan itibaren tertip edilirdi. Sultan, hanedana mahsus kırmızı atlas cibinlik içinde ve iki çifte atlı arabayla taşınırdı.
Halk gelin esvabında kırmızı, mor, pembe ve turuncu gibi farklı renkleri de tercih ederdi. Fakat 19. yüzyılın başlarında özellikle mor ve bordo kadifeden, dival işiyle çeşitli bitki motifleri işlenen bindallılar gözdeydi.
Beyazı Saraydan geldi
İlk beyaz gelinliğin 1898 yılında Sultan II. Abdülhamid'in kızı Naime Sultan tarafından giyilmesiyle açık renkli gelinlikler yaygınlaştı. Sarayda başlayan bu modern gelenek zamanla halk arasında kendisine yer buldu. Bunlar başlarda atlas, tafta ve münakkaş gibi ipekli kumaşlardan dikilen uzun etek ve ceketlerdi. Bindallı tarzı ve uzun kuyruklu olan etek ve korsajlı ceketler ise gelinlikte gelenekten moderne ilk geçiş örnekleriydi. Giysilerdeki Batılılaşma zamanla aksesuarlara da yansıyacaktır.
Şüphesiz farklı coğrafyalarda farklı ritüellerden bahsedebiliriz. Fakat gelinliğin önemi, çocuğu, bir anlamda toplumu yetiştiren annelerin bu mukaddes göreve adım atarken kuşandığı sorumluluğun zarif, bir o kadar da dirayetli temsilidir bir anlamda.
Gelinliği ister al, ister mor, ister beyaz olsun, yuvayı dişi kuş yapmaktadır vesselam.
Evlilik göçebelik döneminde farklı kabilelerden kız alıp verme ilişkisi olarak tarif edilir. Taraflar anlaşamadığında kız kaçırılır, anlaşıldığı takdirde damat adayı bir süre kayınpederin hizmetinde çalışır, sonrasında törenler düzenlenirdi.
Bu yüzden İngilizce “husband” (koca) ahır hizmetlisi, Türkçe “güvey” de hayvan gütmek köküyle ilişkilidir.
Genç kızların düğünde giydiği elbise, nam-ı diğer gelinlik de bugün olduğu gibi törenin muhtevası gereği sembolik bir dile sahipti.
Aslında gelinlikten çok daha eski olan, gelinin yüzünü örtmesi âdetidir. Asurlular nikâhı, şahitler huzurundaki gelinin başını örtmesiyle tescil ederlerdi. Bu ritüelle bağlantılı olarak İbrani ve Arami dillerinde “gelin”, örtünme karşılığındaki kalattu kelimesine denk gelir. Latincede düğün, peçeyle örtünme (obnubere) demektir. Almancada kadın eş (weib) kelimesinin kökü de örtülmüş, gizlenmiş, önüne perde çekilmiş anlamında wiba kelimesine dayanır.
Kuzey Avrupa'da sadece kaçırılan gelinler yüzlerini örterdi. Bu anlamda örtünün renginden ziyade gizlenme önemsenirdi. MÖ 4. yüzyılda Yunan ve Romalılarda yarı saydam peçeler yaygınlaştı. Bu örtüler iğneyle saça tutturularak veya şeritlerle bağlanırdı. Gelin örtülerinde yaygın renk kırmızıydı. Romalılar ise “flammeum” rengini (alev kırmızısı) yeğlerdi.
Orta Çağ'a gelindiğinde renk önemini tekrar kaybederek kumaşın pahası ve takıların zenginliği öne çıktı. Özellikle 16. yüzyılda modanın kalbinin attığı İngiltere ve Fransa'da bekaretin sembolü olarak beyaz gelinlikler yaygınlaştı. Ruhban sınıfı bekaretin gündeme getirilmesini tasvip etmeyerek beyaz gelinliğe karşı çıktı. Ta ki 1813'te Fransa'nın etkili moda mecmuası Journal des Dames'da ihtişamlı gelinlik ve duvakların boy göstermesine kadar… Batılılaşmayla beraber beyaz bütün dünyada gelinlikler için standart renk olmaya başladı.
Gelin entarisi
Türklerde tuğ (örtü) olan duvak ve gelin başına verilen önem çok eskiye uzanır. Özellikle duvaktan aşağıya uzanan simli tellerin uğurlu olduğuna inanılırdı. Şemseddin Sami, Kamûs-ı Türkî'de 'gelinliği', evlenme çağındaki kız ve geline mahsus esvab olarak tanımlar. Reşad Ekrem Koçu'nun Türk Giyim Kuşam ve Süslenme Sözlüğü'nde de gelin entarisi denilen esvab, gelin pabucu ve gelin terliği, duvak ile duvağa takılan gelin teliyle tasvir edilir.
Eski Türklerde gelinlik kadının ömrü boyunca giyebileceği en pahalı ve süslü entariydi. Düğünden sonra gelin görmeye gelenlere çıkılırken bir müddet daha giyilir, sonra hatıra olarak saklanırdı
Osmanlı'nın gündelik hayatında genç kızların gösterişli kıyafet giymesi hoş karşılanmaz; genelde şalvar, hırka, gömlek, entari ve kaftan tercih edilirdi. Süslü giyinebilmek ise evlilik, dolayısıyla gelinlikle başlardı.
18. yüzyıl Anadolu gelini başında duvak, onun üstünde altın ve gümüş tepelik, belinde elmaslı gümüş paftalı kemer ve şalvarı üstünde entarisiyle, bindallı içinde tasvir edilir. Gelin düğün için süslenirken yanaklarına kıymetli taşlarla bezenmiş gül biçiminde, tellerle süslü gelin çıkarması yapıştırılır, böylelikle yüzü nakışlı bir kumaş halini alırdı.
Osmanlı'da padişah kızlarının, kız kardeşlerinin ve hanedana mensup sultanların evlenmeleri münasebetiyle “gelin alayı” merasimi yapılarak sultan, güveyin evine götürülürdü. Gelin olan sultanın alayı kendisinin bulunduğu Eskihisar'dan yahut Yenisaray'dan itibaren tertip edilirdi. Sultan, hanedana mahsus kırmızı atlas cibinlik içinde ve iki çifte atlı arabayla taşınırdı.
Halk gelin esvabında kırmızı, mor, pembe ve turuncu gibi farklı renkleri de tercih ederdi. Fakat 19. yüzyılın başlarında özellikle mor ve bordo kadifeden, dival işiyle çeşitli bitki motifleri işlenen bindallılar gözdeydi.
Beyazı Saraydan geldi
İlk beyaz gelinliğin 1898 yılında Sultan II. Abdülhamid'in kızı Naime Sultan tarafından giyilmesiyle açık renkli gelinlikler yaygınlaştı. Sarayda başlayan bu modern gelenek zamanla halk arasında kendisine yer buldu. Bunlar başlarda atlas, tafta ve münakkaş gibi ipekli kumaşlardan dikilen uzun etek ve ceketlerdi. Bindallı tarzı ve uzun kuyruklu olan etek ve korsajlı ceketler ise gelinlikte gelenekten moderne ilk geçiş örnekleriydi. Giysilerdeki Batılılaşma zamanla aksesuarlara da yansıyacaktır.
Şüphesiz farklı coğrafyalarda farklı ritüellerden bahsedebiliriz. Fakat gelinliğin önemi, çocuğu, bir anlamda toplumu yetiştiren annelerin bu mukaddes göreve adım atarken kuşandığı sorumluluğun zarif, bir o kadar da dirayetli temsilidir bir anlamda.
Gelinliği ister al, ister mor, ister beyaz olsun, yuvayı dişi kuş yapmaktadır vesselam.